I. SELİM
Dokuzuncu Osmanlı Sultânı
Babası:
II. Bayezit
Annesi:
Gülbahar veya Ayşe Hâtun
Doğum
Târihi: 10 Ekim 1470, Amasya
Vefât
Târihi: 22 Eylül 1520, Çorlu
Saltanat
Müddeti: 1512-1520
Türbesi:
İstanbul’dadır.
Tahtı devraldığında 2.375.000 km² olan
Osmanlı topraklarını, sekiz yıl gibi kısa bir sürede 2,5 kat büyütmüş ve
ölümünde imparatorluk topraklarının 1.702.000 km²'si Avrupa'da,
1.905.000 km²'si Asya'da,
2.905.000 km²'si Afrika'da
olmak üzere toplam 6.557.000 km²'ye çıkarmıştır. Pâdişahlığı döneminde Anadolu'da birlik sağlanmış; Halîfelik Abbâsîlerden Osmanlı Hânedânı’na geçmiştir. Ayrıca devrin en önemli iki ticâret yolu olan
İpek ve Baharat Yolu'nu ele geçiren Osmanlı, bu sâyede doğu ticâret yollarını tamâmen
kontrolü altına almıştır.
Selim, tahta babası II. Bayezit'e karşı
darbe yaparak çıkmıştır. Şehzâde Selim, tahta çıkmadan
önce sancakbeyi olarak Trabzon'da görev yapmıştır. Yavuz Sultan Selim'e kızını vermiş olan
Kırım Hânı Mengli Giray,
ona askerî destek sağlayarak tahta geçmesine yardım etmiştir. 1512'de tahta
çıkan Sultan Selim, Eylül 1520'de aslanpençesi (şirpençe) denilen bir çıban yüzünden henüz 50 yaşında iken vefât
etmiştir.
Pâdişahlık Öncesi
Sert mizâcından dolayı "Yavuz" ve şehzâdeliğinden
beri "Selim Şah" olarak anılan Sultan Selim, 10 Eylül 1470 târihinde babası Şehzâde
Bayezit'in sancakbeyliği görevi nedeniyle Amasya'da dünyâya geldi. Babası II. Bayezit, annesi ise kimi
kaynaklara göre Dulkadiroğulları Beyi Alâüddevle Bozkurt Bey'in kızı Gülbahar Hâtun, bâzılarına göre Dulkadiroğulları
Beyi Alâüddevle Bozkurt Bey'in kızı Ayşe Hâtun’dur. Osmanlı'nın, daha küçük yaşlarda devlet
tecrübesi kazanması için şehzâdeleri sancaklara gönderme gereği Şehzâde Selim de Trabzon'a sancakbeyi olarak atandı.
Trabzon Sancakbeyliği
Fâtih Sultan Mehmet zamânında, Sivas Eyâleti’nin Amasya Sancağı’nda, büyük oğlu Şehzâde Bayezit (sonradan II. Bayezit) sancakbeyi iken; yine Sivas Eyâleti’ne bağlı Trabzon Sancağı’nda da Şehzâde Bayezit’in en büyük oğlu Abdullah, sancakbeyi olarak bulunmaktadır.
Trabzon’da
İçkale Câmii şadırvanında Sancakbeyi Abdullah’ın 1470 târihli
bir kitâbesi
bulunmuştur. Şehzâde Abdullah’ın Trabzon Sancakbeyi olarak 1481 yılına
kadar bu görevde kaldığı anlaşılmaktadır.
Trabzon'da Şehzâde Abdullah'tan sonra, Trabzon Sancakbeyi olan ikinci ve son
şehzâde, Yavuz Sultan Selim’dir. Fâtih Sultan Mehmet’in
vefâtı ile II. Bayezit Han (1481-1512), Osmanlı Devleti tahtına pâdişah olarak cülus ettiği zaman, oğlu
Şehzâde Selim’i 1481 yılında Trabzon Sancakbeyi olarak tâyin etmişti. Şehzâde
Selim, gemi ile Kefe’ye oğlu Süleyman'ın yanına gidişine kadar, 1481-1510
yılları arasında yaklaşık olarak 29 yıl, Trabzon’da sancakbeyliği yapmıştır.
Sancakbeyliği sırasında devlet işleri
yanında ilimle de uğraşmış ve âlim Mevlânâ Abdülhalîm Efendi'nin derslerini tâkip etmiştir. Daha o zamanlarda Şehzâde
Selim, devletin bel kemiği Türkmenlerin devletten duyduğu memnûniyetsizliği ve Safevî Devleti'ne yönelmelerini fark etmiştir. Türkmenleri devlete
bağlamak için Şehzâde Selim, İstanbul yönetiminden izin almaksızın Gürcüler üzerine sefer yapmış ve bu
seferlerin en önemlisi olan Kutayis Seferi’nde Kars, Erzurum, Artvin illeri ile birçok yeri fethederek Osmanlı topraklarına
katmıştır (1508). Hattâ devlet töresine göre elde edilen ganîmetin beşte birini beytülmâle katması gerekirken onu da mücâhit Türkmenlere bırakmıştır.
II. Bayezit'in Son Seneleri ve Şehzâdeler Meselesi
II. Bayezit'in 8 oğlu olmuştu; oğulları
yaş sırası ile Abdullah, Şehenşah, Âlemşâh, Ahmed, Korkut, Selim, Mehmed, Mahmud'dur.
Ahmed, Korkut ve Selim dışındakiler babalarının sağlığında ölmüşlerdi. Selim
Trabzon; Korkut Saruhan; Ahmed Amasya'da sancakbeyi olarak görev
yapıyordu. Selim'in oğlu Süleyman Kefe; Ahmed'in oğlu Bolu Sancakbeyi olarak görev
yapıyordu. Karaman Beylerbeyi Şehzâde Şehenşâh’ın
ölümü üzerine, Beyşehir'de
bulunan oğlu Mehmed Konya'ya tâyin edildi; Şehzâde Âlemşah’ın
oğlu Osman ise Çankırı Sancakbeyi olarak görevdeydi.
Şehzâde Mahmud'un oğlu Orhan babasının Manisa'ya nakli ile Kastamonu Sancakbeyliğine atanmış, Mahmud'un diğer oğlu Mûsâ ise Sinop Beyi olmuştu. Şehzâde
Mahmud'un en küçük oğlu Emirhan ise, çok küçük olduğundan henüz ataması
yapılmamıştı.
Şehzâde Selim, Trabzon Sancakbeyliği sırasında Türkmenlerin ve askerî başarıları münâsebetiyle de yeniçerilerin desteğini arkasına almıştı. Ancak Osmanlı bürokrasisi,
Şehzâde Ahmed'in
tahta çıkmasını desteklemekte idi. Manisa Sancağı’ndaki Şehzâde Korkut'un erkek çocuğu olmadığından tahta çıkma şansı az olarak
görülmekteydi. Konya'daki Şehzâde Şehenşah 2 Temmuz 1511'de -babasından 6 ay
evvel- vefât ettiğinden taht kavgasına dâhil olamamıştı.
Şehzâde Selim, uzun zamandır kötü giden
devlet işlerinden ötürü artık saltanâtı terk edeceğini haber almıştı. Fâtih Kânunnâmesi'ne göre hükümdar olan şehzâde diğer kardeşlerini
öldürecekti; bunun için kardeşleri Korkut ve Ahmed'in hareketlerini yakından tâkip
ediyordu. Selim saltanâtı
ele geçirmek için kardeşleri gibi o da hazırlık yapmış, kendi askerlerine ek
olarak Kırım Hânı'nın
kuvvetlerinden de istifâde etmiştir. Rumeli'ye geçtiğinde yanında Kırım Hânı'nın küçük oğlunun komutasında 350 kadar asker de vardı.
Ayrıca taraftarları sâyesinde Yeniçeri Ocağı'nın desteğini de elde etmişti.
Şehzâde Selim'in oğlu Süleyman evvelâ Şarkîkarahisar'a tâyin edilmiş, ancak Şehzâde Ahmed'in kendisine yakınlığı sebebiyle îtirâz ettiğinden Bolu'ya naklolunmuş, Şehzâde Ahmed bu sefer de kendisi ile
İstanbul arasında rakîbi Selim'in oğlunun bulunmasını istemediğinden
buna da îtirâz etmiş ve bu îtirâzı da kabul edilmiştir. Bu defâ da Şehzâde
Selim, oğlu Süleyman'a kendi sancağı olan Trabzon'a uzak yerlerden sancak gösterildiğinden bu
yerlere karşı çıkmış ve oğlunun kendi yakınında olmasını ısrarla talep etmiş, Şarkîkarahisar
yâhut Kefe
sancaklarından
birinin verilmesini istemiştir. Tüm bunların sonucunda Süleyman Kefe Sancağı’na
atanmıştı.
Kendisi İstanbul'a uzak olduğundan çabuk ve muntazam haber alamıyordu. Bu
nedenle devlet merkezine yakın bir yere nakledilmek istiyordu. Bu maksada uygun
olarak Rumeli'de
bir sancak istedi ve hemen Kefe'den, Kırım'dan Tuna'ya doğru yürüdü; kendisine Trabzon'a ilâveten Kefe verildi ise de bunu kabul etmedi. Şehzâde
Selim'e nasîhat vermesi amacıyla ulemâdan kişiler yollansa da Selim bunları geri çevirdi; Anadolu'da nereyi istersen verelim önerisi gelse de istediği gibi
bir cevap alamayınca derhâl Kırım Hânı'ndan aldığı kuvvetle Silistre yoluyla Rumeli'ye (Balkanlar'a) geldi. Ulemâ tekrar yollansa da, Selim buna da kesin
olarak ret cevâbı vermiştir. Ayrıca Şehzâde Selim bu hareketinden önce, Şehzâde Korkut
da babasından izin almaksızın Antalya'dan kalkıp Manisa'ya gitmişti. Bu hareketleri doğru bulmayan Şehzâde Ahmed;
babası II. Bayezit'ten Korkut ve Selim'i öldürtmek için izin istemiş ise de
Bayezit bunu kabul etmemiştir.
Şehzâde Selim'in Rumeli'ye geçişi
İstanbul'da duyulunca, Selim üzerine asker sevk edilmesi gündeme
gelmişti. Bunu haber alan Selim âsî olmadığını, babasına saygılarını arz etmek için geldiğini beyan
etmiş ve kendisine nasîhat için babası tarafından yollanan elçiye îtibar etmiş, bunun üzerine İstanbul'a dönen elçi şehzâdenin babasının elini öpmek için geldiğini söylemiştir. Selim
karşıtları bu oyunu kabul etmeyerek Selim'in üzerine Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa'yı
göndermişler, ancak Hasan Paşa savaşmaksızın Edirne'ye dönmüştür. Bunun üzerine Pâdişah II. Bayezit bizzat
Selim'e karşı harekete geçmiştir.
Pâdişah Bayezit yaşlı
olduğundan arabayla hareket etmiş ve Çukurçayır'da Selim'in ordugâhının karşısına gelmişti. Selim karşı taraftan taarruz
olmadıkça, kesinlikle saldırılmamasını emretmiştir. Bayezit'e binmiş olduğu
arabanın penceresinden elini öpmeye gelen oğlunun kuvvetleri gösterilince
Bayezit duygulanmış, Rumeli akıncı ve sancakbeylerinin de etkisiyle, savaştan vazgeçilerek taraflar arasında
bir anlaşma yapılmıştır. Buna göre; velîaht yapılacağı
dedikoduları olan Şehzâde Ahmed'in velîaht yapılmayacağı têmin edildi ve
Bayezit tarafından şehzâdelerinden hiçbirini diğerine tercih edip velîaht
yapmayacağına dâir ahidnâme yazdırıldı. Ayrıca
Selim'e Rumeli'den istediği Semendire Sancağı verilmiş, bununla berâber
bu sancağa Alacahisar
ve İzvornik sancakları da ilâve edilmiştir. Bu gelişmeler üzerine Şehzâde Ahmed
babasına yazdığı mektupta; Selim'in askeriyle pâdişah babasının üzerine
yürüdüğünü, buna rağmen 3 sancak ve buna ek olarak 500.000 Akçe verilmesini eleştirmiş; sâdece 3 sancak olsa da bunun
Rumeli'nin tamâmen verilmesi demek olduğunu, hükümdarlığına sâdece bir hutbe ve bir de sikke kaldığını; hâlbuki kendisinin babasını aslâ incitmediğini
de belirtmiştir. Ayrıca babası sağ oldukça saltanatta kesinlikle gözü olmadığını ancak âsî kardeşi üzerine gitmesine izin verilmesini istemiştir.
Böylece, velîaht tâyini
işini de önleyen Selim, komutasındaki askerlerle Semendire'ye gitmeyip, Eski Zağra ve Filibe taraflarında kalmış ve Semendire'ye bir vekil göndermiştir.
Tahta Çıkışı
Baba-Oğul Mücâdelesi
Şehzâde Selim, Semendire'ye gitmeyip yolda oyalanırken, merkezden sancağa gitmesi
emredilirken; Şahkulu meselesinin sonuçlanmasını beklediğini arz ediyordu.
Sonuçta Şahkulu ile savaşılmış,
bu savaşta Vezîriâzam Hadım Ali Paşa hayâtını kaybetmişti. Şehzâde Ahmed ise âsîleri tâkip
etmek yerine Amasya'ya dönmesi, askerlerin Ahmed'e olan desteğini azalmıştı.
Hadım Ali Paşa'nın vefât ettiğini öğrenen Bayezit, yine aynı zamanlarda Karaman Beylerbeyi oğlu Şehzâde Şehenşâh’ın
da ölüm haberini de alınca; saltanattan kat’î sûrette çekilmeye karar verdi. Devlet ileri
gelenlerini dâvet edip görüştü ve çoğunluk Şehzâde Ahmed'in hükümdar olmasını
destekledi. Hadım Ali Paşa'nın yerine vezîriâzam olan Hersekzâde Ahmed Paşa, bu karara katılmadı; pâdişâhın çekilmemesi, Şehzâde Selim'in Semendire'de kalması, Şehzâde Ahmed'in ise Karaman Eyâleti’ne nakledilmesi gerektiğini savunsa da başta pâdişah olmak üzere çoğunluk
Şehzâde Ahmed'in hükümdar olmasını istediğinden kendisine haber
gönderdi. Karar verildikten sonra Pâdişah Bayezit, Rumeli beylerini çağırarak onlardan Şehzâde Ahmed'e îtirâz
etmeyeceklerine dâir söz aldı. Rumeli beyleri gibi Selim'i destekleyen yeniçeriler ise Ahmed'in hükümdarlığını önlemek için "Senin sağlığında biz başkasını pâdişah
istemeyiz" diye têminât vermişti. Filibe'de bulunan Şehzâde Selim ise tüm bunları adamları vâsıtasıyla
öğreniyordu.
Babasının, verdiği ahidnâmeye uymadığını anlayan Şehzâde Selim 40.000 kişilik
kuvvetle, Çorlu'da babasının kuvvetlerinin olduğu ovaya girdi.
Ağustos 1511 târihinde vukû bulan savaş sonunda Selim
kuvvetleri bozuldu. Şehzâde tâkip
edenlerin elinden zorla kurtularak Karadeniz sâhiline
geldi ve kendisine katılanlarla İğneada (İnada)'dan gemiyle Kefe'ye gitti. Selim'in bu mağlûbiyeti üzerine, Ahmed'e derhâl
İstanbul'a gelmesi yazıldı.
Vezîriâzam Hersekzâde, daha önce verilen ahidnâmeye sâdık kalınması, hiçbirinin bir diğerine tercih
edilmemesini savundu. Ayrıca askerin Selim'den taraf olduğunu, Kapıkulu Ocaklarını Ahmed tarafına çevirdikten sonra saltanâtı terk etmesini ve Ahmed'i İstanbul'a getirtmeyerek Konya'da alıkoymasını pâdişâha arz ettiyse de bu sözü dinlenmedi.
Şehzâde Ahmed İstanbul'a vardığının ertesi günü pâdişah îlan edildi.
Yeniçerilerin Ayaklanması ve Sultan Selim'in Cülûsu
Şehzâde Ahmed'in hükümdarlığını
tanımayan yeniçeriler,
bununla kalmayıp içlerinde devlet ileri gelenlerinin evlerinin de olduğu birçok
evi talan etti. Yeniçeriler, Selim'e sadâkat göstererek onun gelmesi ve velîaht olması gerektiğinde
ısrar etti. Bunu haber alan Ahmed Anadolu'ya döndü. Selim karşıtları bunun üzerine Şehzâde Korkut'u hükümdar yapma düşüncesiyle kendisini acele İstanbul'a dâvet ettiklerine dâir haber yolladılar. Bunun üzerine
İstanbul'a gelen Korkut'a yeniçeriler hürmet gösterse de, Selim'den başkasını
istemediklerini söylediler (Yenibahçe Ayaklanması 6 Mart-24 Nisan 1512). Bu durum üzerine zor duruma düşen ve
artık hükmü ve nüfûzu kalmayan Sultan Bayezit, Selim'i İstanbul'a dâvet etti. Bayezit
başlangıçta saltanattan
çekilmeye yanaşmayarak Selim'e, Şah İsmâil üzerine yapılacak sefere serdar tâyin etmeyi teklif etse de; Selim ordunun başında hükümdârın bulunması gerektiğini söyleyerek bu
teklifi reddetti. Bayezit oğlunun hükümdar olma isteği ve asker ile bâzı devlet
adamlarının Selim'den taraf olduğunu görünce saltanâtı Selim'e terk etti (Nisan 1512). Selim'in cülûsu da 23 Mayıs'ta gerçekleştirilmiştir.
Bayezit tahttan çekilip istirahat
edeceği Dimetoka'ya gitmek üzere yola çıksa da Dimetoka'ya varamadan Çorlu civârında ansızın vefât etti. Bu konuda kayıtlar Bayezit'in;
yolda giderken hastalandığından ya da ihtiyarlığından ötürü eceliyle öldüğünü
söylese de, “Tâcü't-Tevârih”'te zehirlenmek sûretiyle öldüğünden bahsedilmektedir.
Ayrıca Şehzâde Ahmed'in Memluk Sultânı'na yazdığı mektupta babası Bayezit'in hastalanarak vefât
ettiği duyurulduktan sonra halk arasında vefâtının kardeşi Selim tarafından
yapıldığı görüşünün yaygın olduğunu yazmıştır.
Şehzâdelerin Bertaraf Edilmesi ve Taht Kavgasının
Sonlandırılması
Selim'in Osmanlı tahtına oturması
sorunlu olmuştur. Babası Bayezit başta olmak üzere devlet erkânınca müstakbel pâdişah
olarak görülen Şehzâde Ahmed, Yavuz'un iktidârı ele geçirmesini
hazmedememiştir. Ahmed; Konya'da hükümdarlığını îlan etmekle kalmamış, 19 Haziran 1512'de
oğlu Alâeddîn’i göndererek Bursa'yı da ele geçirmiştir. Alâeddîn, Bursa Subaşısı’nı öldürterek pâdişahlık alâmeti olan hutbeyi babası Şehzâde Ahmed adına okutmuştur. Bu
duruma karşılık Selim, 29 Temmuz 1512'de Bursa'ya geçerek Alâeddîn’i şehri
terke zorlamıştır. Bu olayın üzerine, Şehzâde Ahmed taraftarı olan ve onunla
gizli iletişimi de olan Sadrâzam Koca Mustafa Paşa'yı îdam ettiren Yavuz, dördüncü defâ Hersekzâde Ahmed Paşa'yı sadrâzamlığa getirmiştir. Yavuz, sorun çıkarmaması için Saruhan Sancakbeyi iken ölen Şehzâde
Mahmud'un oğulları Kastamonu Sancakbeyi Orhan (1494-1512), Emirhan
(Emirhan henüz küçük olduğundan sancakbeyliğine yollanmamıştı) ve Sinop Beyi Mûsâ (1490-1512)'yı;
Şehzâde Âlemşah’ın oğlu Çankırı Sancakbeyi Osman'ı ve Şehzâde Şehenşâh’ın
oğlu babasının ölümü üzerine Konya'ya tâyin edilen Mehmed Bey'i
ortadan kaldırtmıştır.
Selim'in pâdişahlığını tanıyan öz
ağabeyi Şehzâde Korkut
bunun üzerine Saruhan Sancakbeyliğine tâyin edilmiştir. Yavuz
Sultan Selim, öz ağabeyinin fikrini öğrenmek için, bâzı devlet adamlarının
ağzından pâdişah olmasını arzu eder tarzda mektuplar yazdırmış, Şehzâde
Korkut’un, mektuplara müspet cevaplar vermesi üzerine Manisa kuşatılmıştır. Korkut 1513'te Bergama yakınlarında yakalanmış, ardından Sultan Selim,
ağabeyini 9 Mart 1513'te yay kirişiyle boğdurtmuştur.
Yavuz'un yanındaki devlet adamlarının lisânından Ahmed'e mektuplar yazılarak, şehzâdelerin ve Vezîriâzam Koca MustafaPaşa'nın öldürülmesinden ve kendilerinin zor durumda olduğundan
şikâyet edilmiş ve Şehzâde Ahmed'i ilk çarpışmada kendisine iltihak
edeceklerine inandırmışlardı. Bunun üzerine Ahmed Bursa üzerine yürümüş fakat Yenişehir Ovası'nda yapılan mücâdeleyi kaybetmiştir. Daha sonra esir edilen
Ahmed de Kapıcıbaşı Sinan Ağa'ya boğdurulmuştur. Devlete isyan suçunun had cezâsı olarak îdam olunan Şehzâde Ahmed, böylece 38 gün önce îdam edilen
kardeşi Şehzâde Korkut'la
aynı kaderi paylaşmıştır. Bu yolla Selim, tahtın tek hâkimi konumuna gelmiştir
(Ocak 1514). Sâdece Şehzâde Ahmed'in Kâsım adındaki oğlu Memluklara ilticâ etti ve Murad
adındaki diğer oğlu ise Şah İsmâil'in yanında bir süre kaldı. Murad, İran'da sancakbeyi derecesinde bir
hizmette iken vefât etti.
İran Seferi
Çaldıran Savaşı
Sultan Selim tahta çıktığında Osmanlı
İmparatorluğu sıkıntılı bir dönem yaşıyordu. Bu bunalımlı dönemin en büyük
nedeni doğudaki Şîî Safevî Devleti olarak kabul
edilmekteydi. Bu devletin ortadan kalkmasıyla Anadolu'daki Osmanlı egemenliği sağlamlaşacak ve doğudan
gelebilecek tehditlere karşı dağlık Doğu Anadolu Osmanlı savunmasını
güçlendirecekti. Yavuz Sultan Selim'in bir başka amacı da doğudaki bütün İslam devletlerini tek bir
devlet çatısı altında birleştirmekti.
Yavuz Sultan Selim bu amaçlarla, 1514
yılı baharında ordusuyla
birlikte İran Seferi’ne
çıkmıştır. Oğlu Süleyman'ı 50.000 kişilik kuvvetle Anadolu'da emniyet olarak bırakmıştır. Osmanlı kuvvetleri, Erzincan'dan Tebriz'e doğru yürüyüşlerine böylece başlamıştır.
Uzun süre geçmesine rağmen Şah İsmâil'in ordusu ile karşılaşılmaması üzerine bâzı önde gelenler
tarafından asker kışkırtılmıştı. Hattâ bu askerler Selim'in çadırına ok ve
kurşun atma cesâretini dahi göstermiştir. Bunun üzerine çadırdan çıkıp atına
binen Selim askere kısa ama etkili bir konuşma yapmış, böylece askeri teskin
etmiştir. Yavuz bu konuşmasında şöyle demiştir:
"Ey asker kıyâfetli korkaklar; çoluğunu, çocuğunu, karısının kucağını muhârebeye tercih edenleriniz varsa geri dönsünler! Ben buraya geri dönmek için gelmedim. Bu meşakkatlerin çekileceğini tahta çıktığım zaman söylemiştim. Şimdi niçin itâat etmiyorsunuz? Siz harbe girmezseniz, ben yalnız başıma girerim!"
Bu hitap karşısında asker heyecâna gelerek yoluna devam etmiştir. Her ne kadar bu ayaklanmayı çıkaranları bilse de bu işi savaş sonrasında halletmeye karar vermiştir.
"Ey asker kıyâfetli korkaklar; çoluğunu, çocuğunu, karısının kucağını muhârebeye tercih edenleriniz varsa geri dönsünler! Ben buraya geri dönmek için gelmedim. Bu meşakkatlerin çekileceğini tahta çıktığım zaman söylemiştim. Şimdi niçin itâat etmiyorsunuz? Siz harbe girmezseniz, ben yalnız başıma girerim!"
Bu hitap karşısında asker heyecâna gelerek yoluna devam etmiştir. Her ne kadar bu ayaklanmayı çıkaranları bilse de bu işi savaş sonrasında halletmeye karar vermiştir.
Osmanlı ve Safevî orduları Çaldıran Ovası'nda 23 Ağustos 1514 târihinde karşılaştı. Osmanlı Ordusu'nun yaya kuvvetleri daha çok
olmasına karşın, Safevî Ordusu’nun süvârîleri fazlaydı. Ancak Safevî Ordusu'nda top yoktu; buna
karşın Osmanlı'da topçu kuvvetleri bulunuyordu. Kânûnî döneminde
hazırlanmış olan Şükrî-i Bitlisî'nin "Selimnâme" adlı eserinde; Safevî askerleri, kırmızı çubuğa dolanmış
sarıklar, miğfer ve zırhla; Osmanlı Ordusu ise önde tüfek ve
mızraklı dört yeniçeriyle zırhsız ve miğfersiz olarak resmedilmiştir. 24
Ağustos'ta gerçekleşen savaşta Osmanlı kuvvetleri zafer kazanırken, Safevîler bozguna uğramıştır. Savaşın kazanılmasında Osmanlı Ordusu’nda
ateşli silahların olması belirleyici olmuştur. Bu durum Safevîlerle sürekli mücâdele hâlinde olan Özbeklerin de menfaatlerine olmuştur. Zâten daha önce Özbekler
ile Osmanlılar arasında siyâsî ilişkiler güçlenmiş
ve ortak düşman Safevîlere karşı müttefiklik kurulmuştu.
Bozguna uğrayan Şah İsmâil, kaçarak hayâtını kurtarmıştır. Yavuz yoluna devam ederek
Tebriz'e girmiş, bu olayı müteâkip şehirdeki birçok sanatçı ve
ilim adamı İstanbul'a gönderilmiştir. Bu zafer sonucunda Şah İsmâil eski
prestijini kaybetmiştir. Bu sâyede Doğu Anadolu'da Osmanlılar için bir tehlike kalmamıştır. Çaldıran Zaferi'nden sonra, Erzincan ve Bayburt kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine geçmiştir.
15 Eylül 1514'te Tebriz'den Karabağ'a hareket eden Yavuz kışı orada geçirip, baharda İran'ı tümüyle almayı amaçlasa da şartlar müsâit olmadığı için
Amasya'ya gitmişti. Bundan önce Nahçıvan'da iken askerlerin bâzı köy evlerini yakmalarını vesile
ederek, askeri kontrol etmede ihmalkâr oldukları söylemişti. Bu nedenden ötürü Vezîriâzam Hersekzâde Ahmed Paşa ve İkinci Vezir Dukakinoğlu Ahmed Paşa * azledildi.
Kışı Amasya'da geçiren Sultan Selim, ilkbaharda tekrar İran Seferi’ne çıkacağı için top ve cephâneyi Şarkîkarahisar’da bırakmıştır. Selim, Amasya'da oturduğu sırada
Dukakinoğlu Ahmed Paşa'yı vezîriâzam ve defterdar; Pîrî Mehmed Paşa *'yı da üçüncü vezir îlan etti. Ancak
Dukakinoğlu'nun vezîriâzam olmasından 2 ay sonra, yine devlet adamlarının
kışkırtmasıyla Şubat 1515 târihinde yeniçeri isyânı oldu. Bunun üzerine
Yavuz Sultan Selim ayaklanma sebebini araştırmış, sonuçta askeri ayaklanmaya teşvik
ettiği ve ayrıca Dulkadiroğlu'yla ittifak olup mektuplaştığı anlaşılan Sadrâzam Dukakinoğlu Ahmed
Paşa îdam edilmiştir. Bu olay üzerine Selim bir süre vezîriâzamlığa
kimseyi tâyin etmemiştir.
Yavuz Sultan Selim, askerin vaziyeti
sebebiyle İran üzerine tekrar sefer yapılamayacağından,
emniyet sağlamak amacıyla doğu ve güney sınırlarına âit bâzı yerlerin ele
geçirilmesi gerektiğine karar verdi.
Doğu ve Güney Sınırlarındaki Önemli Kale ve Şehirlerin
Fethi
Sultan Selim öncelikle Kemah Kalesi’ni de alarak işe başlamıştır. Ardından İran Seferi sırasında, şâha karşı savaşa katılması istenen, buna karşın Safevîlere ve Mısır Memluklarına yardımda bulunan, ayrıca kendisine bağlı bâzı aşîret reisleri de Osmanlı
zahîre kollarını vurduran Dulkadiroğlu Alâüddevle’nin
üzerine gidilmesine karar vermiştir. Dulkadiroğulları Beyliğinin üzerine Şehsüvaroğlu Ali Bey yollanmış, 12 Haziran 1515'te kazanılan Turnadağ Zaferi ile de beylik toprakları Osmanlı'ya
geçmiştir.
Safevî Devleti'nin batı sınırındaki şehir ve kalelerden en önemlilerinden biri olan Diyarbakır'ın da alınmasına karar veren Sultan Selim, Osmanlı
Devleti'ne gelmiş olan bilim adamı İdrîs-i Bitlisî vâsıtasıyla bu şehri sulh yoluyla almaya çalışmış ve bunda
da başarılı olmuştur. Diğer taraftan yine İdrîs-i Bitlisî'nin yardımıyla Mardin de Osmanlı topraklarına katılmıştır. Böylelikle Urmiye, İtak, İmâdiye, Siirt, Eğil, Hasankeyf, Palu, Bitlis, Hizan, Meyyafarikin ve Cizre; Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Bu târihlerde Memluk Devleti’ne
tâbi olan Ramazanoğulları Beyliğinin başında Mahmud Bey bulunuyordu. Bu zaferlerden sonra
Osmanlı'yla yakınlaşan Mahmud Bey'i Memluk Devleti azletmiş, bunun üzerine
Mahmud Bey de Yavuz Sultan Selim'e tabiiyetini resmen arz etmiştir.
Ramazanoğulları Beyliğinin kendiliğinden teslim olup Osmanlı'ya tâbi olmasıyla
Anadolu'da
birlik sağlanmıştır.
Mısır Seferi
Mercidâbık Savaşı
Osmanlılar ile Memluklar arasında, Fâtih Sultan Mehmet devrinden beri süregelen
anlaşmazlıklar bulunsa da İran Seferi, Memluklar ve Safevîlerin ittifak yapmalarına neden olmuştur. Ayrıca Yavuz'un Safevîlere
karşı sefere çıktığını haber alan Memluk Sultânı, ordusunu Osmanlı sınırına kaydırmıştı. Yavuz Sultan Selim
döneminde, Dulkadiroğulları Beyliğine son verilmesi, Osmanlılar ile Memluklar arasındaki mevcut
gerginliği daha da arttırdı. 1516 yılında Sadrâzam Hadım Sinan Paşa * komutasındaki Osmanlı Ordusu’nun
Suriye’den geçmesine Memlukların izin vermemesi üzerine, Yavuz
Sultan Selim 5 Haziran 1516'da Mısır Seferi’ne çıkmış, 27 Temmuz günü Osmanlı Ordusu Mısır sınırına dayanmıştır.
Memluk Sultanlığına bağlı Antep (18 Ağustos 1516) ve
Besni (19 Ağustos 1516) kaleleri birer gün arayla teslim olmuştur. Ancak asıl savaş 24 Ağustos 1516'da
Halep yakınlarında Mercidâbık'ta gerçekleşmiş, Memluk Ordusu Osmanlıların ezici top ateşi karşısında fazla
dayanamamıştır. Savaş sonunda yaşlı Memluk Sultânı Kansu Gavri atından düşerek ölmüştür.
Ridâniye Savaşı
28 Ağustos 1516'da Halep'e giren Yavuz Sultan Selim hiçbir direnmeyle karşılaşmadan
şehri teslim almıştır. Hama (19 Eylül 1516), Humus (21 Eylül 1516) ve Şam (27 Eylül 1516) aynı şekilde teslim olurken, Lübnan Emirleri de Osmanlı
hâkimiyetini kabul etmiştir. 21 Aralık, 1516'da Sadrâzam Sinan Paşa
komutasındaki Osmanlı Ordusu Han Yunus Savaşı’nda Canberdi Gazâlî'yi yenmiş, böylece Filistin yolu açılmıştır.
Yoluna devam eden Yavuz 30 Aralık
1516'da Kudüs'e girmiş ve Kudüs'teki kutsal yerleri ziyâret etmiştir.
Osmanlı Ordusu 2 Ocak 1517'de Gazze'ye girmiştir. Mercidâbık Savaşı'ndan sonra Memluk Devleti'nin başına geçen Tomanbay; Osmanlı hâkimiyetini kabul etmediği gibi, barış teklifi
için gelen Osmanlı elçisini
öldürtmüştür. Tomanbay, Venediklilerden top ve silah alarak Ridâniye'de kuvvetli bir savunma hattı kurmuştur. Yavuz Sultan
Selim, ordusuyla birlikte Sina Çölü'nü 5 gün içinde (11 Ocak-16 Ocak) geçerek, Ridâniye'de Memluk
Ordusu ile karşılaşmıştır. Memluk Ordusu'na, El-Mukattam Dağı'nın etrâfını dolaşarak güneyden saldıran Yavuz Sultan
Selim, bu manevra sâyesinde Memluk Ordusu'nun yönleri sâbit olan toplarını
etkisiz hâle getirmiştir.
Memluk Sultânı Tomanbay çok büyük çabalarla yaptığı savaş hazırlıklarına rağmen
22 Ocak günü Ridâniye Savaşı’nı kaybetmekte olduğunu anlayınca en cesur askerleri ile
bir birlik kurup Osmanlı komuta merkezine bir baskın düzenledi. Sultan Selim'in
otağı
sandığı vezîriâzamın çadırına girdi ve Vezîriâzam Hadım Sinan Paşa * öldürüldü. Bu suikast baskınının da istenen hedefi bulmaması sonucu, Tomanbay
savaş alanından kaçtı. Böylece 22 Ocak 1517'de Ridâniye Zaferi kazanılmıştır. Fakat
bu savaş çok zâyiatlı geçmiş ve her iki taraf da 25.000 kadar asker
kaybetmiştir.
24 Ocak 1517'de Kâhire alınmıştır. 4 Şubat 1517'de Yavuz törenle Kâhire'ye girmiş
ve Mısır Memluklarına bağlı Abbâsî Halîfeliğine son vermiştir.
Kâhire'yi hiç zâyiat ve şehrin sosyal ve ekonomik hayâtına zarar
vermeden eline geçirmek niyetiyle 25 Ocak'ta Sultan Selim direniş göstermeden
teslim olan bütün Memlukların affedileceğini îlan etti. Fakat Tomanbay ve ona yakın Memluk komutanları gerilla tipi direniş organize etmeye
başladılar ve bu nedenle Kâhire ancak üç gün süren çok şiddetli savaştan sonra ele geçti ve şehir kısmen yıkıldı ve binlerce kişi
öldü. 4 Şubat 1517'de Yavuz törenle Kâhire'ye girdi ve "Yusuf Nebî
Tahtı"na oturdu. Memluklar Nil Deltası'nda ve Yukarı Mısır'da direnişe devam ettiler. Fakat
fazla zaman geçmeden Osmanlı güçleri bu direniş merkezlerini elimine edip Tomanbay'ı
yakalamayı başardılar. 13 Nisan 1517'de Tomanbay Kâhire Kalesi kapısında asılarak îdam edildi. Bu zaferle birlikte Memluk Devleti yıkılmış, toprakları
Osmanlı egemenliğine girmiştir.
Bu seferde çok büyük ganîmet elde edilmişti ve Mısır'daki Osmanlı Ordusu erzak ve mühimmât
gerektiriyordu. Sultan Selim İstanbul'a gemi ile haber göndererek 80 parça yarar gemi ve 20 parça
kadırgadan oluşan bir filonun İstanbul'dan acele gönderilmesini
istedi. Bu sırada İstanbul çok şiddetli bir kış geçirmekte idi; Haliç donmuştu ve İstanbul Kaymakamı (Muhâfızı) Pîrî Paşa * hemen istenilen filoyu gönderemedi. Hâlbuki tersânede çok sayıda yeni gemi, özellikle 6 top gemisi ve 5 at
gemisi yapılmış hazır bekliyordu. Top gemileri o zamâna kadar tersânede yapılan
gemilerin en büyüklerinden olup her birine yirmi yedişer “vukiyye demür atar
darbezen” topları yerleştirilmişti. Destek filosu ancak 26 Mart'ta İstanbul'dan
yol almaya başladı. İskenderiye Limanı’na ulaşan filo orada Sultan Selim için çok
görkemli bir donanma gösterisi
sergiledi. Ele geçen hazîneler ve ganîmet malları bu filoya yüklenerek 15
Temmuz'da İstanbul'a gönderildi.
Mısır Seferi sonunda Suriye, Filistin ve Mısır, Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Ayrıca Hicaz ve yöresi de Osmanlı topraklarına katılmıştır. Doğu ticâret
yolları tamâmen Osmanlıların eline geçmiştir. Elde edilen ganîmetler ve alınan vergilerle Osmanlı Hazinesi dolmuştur. 6 Temmuz 1517'de Kutsal Emânetler Osmanlı eline geçmiştir. Ayrıca Kıbrıs'taki Venedikliler Memluklara verdikleri vergiyi Osmanlılara ödemeye başlamıştır.
Mısır'ın alınmasıyla Baharat Yolu da Osmanlı kontrolüne geçmiştir. Devrin en önemli iki ticâret
yolu Baharat ve İpek Yolu'nu ele geçiren Osmanlı bu sâyede
Avrupa ülkeleri, ekonomik yönden Osmanlılara bağımlı
duruma gelmiştir. Ancak Ümit Burnu'nun keşfi nedeniyle bu avantaj uzun süreli
kullanılamamıştır.
Bunlara ek olarak, Mısır'ın Osmanlı hâkimiyetine
girmesi ve Tomanbay'ın ölümünden sonra; Yavuz Sultan Selim, Kansu Gavri'nin kendisine rakip olarak çıkardığı kardeşi Ahmed'in oğlu Kâsım'ı ele geçirtmiş ve öldürtmüştür.
Şah İsmâil'in Elçi Göndermesi
Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Savaşı'ndan sonra Şah İsmâil'in barış için yaptığı teklifleri kabul etmemiş olup, Doğu
Seferi'ne
devam etme amacını taşıyordu. Ancak, Şam'a geldiğinde Şah İsmâil'in nâme ve hediyeleriyle elçilerini oraya gelmiş buldu; Şah İsmâil'in barış yapma husûsunda
bu kadar istekli olması Mısır Seferi'nden sonra kendi üzerine bir başka sefer daha yapılmasını
olası görmesiyle açıklanabilir. Şah İsmâil yolladığı nâmesinde saygı dolu ifâdeler
kullanıp şöyle diyordu:
"Sen birçok belde ve tebaaya mâlik oldun; bilhassa Mısır'ı almakla Hadimü’l Haremeyn-i Şerîfeyn unvânını aldın. Şimdi sen arzın İskender'isin; aramızda geçen geçmiştir; bir daha geri gelmez; sen memleketine git, ben de memleketime gideyim; aramızda Müslümanların kanlarını dökmeyelim, arzun ve maksadın ne ise onu ben yerine getiririm."
"Sen birçok belde ve tebaaya mâlik oldun; bilhassa Mısır'ı almakla Hadimü’l Haremeyn-i Şerîfeyn unvânını aldın. Şimdi sen arzın İskender'isin; aramızda geçen geçmiştir; bir daha geri gelmez; sen memleketine git, ben de memleketime gideyim; aramızda Müslümanların kanlarını dökmeyelim, arzun ve maksadın ne ise onu ben yerine getiririm."
Sultan Selim askerin yorgun olması
nedeniyle Şah İsmâil
üzerine gitmedi; bununla berâber Şah İsmâil'den gelebilecek herhangi bir
saldırıya karşı tedbir almayı da ihmal etmemiştir. Yavuz, dönüş yolunda Mercidabık Mevkii’ne
geldiğinde Vezîriâzam Pîrî Mehmed Paşa *'yı 2.000 yeniçeri ve bir hayli eyâlet askeri ile Diyarbakır tarafına yolladı, kendisi de İstanbul'a hareket etti. Pîrî Mehmed Paşa bir süre Fırat Nehri kenarında kaldı; Şah İsmâil'in hiçbir harekette
bulunmaması üzerine verilen emir ile Edirne'de bulunan pâdişâhın yanına geldi.
Kızılbaş Celal
Ayaklanması
Bozok Türkmenlerinden ve Amasya'nın Turhal kasabası halkından Celal isminde tımarlı bir Kızılbaş ayaklanarak 20.000 kişi toplayıp Tokat'a gelmişti. Bu hâdisenin bastırılması için Rumeli Beylerbeyi Ferhad Paşa görevlendirilmişti.
Aynı zamanda Şehsüvaroğlu Ali Bey de olaydan haberdar edilmişti. Ferhad Paşa gelmeden önce;
Ali Bey, Kızılbaş Celal'in
üzerine yürümüş ve Celal'i mağlup etmiştir (1518).
Batı Seferi Hazırlığı
Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi'nden döndükten sonra donanmaya önem vermiş, hazırlık yapmaya başlamıştı. Bu hazırlığın
ne tarafa olacağı henüz bilinmediğinden Venedikliler telaşlanmış, Kıbrıs Adası’na âit vergiyi vermekle berâber her ihtimâle karşı adayı da askerî
yönden takviye etmişler, ayrıca Avrupa'da müttefik aramaya
başlamışlardı. Bununla berâber seferin ne tarafa gerçekleştirileceği muğlâktır. Ayrıca Papa X. Leo'nun
Osmanlılara karşı sefer yapılması amacıyla çalışmaları olduğu da bilinmektedir.
Papa, Osmanlı'ya karşı ittifak yapma amacıyla İspanya, Avusturya, Fransa ve İngiltere devletleriyle görüşmekteydi. Donanmadaki hazırlığın esâsen,
olası bir Haçlı Seferi'ne
karşı denizde de üstün olmak amacıyla yapılmış olması olasıdır.
Bir kısım devlet ileri geleni de Rodos'un fethi konusunda Sultan Selim'i teşvik ediyordu. Ancak
Selim adanın zaptı için hazır bulunan dört aylık levâzımı yeterli bulmamıştı.
Daha önce Fâtih Sultan Mehmet tarafından da kuşatılan Rodos'un, fethedilmesinde
yine başarısız olunmasını istemediğinden dolayıdır ki Sultan Selim çok daha iyi
hazırlanılmasını emretmiştir.
Yavuz Sultