I. MURAT
Üçüncü Osmanlı Sultânı
Babası:
Orhan Gâzî
Annesi:
Nilüfer Hâtun
Doğum
Târihi: 1326
Vefât
Târihi: 28 Haziran 1389
Saltanat
Müddeti: 1326-1362
Türbesi:
Bursa’dadır.
"Hükümdar", "bey" anlamına gelen “Hüdâvendigâr” unvânı
verilmiştir. Tuğrası "Sultan Murad bin Orhan" olarak istiflenmiştir.
Bâzı kitâbelerde "Melîkü'l-Âdli’l Gâzî es-Sultan Giyâsû'd-Dünyâ ve'd-Din" sanı ile
anılmıştır. Adına kesilmiş olan gümüş ve bakır sikkelerde ve bâzı diğer kitâbelerde "Murad bin Orhan el-Melîk,
el-Âdil", "es Sultânü'l Gâlib" ad ve unvanları kullanılmıştır. Bâzı
kaynaklara göre, bu Osmanlıların İlhanlılara olan bağımlılığının sona erdiğini göstermektedir. Böylece “sultan”
unvânı
ilk kez I. Murat zamânında kullanılmıştır. Batı kaynaklarında
"Amourad I" olarak anılmaktadır.
Edirne'yi alarak Balkanlar'a geçmiştir ve Balkanlarda fetihler yapmaya başlayarak
Osmanlı Devleti'nin sınırlarını genişletmiştir. Kırkın üzerinde savaşı yönettiği ve hiç yenilmediği çeşitli kaynaklarda
söylenmektedir. I. Kosova Savaşı'ndan sonra savaş alanını gezerken bir Sırp askeri olan Miloş Obiliç tarafından hançerlenerek şehit edilmiştir.
Saltanat Öncesi Yaşamı
Şehzâdelik yılları hakkında bilgi bulunmamaktadır. Annesi Rum asıllı, Yarhisar Tekfuru’nun kızı olduğu için, bundan ne kadar etkilendiği, örneğin
Rumca bilip bilmediği,
meçhuldür. Çocukluğu ve gençliğinde İznik ve Bursa'da medreseler açıldığı bilinmekle berâber I. Murat'ın bu kurumlarda veya bunlarda bulunan
değerli hocalardan İslâmî eğitim görüp görmediği yâhut da babası ve dedesi gibi
geleneksel Türkmen eğitimi mi gördüğü bilinmemektedir.
Babası Orhan Bey Bursa'yı aldığı zaman (1326'da veya bâzı kaynaklara göre 1324'te), Âşıkpaşazâde
Târihi’ne göre bu şehir "bey sancağı"
olarak örgütlenmiş ve Şehzâde Murat, sancakbeyi olarak atanmıştır. Diğer kaynaklara göre ise Bursa doğrudan doğruya devlet merkezi yapılmıştır.
I. Murat'a "Hüdâvendigâr" unvânı verildiğinin bilindiği; bu unvânın daha
çok Bursa Sancağı'nda kullanıldığı; sonradan II. Murat'a da verildiği göz
önüne alınırsa, Bursa Sancakbeyi olarak görev yaptığı çok olasıdır. Olasılıkla Bursa Sancakbeyi iken, ağabeyi Süleyman Paşa'nın
maiyyetinde Rumeli fetihlerine katılmıştır. Süleyman Paşa'nın Çorlu'da bir sürek avı sırasına 1359’da ölümünden sonra üç yıl
kadar (1359-1362) beylerbeyi olarak Rumeli fetihlerine devam etmiştir. Ancak bâzı
kaynaklar oğlu Süleyman Paşa'nın beklenmedik ölümüne çok üzülen ve çok yaşlı
olan Orhan Bey'in son günlerini inzivâya çekilip sessiz geçirdiğini, devlet idâresini
oğlu Murat Bey'e bıraktığını yazarlar. Âşıkpaşazâde ise Orhan Bey'in Süleyman Paşa ile aynı yılda öldüğünü
bildirmektedir.
Saltanâtı
1362'de Orhan Bey ölünce, kendisi
Rumeli'de bir muhârebe ortamında iken, Bursa Ahîlerinin kararıyla hükümdar îlan edilmiş ve Bursa'ya
çağrılmıştır.
Murat Bey tahtına geçtikten hemen sonra
Âşıkpaşazâde'nin deyişiyle "kendi
vilâyetinden (Bursa) ve Karesi'den eyi leşker cem
edip" hemen Rumeli'ye
dönme hazırlığı yapmaya başlamıştır. Fakat komşu devletler ve diğer düşmanlar
bu hükümdar değişikliğinden faydalanmak için hemen harekete geçmişlerdir.
Bizanslılar Çorlu, Burgaz ve Malkara'yı geri almışlardır. Kısa bir zaman önce Osmanlılara
katılmış olan Ankara'nın Ahîleri
şehirlerinden Osmanlı kale muhâfızlarını kovmuşlardır. Büyük şehzâde İbrâhim ayaklanmıştır. Bizanslılar, anne
tarafından VI. Yannis Kantakuzenos’un torunu olan ve İmparator V. Yannis Palaiologos’un kızıyla nişanlı olan küçük şehzâde Halil'i kışkırtarak
ağabeyinin hükümdarlığını kabul etmemesine neden olmuşlardır.
Murat Bey önce deneyimli komutanlar, ulemâ mensupları ve diğer ileri gelenler ile bir
görüşme yapmış ve bu sorunların hepsine o yıl çâre bulmuştur. Önce Ankara'ya hücum edip kaleyi
ve şehri eline geçirmiş ve bozguncuları elimine etmiştir. Sonra Sultanhöyük'ü
almış ve Bursa'ya dönüp biraz daha savaş hazırlığı yapıp yapamadan Karamanoğulları üzerine yönelmiştir. Târihçi Şükrullah'ın deyimiyle "Karaman
Beyi de ileri gelip iki ordu karşılaştılar... Kargılar kırıldı, kılıçlar çentik
çentik, kalkanlar paramparça oldu. Kişiler güz yaprağı gibi döküldü...
Karamanlılar çerisinden Varsak, Tatar ve Türkmen’den sayısız kişiler toprağa düştü... Karaman Beyi takımlarını, ağırlıklarını bırakıp
kaçtı." Bu sırada Eskişehir ve Bilecik taraflarında ayaklanma hazırlıkları içinde bulunan kardeşleri İbrâhim ve Halil'i
yakalattırdı ve boğdurdu.
O zamâna kadar devlet göreneğine göre
beylerbeyilikler ve sancakbeyilikler hükümdârın kardeşlerine veya oğullarına verilmekteydi. Fakat Murat
Bey kardeşlerini boğdurduğu ve çocukları da çok küçük yaşta olduğu için hânedan dışı atamalar yapmak zorunda kaldı: Lala ŞâhinPaşa’yı “beylerbeyi” unvânı ile ordu komutanı; Bursa Kadısı Cenderemi (Çandarlı) Kara Halil Hayreddîn'i * de "kadı-asker" olarak atadı.
Anadolu'da
durumu dengeli hâle soktuktan sonra I. Murat Rumeli'ye
hemen 1361'de dönüp Bizanslıların tekrar ellerine geçirdikleri Lüleburgaz ve Çorlu'yu yeniden eline geçirdi. I. Murat Lüleburgaz'da bir savaş meclisi topladı ve burada Edirne'nin alınması kararlaştırıldı. Hacı İl-Beyi
ve Gâzî Evrenos idâresi altında akıncı kolları Malkara, Keşan, İpsala ve Dimetoka doğrultusu üzerinde ilerleyip hem buraları ele geçirip hem
de Balkanlardan yardım gelmesini önlediler. Lala Şâhin Paşa komutasında Osmanlı birlikleri bir karmaşık
Bizans-Bulgar Ordusu’na karşı Sazlıdere Savaşı'nda
gâlibiyet kazanıp; Edirne'nin fethine yol açtı. Böylece I. Murat Bizans’ın
Trakya'daki merkezi ve imparatorlukta üçüncü büyük şehir olan Edirne'yi (Adrianople) 1362'de ele geçirdi.
Balkanlarda genişleme stratejisi
uygulamak ve bunun daha kolay başarılmasını sağlamak için Edirne'yi devletin ikinci başkenti olarak seçti. Edirne, İstanbul ile Tuna yalıları arasındaki yolda en güçlü kaleydi;
Bizans başkenti ve Balkan Dağları’ndan
giden yolun önemli menzili olarak bu yolu kontrol etmekteydi ve Bizans'ın
Balkanlar’daki ordu ve idârî merkezi idi. Edirne yeni kurulan Rumeli Beylerbeyliğinin de merkezi oldu.
Bu stratejik avantajını kullanan I. Murat
1363'te Filibe (Philippolis/Plovdiv)'i ve Gümülcine’yi de eline geçirip İstanbul'a hem çok önemli vergi geliri, hem de hubûbat, pirinç gibi yiyecek
maddeleri sağlayan ana yolların geçtiği Meriç Irmağı vâdisini idâresine aldı. Bu aynı zamanda Bulgar Çarı İvan Aleksander’a Bizans aleyhinde Osmanlılara destek sağlaması için bir baskı yolu
oldu.
Artık hedef Bizans değil Balkanlar olmuştu. Bu yeni stratejik durum Bulgar, Bosna, Sırp, Macar ve Eflak devletlerini etkiledi ve Papa V. Urban'ın teşvîkiyle yeni bir bağdaşıklık kuruldu. Hıristiyan devletlerin birliklerinden oluşan ve Macaristan Kralı I. Layoş komutanlığında bir Haçlı Ordusu toplandı ve 1364 yazında bu ordu Balkanlar üzerinden Meriç Vâdisi’ne inip Meriç Irmağı kenarından ilerlemeye başladı.
Bu sırada I. Murat Anadolu'da Bursa'da devlet reformları ile uğraşmakta idi. Lala Şâhin Paşa Edirne'yi korumak niyetiyle orada kalıp Hacı İl-Beyi
komutasında bir süvârî birliğini keşfe
gönderdi. Haçlılar zaferlerinden emin olup Meriç kıyısında rahatlık içinde kampta
bulunmaktaydılar. 26 Eylül 1364'te Hacı İl-Bey'in birliği gün ağarırken âniden
bir baskın hücûmuna geçip bu Haçlı kuvvetini paniğe kaptırdı ve binlerce Bulgar, Sırp, Bosnalı, Macar ve Eflaklı
Haçlı asker öldürüldü veya Meriç'te
boğuldu. Osmanlı târihçileri bu müthiş baskını “Sırpsındığı” olarak anmaktadırlar.
1366'da Savoy Kontu Amadeus,
yakın akrabası olan Bizans İmparatoru V. Yannis Palaiologos’a destek sağlamak için denizden küçük bir Haçlı Seferi’ne
girişti. Venedik'ten 15 kadırga ile ayrılıp Konstantinopolis'e gitmekte iken Çanakkale Boğazı
ağzında bulunan ve 12 yıl önce Osmanlılar tarafından Trakya'da
ele geçirilip yerleşke kurulan ilk kent olan Gelibolu'ya hücum edip I. Murat kale garnizonuna zamânında yardım sağlayamadığı için bu şehri eline geçirdi. Bu stratejik kale
böylece 10 yıl Latin-Bizans idâresinde kalıp ancak 1377 sonunda yine Osmanlılar
tarafından geri alındı.
I. Murat Bursa'dan (Katalan paralı asker birliğinin kalıntıları elinde bulunan Karabiga'yı kuşatıp aldıktan sonra) Rumeli'ye
geçerek bir müddet Dimetoka ve Edirne'de oturdu ve bu kentlerin îmârı ile uğraşıp buralarda birer
saray ve câmi yaptırdı. 1366-1368'de Bulgarların
elinde olan Kızılağaç, Yanbolu, İhtiman, Samokov, Aydos ve Süzebolu kentleri ve Bizans idâresinde olan Hayrabolu, Pınarhisar, Vize ve Kırklareli Osmanlılar eline geçti. Bulgar Kralı İvan Şişman
ülkesinin önemli bir kısmını kaybetmiş oluyordu. 1368'de kız kardeşi Prenses Mara'yı I. Murat'la evlendirdi ve Bulgaristan’ın Osmanlıların yüksek egemenliği altında bulunan bir vassal ülke olma statüsünü kabul etti.
I. Murat 1371'de Sırpsındığı Savaşı'nın
intikâmını almak isteyen Sırpları
Çirmen Savaşı'nda yendi. Aynı yıl İstanbul'un yakınında bulunan Çatalca ele geçirildi. Osmanlı sınırları Sırp Despotluğuna dayanmıştı. 1374'te Sırp Despotu Lazar ile yapılan bir anlaşma ile yıllık vergi vermek sûretiyle Sırbistan'ın Osmanlılar yüksek egemenliği altında bir vassal ülke olması kabul edildi.
Bu gelişmeler Bizans'ı da yakından etkilemişti. Bizans İmparatoru V. Yannis Palaiologos, I. Murat ile müzâkerelere girerek 1373 başlarında bir anlaşma
yapıp Bizans İmparatorluğunun yıllık vergi ödeyerek Osmanlılar yüksek egemenliği altında
bir vassal ülke olmasını kabul etti. Böylece Osmanlıların Rumeli'ye
geçip yerleşmelerinden 20 yıl sonra Balkanlar'da
bulunan üç devlet de (Bizans, Bulgaristan ve Sırbistan) Osmanlıların yüksek egemenliğini kabul etmiş oluyordu.
Bizanslılarla yapılan anlaşmaya göre
Bizans İmparatoru Osmanlı Sultanı
istediği zaman imparatora yakın bir komutan altında asker de gönderecekti. Böylece
Mayıs 1373'te Bizans İmparatoru Anadolu'da
I. Murat'ın Candaroğullarına karşı açtığı bir savaşa
katılmak zorunda kaldı.
Savcı Bey İsyânı (1373)
I. Murat bu seferde
iken "taht vekîli" olan oğlu Savcı Bey
bir şehzâde ayaklanması
başlattı. Gerçekte bu Osmanlı şehzâdesinin ayaklanması İstanbul'da Bizans İmparatorluğu için imparator adayları arasındaki taht kavgalarının bir uzantısı idi. I. Murat
1373’te yanına vassal hükümdar olan Bizans İmparatoru V. Yannis Palaiologos ile birlikte Anadolu'da bir sefere
çıkmıştı. Konstantinopolis'teki büyük oğlu Andronikos küçük kardeşi Manuel ile taht için rekâbet hâlinde idi. Babasının başkentten
ayrılmasından istifâde eden Andronikos bir komplo yapıp imparatorluğunu
îlan etti. Bu ayaklanma eylemine her nedense daha 14 yaşında olan Osmanlı Şehzâdesi
Savcı Bey de katılıp Rumeli'de
babası I. Murat yerine hükümdar olduğunu îlan edip kendi adına hutbe okuttu. I. Murat, komutası altındaki Osmanlı güçleri
ile hemen Rumeli'ye geçti. Şehzâde Savcı Bey
ve Bizanslı gaspçı Andronikos'un komutası altında bulunan birliklerle İstanbul
yakınlarında Apikridium mevkiinde bir çarpışma yapıldı ve I. Murat idâresindeki
ordu Savcı Bey
ve Andronikos’un ordusunu dağıttı. Savcı Bey
Dimetoka’ya kaçtı ve orada yakalandı. Babası Savcı Bey
İsyânı’ndan çok etkilendiği için, önce onun gözlerine mil çektirme cezâsı uygulattı. Feridun Bey Münşeatı tâbiriyle Savcı Bey "nûr-ı
basıradan mechur (görme ışığından yoksun)" edildi. Aynı cezâ Bizans İmparatoru V. Yannis tarafından âsî oğluna da uygulandı. Fakat târihçiler Bizans İmparatoru'nun
bu cezâyı daha hafif bir şekilde uygulayıp oğlunun gözlerine kızgın sirke
döktürüp yarı kör ettirildiğini bildirirler. I. Murat oğlunu kör ettirdikten
sonra öfkesini yenemeyip sonradan Bursa'da bulunan Savcı Bey'i
boğdurarak îdam ettirdi. Bursa dolaylarında başlayıp orada biten Savcı Bey
öyküsü sonradan şiir ve romanlara konu olmuş bir trajik vakâ oldu.
Anadolu'da Kazanılan Yeni Yöreler
1381'de oğlu Yıldırım Bayezit ile
Germiyanoğlu Süleyman Şah'ın
kızı Devlet Hâtun ile evlendirdi. Germiyanoğulları çeyiz olarak Kütahya, Simav, Tavşanlı, Emet kentlerini Osmanlılara verdiler ve Süleyman Şah Kula'ya çekildi. Bursa'da yapılan görkemli düğüne konuk olan Hâmidoğlu Hüseyin Bey ve elçisiyle
görüşen I. Murat 80 bin altın karşılığında Akşehir, Yalvaç, Beyşehir, Seydişehir, Karaağaç, Eğirdir ve Isparta'yı satın aldı. Bu siyâset sonucu Osmanlı kısa zamanda Karamanoğulları ile karşı karşıya geldi.
Böylece I. Murat "sultan"
sanıyla anılmasını gerektiren bir güce ulaştı.
Balkanlarda Yeni Fetihler
I. Murat saltanâtının
1381’i izleyen yıllarında Anadolu Beyliklerinden Candaroğullarını
içten zayıflatmayı ve Akdeniz'de
güçlü Venedik Devleti ile barışık kalmayı
güden bir strateji uygularken Balkan sınırlarındaki akıncı beylerini ve ordu komutanlarını Balkan fethine devamla
görevlendirdi.
Evrenos Bey idâresindeki akıncı kolu daha önce kaybedilen Gümülcine’yi eline geçirdikten sonra Batı Trakya ve Makedonya'ya yöneldi. Balaban Bey
Sofya’yı, Yahşi Bey
Niş'i ele geçirdi. Akıncılar Vardar
ve Struma nehirlerinin vâdilerini tâkip ettiler ve hemen sonra Vezir Çandarlı Hayreddin Paşa ise Batı Trakya'da
Kavala, Drama, Zihne, Serez ve Bizans’ın ikinci büyük şehri olan Selânik'i aldı. Kara Timurtaş Paşa, İştip ve Manastır ve Hayreddin Paşa Ohri'yi ele geçirip Arnavut sorunlarına müdâhale edilmeye başlandı. Buralara Anadolu'dan yeni göçmen Türkmenler
nakledilerek Balkanların Türkleşmesi konusuna da eğilindi.
Karamanoğulları İle Savaş (1387)
I. Murat 60 yaşını Bursa'da geçirmekte iken bu kez de dâmâdı Karamanlı Alâeddin Bey'le uğraşmak zorunda kaldı. Alâeddin Bey 1386’da Osmanlı
sınırlarını çiğneyip Osmanlı idâresine 1381’de geçen Beyşehir'e saldırdı. Bunun üzerine I. Murat büyük bir ordu ile
Karamanlıların merkezi olan Konya üzerine yürüdü. Alâeddin Bey'in af dilemesini ve barış
önerilerini kabul etmedi. Osmanlı ve Karamanlı orduları Konya şehri yakınlarında
bir çarpışmaya giriştiler. Alâeddin Bey yenildi ve Konya Kalesi’ne
kapandı. Fakat Osmanlı Ordusu kaleyi kuşatıp çok geçmeden aldı ve kenti fethetti. I. Murat'ın kızı ve Alâeddin Bey'in karısı Nefîse Melek Hâtun
babasının huzûruna çıkıp kocasının affını diledi. Oğluna karşı çok haşin
davranmış olan I. Murat, dâmâdına karşı çok bağışlayıcı davrandı ve onun hayâtını
bağışlayıp Bursa'ya döndü.
Balkanlarda Yeni Müttefikler, Kosova Meydan Muhârebesi ve Ölümü
Osmanlı devlet idâresi bu sırada önemli
bir değişme geçirdi. Çandarlı Hayreddin Paşa hastalanarak 22 Ocak
1387’de öldü ve yerine vezirliğe
oğlu Çandarlı Ali Paşa atandı. O zamâna kadar tek bir vezir varken, Karaman Seferi’nden
sonra bu seferde çok gayreti görülen Kara Timurtaş Paşa'ya da vezir pâyesi verildi. Böylece Çandarlı Ali Paşa da vezîriâzam pâyesini aldı.
1388’de Balkanlar’da
yeni bir gâile ortaya çıktı. O zamâna kadar vassal devlet hükümdârı olan Sırp Despotu Lazar ve Bosna Kralı Tvrtko, Hırvat prensleri ile Arnavut prensleri arasında bir Hıristiyan Bağdaşıklık cephesi kurdular.
Amaçları yeni bir Haçlı Ordusu
kurup, Osmanlı Devleti'ni Balkanlardan çıkarmaktı. Bu cephenin kurduğu ordunun ilk başarısı
1388’de Ploşnik'te küçük bir Osmanlı akıncı birliğini bozguna uğratmak oldu. Bundan cesâret alan Macarlar,
Ulahlar ve hattâ bir Osmanlı uyruğu konumundaki Bulgarlar da bu cepheye katıldı.
1387’de yeni vezîriâzam unvanlı Çandarlı Ali Paşa komutasında 30 bin kişilik bir kuvvet ile Rumeli'de
sefere başladı. Bu kuvvet başarılar elde edip Tırnova ve Şumnu'yu aldı. Bu sırada I. Murat Anadolu'da
beylerden ve ahâliden yeni bir ordu kurmakla meşgul olmakta idi ve çok geçmeden
Rumeli'den de yeni takviye alan bu ordusu ile Bulgaristan'a girdi. Bunun üzerine Bulgar Kralı Şişman Hıristiyan Bağdaşıklıktan ayrılıp teslim oldu. Ordunun bir kısmı Tuna boylarına yönelip stratejik Niğbolu ve Silistre
kalelerini ele geçirdi. Haziran sonuna doğru büyük Osmanlı Ordusu Kratova'da toplanmaya başladı ve burada I. Murat başkanlığında bir
harp meclisi kurulup
Bağdaşıklık Ordusu üzerine yürüme kararı verildi. Şehzâde Bayezit, Şehzâde Yâkub ve diğer deneyimli komutanlara görev belirtilerek bir muhârebe
planı hazırlandı.
28 Haziran 1389’da Haçlı Ordusu
ile Osmanlı Ordusu Üsküp civârında Kosova (Karatavuk Sahrası)’nda
büyük bir meydan muhârebesine giriştiler. I. Kosova Savaşı
olarak adlandırılan bu muhârebede Osmanlı Ordusu ile Hıristiyan Sırp, Bosna, Eflak, Macar ve Hırvat Bağdaşıklık Ordusu sekiz saat süren bir çarpışmaya
giriştiler. Hıristiyan ordusu sonunda büyük bir bozguna uğradı. Muhârebe bittikten
sonra veya muhârebe sırasında I. Murat, Sırp Miloş Obiliç
tarafından hançerlenerek şehit edildi. Böylece I. Murat harp sırasında öldürülen
tek Osmanlı Sultanı oldu.
Bir ölüm kalım savaşı
hâline girmiş olan çarpışma ve hükümdâra suikast olayı Türk/Osmanlı
ve yabancı kaynaklarda çok farklı şekillerde anlatılır:
Birçok Türkçe kaynakta I. Murat geleneksel olarak savaş alanını
dolaşırken Sırp Despotu Lazar'ın dâmâdı olan yaralı Miloş'un hançerine hedef olmuş;
otağına götürülmüş; ama kurtarılamayarak ölmüştür.
Feridun Bey, "Münşeat" adlı eserinde Miloş'un Müslüman olmak istediği nedeniyle I. Murat'a yaklaşıp yeninde
sakladığı hançerle onu kalbinden vurduğunu bildirir.
Dimitri Kantemir Târihi'nde,
I. Murat'ın Kosova savaş meydanını gezerken yerdeki ölülerin çoğunun tüysüz
delikanlılar olmasının nedenini sorduğunu; vezîrin kendisine “Pâdişâhım zâten zafer bundan dolayı bizim olmuştur” dediğini; I. Murat'ın
ise bu harp meydanında öldürüldüğü hakkında önceki gece gördüğü bir rüyâyı
anlatmaya başladığını; bu sırada civarda yaralı bulunan bir Hıristiyan askerin bu konuşan kişilerin pâdişah ve vezîri
olduğunu anlayıp onlara hücum edip I. Murat'ın karnına hançerini sapladığını
nakleder.
Yabancı kaynaklardan özellikle Sırp anlatımlarına göre, ise bir Sırp asilzâdesi olan Miloş'un
görüşme talep ettiği; bunun kabul edilip serbestçe maiyyeti ile birlikte I. Murat’ın
otağında huzûruna çıktığı ve onun üzerine atılıp onu hançerleyip öldürdüğü
yazılır.
Bu olayla ilgili elde bulunan zamânına âit
tek bir yazılı belge ise, Bosna Kralı I. Tvrtko'nun Floransa Senatosu'na gönderdiği 20 Ekim 1389 târihli bir mektuptur. Bu mektûba
göre muhârebenin başlarında Sırp ağır süvârîlerinin bir hücûmunda 12 kişilik bir grup
Osmanlı Ordusu’nu yarmayı başarmış ve bu 12 soylu süvârîden biri I.
Murat'ı öldürmüştür.
Kosova'daki Meşhed-i Hüdâvendigâr, kaynak karışıklığı dolayısıyla hâlâ gizemini koruyan bu
suikast olayı nasıl olursa olsun, Şehzâde Bayezit'in muhârebe sahasından
çağrılıp otağda sultan îlan edilip kendisine
biat edilmesi; yakalanıp
esir düşen Sırp Despotu Lazar'ın ve yakınlarının “mukâbele-yi misil” olarak öldürülmesi I.
Murat'ın muhârebe tam olarak bitmeden bir suikasta uğradığını açıkça
göstermektedir.
I. Murat'ın cenâzesi, saltanat savı güder gerekçesiyle Kosova'da yeni Pâdişah I. Bayezit emriyle boğularak öldürülen oğlu Yâkub Bey'in
cenâzesiyle birlikte Bursa'ya getirildi ve Çekirge'deki türbesine gömüldü. Cenâzenin sağlıkla nakli için, iç organları otağının bulduğu yerde
Kosova'da defnedilmiştir. Türkler ve İslam dünyâsında I. Murat'a "Hüdâvendigâr" lâkabı ile kutsallık derecesinde saygı beslenmesine
başlanmıştır. Böylece Kosova'da
hâlâ bulunan iç organlarının defnedildiği yer "Meşhed-i Hüdâvendigâr" adı ile ve Çekirge'de
bulunan Murat Hüdâvendigâr Türbesi birer ziyâretgâh
olmuştur.
Saltanâtının Değerlendirilmesi
I. Murat Osmanlı târihinde ilk "sultan" lâkabı
ile tanınan hükümdardır. 27 yıllık saltanâtı sırasında Anadolu ve Rumeli'de
37 önemli muhârebe yapmış ve bunlardan hepsini zaferle sonuçlandırmıştır.
Şahsî karakterine gelince târihlerde
"orta boylu, uzun boyunlu, değirmi çehreli, seyrek dişli, koç burunlu, şâhin
bakışlı" olarak betimlenmiştir. Az ve güzel konuşması, cengâverliği ve ava düşkünlüğünden söz edilmiştir. Katıldığı savaşlarda
çarpışmalar başlamadan önce ordusuna yaptığı ateşli moral verici söylevler hâlâ rivâyet edilmektedir. Neşrî târihine göre "Atası gibi hayır sâhibi idi. Cem-i
ömrünü gazâya sarf etmiştir. Osmanoğullarında bunun ettiği gazâyı
hiçbir pâdişah etmemiştir. Dahi avı gâyet sever idi ve nice bin altın ve gümüş
halkalı itleri vardı. Doğanları yine öyle idi" demektedir. Yabancı
kaynaklar ondan "kibar şövalye" olarak bahsederler. "Müneccimbaşı Târihi" ise adâletinden, iyilikseverliğinden ve
merhametinden söz eder. Ama bu yargıya varmak, bir taraftan kardeşlerini
yakalatıp boğdurması ve isyankâr oğlu Savcı Bey'e
karşı gösterdiği ölümcül haşin reaksiyon; diğer taraftan mütecâviz dâmâdı Karamanlı Alâeddîn Bey'e gösterdiği
bağışlayıcı davranış göz önüne alınırsa, biraz problemlidir.
Öldükten sonra sanki kutsallığa
yükseltilmiştir ancak zamânında pek dindar olmadığı hakkında bâzı ipuçları
bulunmaktadır. Dimitri Kantemir Târihi, Bursa Kadısı’nın bir özel dâvâda I. Murat'ın şâhitliğini cemâatle
birlikte namaz kılmaması nedeniyle kabul etmediğini hikâye eder. Ancak Ahîler arasında en yüksek mertebeye ulaştığı, yaptırdığı bir vakfiyenin kitâbesinde "Ahîlerden kuşandığım kuşağı Ahî Mûsâ'ya
kendi elimle kuşattım" cümlesinden çıkartılabilmektedir.
Hayırları ile ilişkili olan 1385 târihli
vakfiye belgesi Arapça olarak günümüze ulaşmıştır. Bursa'nın Çekirge semtinde Hüdâvendigâr Câmii ve imâret, medrese, misâfirhâne,
türbe ve kaplıcayı kapsayan külliyesi
vardır. Ayrıca Bursa Hisarı'nda
Hisar Câmii, Bilecik ve Yenişehir'de câmiler ve zâviye ve annesi adına İznik'te bir imâret yaptırmıştır.
Osmanlı devlet idâresi I. Murat
döneminde küçük bir beylik idâresinden bir sultanlık idâresi şekline dönüştürülmüştür. I. Murat döneminde “Devlet hükümdar ve sülâlesinin ortak malıdır.” anlayışı kalkmış yerine “Devlet
hükümdar ve oğullarının ortak malıdır.” anlayışı gelmiştir. Edirne'nin Osmanlılar eline geçirilip ikinci bir başkent durumuna
geçirilmesi I. Murat döneminde başlamış, Rumeli Beylerbeyliği kurulmuş ve bu Osmanlı Devleti’nin bir Balkanlar ve Avrupa devleti olduğu gerçeğini vurgulamıştır. Vezirlerin sayısı artmıştır. Dîvan üyelerinin sayısı artırılmıştır. Devletin mâlî bünyesi
ortaya çıkartılmış ve defterdarlık makâmı oluşturulmuştur. Çağının en ileri profesyonel askerî organizasyonu olan
Yeniçeri Ocağı kurulmuştur.
Dönemin
Sadrâzamları
Sinânüddin Fakih Yusuf Paşa: * (1349-1364)
Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa: * (1364-1387)
Hayreddin ismini başvezirliğe getirilmesinden sonra almıştır. Eylül 1364 ile 22 Ocak 1387 târihleri arasında
22 yıl 4 ay vezîriâzamlık yapmış ve Osmanlı Devleti'nin kuruluş harcında büyük
katkıları olmuş bir Osmanlı devlet adamıdır. Târihe Çandarlı Âilesi olarak geçmiş olan âilenin üst düzey bir
mevkiye gelmiş ilk ferdîdir ve Osmanlı târihinde en uzun süre sadrâzamlıkta kalan kişi olmuştur. Çandarlı Âilesi’nden
ilk tanınan şahsiyet, ilmiyye sınıfından yetişmiş olan kadılığı ve kazaskerliği zamânında "Çandarlı Kara Halil Efendi", vezirliği döneminde de "Çandarlı Kara Halil Hayreddîn Paşa" ismiyle anılan devlet adamıdır.
Babasının adının Ali olduğunu têsislerinin
kitâbelerinde görülmektedir. Kara Halil Efendi XIV. yüzyılda
Anadolu'da yer yer geniş teşkîlâta sâhip olan Ahîlerden olup, aynı zamanda da,
Osman Gâzî'nin kayınpederi olan, Ahî reislerinden Şeyh Edebali'nin akrabasıydı. Medrese tahsîli görmüş olan Kara Halil, büyük bir
olasılıkla Orhan Gâzî zamânında Bilecik Kadısı; daha sonra İznik Kadısı olmuş ve oradan da Osmanoğulları Beyliğinin merkezinde Bursa Kadılığına atanmıştır. Kara Halil Efendi bu hizmette bulunduğu
sırada beyliğin ilk askerî teşkîlâtı olan Yaya ve Müsellem teşkîlâtını kurmuş ve bu sûretle aşîret kuvvetlerinden muntazam askerî teşkîlâta doğru
bir adım atılmıştır. Bu yeni asker ilk Osmanlı fetihlerinde önemli bir etken
olmuştur.
I. Murat'ın 1362'de pâdişah olması üzerine Kara Halil Efendi, Osmanlılarda
ilk defâ oluşturulan kazaskerlik
makâmına getirilmiş ve bu ilmiyye mesleği en yüksek kadılık sayılmıştır. Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa'nın
tavsiyesiyle savaşta esir düşen genç Hıristiyanların Türk köylüsünün yanına verilmek sûretiyle İslam terbiyesi üzere yetiştirilip, Türkçeyi de öğrendikten sonra Acemi Ocağı’na
verilmesi ve oradan da yeniçeri olmaları usûlü kabul edilmiş ve bu sûretle ilk
düzenli Osmanlı yaya ocağı kurularak bu ocağa
Yeniçeri Ocağı denilmiştir. Böylece Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa Yeniçeri
Ocağı'nın ve devşirme sisteminin kurucusu olmuştur.
Aynı dönemde âlim Karamanlı Kara Rüstem'in * * îkâzı ve Çandarlı
Kara Halil Hayreddin Paşa'nın pâdişâha arz etmesi üzerine mâliye teşkîlâtı kurulmuş ve
yeni kurulan Yeniçeri Ocağı’na harpte
esir edilerek beşte birinin devlet hesâbına alınması ve esire ihtiyaç olmadığı
zamanlarda ise beşte bir esir akçesi alınması kânun olmuştur.
Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa
1372'de Sinanüddin Fakih Yusuf Paşa'dan sonra vezir olmuştur. İlk Osmanlı vezirleri askerî işlerle
pek meşgul olmamışlardı. Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa'nın Selânik'in alınmasında, Makedonya ve Arnavutluk prenslerinin aralarındaki ilişkilerde oynadığı belirleyici rol, kendisinden
sonra gelen Osmanlı başvezirlerinin hem idârî ve hem askerî işlerle sorumlu olmaları sonucunu doğurmuştur.
Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa'nın
1387'de Vardar Yenicesi ordugâhında hastalanarak Serez'e getirilip orada ölmesiyle, Karamanoğulları üzerine sefer hazırlığı içindeki Osmanlı Devleti'nin başvezirliğine
oğlu Çandarlı Ali Paşa getirilmiştir.
Çandarlı Ali Paşa: * ** (1387-1406)
22 Ocak 1387'de babası Çandarlı Kara
Halil Hayreddin Paşa'nın ölümü üzerine yerine geçerek, 18 Aralık 1406 târihine
kadar, I. Murat, Yıldırım Bayezit ve Süleyman Çelebi'nin
yanında 19 yıl 11 ay vezîriâzamlık yapmış ve Osmanlı Devleti'nin kuruluş sürecinde önemli rol oynamış bir Osmanlı
devlet adamıdır. Kosova Meydan Muhârebesi'nde I. Murat şehit edildikten sonra Yıldırım Bayezit'i tahta
çıkaran odur. Babası gibi teşkîlatçı ve kuvvetli bir idâreci olduktan başka
Bulgaristan'ın fethinde de mâhir bir kumandan olduğunu göstermiştir.
Yıldırım Bayezit'in Timur ile doğrudan savaşmadan
önce, çete ve müdâfaa harbi
yapmak sûretiyle, hareket üssünden çok uzakta olan Timur kuvvetinin
yıpratılmasını tavsiye etmiş ise de Yıldırım Bayezit bu görüşünü kabul
etmemişti. 1402'de Ankara Savaşı'nın
kaybedilmiş olduğunu gören Ali Paşa, büyük şehzâde Süleyman Çelebi'yi
alarak kaçmış, önce Bursa'ya, oradan Gemlik yoluyla Edirne'ye varmıştır. Çandarlı Ali Paşa, Osmanlı şehzâdelerinin saltanat mücâdelelerinde Süleyman Çelebi'nin vezîriâzamı olarak ve bütün idâreyi kendisine bırakmış olan şehzâdenin adına bir hükümdar gibi faaliyette bulunmuş ve Sivas, Amasya, Tokat tarafları hâriç olarak Emir Süleyman'ın
hâkimiyetini Anadolu ve Rumeli'de
muhâfaza etmeye muvaffak olmuştur. Ali Paşa'nın 1406'da ölümüyle Süleyman
Çelebi'nin taht adayı kardeşler içindeki üstün konumu bozulmuştur. Ayrıca,
Yıldırım Bayezit zamânında, Ali Paşa'nın tavsiyesiyle, kadılara baktıkları dâvâlardan muayyen bir ücret tahsis edilerek
rüşvet almaları önlenmiştir. Târihçiler değerini ve hizmetini
takdir etmekle berâber Yıldırım'ı içkiye alıştırmasından dolayı kendisini
kusurlu görürler.
Çandarlı Ali Paşa'nın evlâdı olmadığından Bursa'da yaptırmış olduğu câmi ile zâviyesinin mütevellîliği * ve nâzırlığını Bursa Kadılarına bırakmıştır. Osmanlı saraylarında ve vezir dâirelerinde "iç oğlanı" adıyla hademe bulunmasını Ali Paşa ihdas
etmiştir.
Mezarı İznik'te babasının türbesindedir.
Çok cömert olduğunu târihler yazarlar. Bu dönemde âilenin servetinin hükümdar âilesinin servetine eşdeğer hâle geldiğini de burada
belirtmek gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapabilirsiniz.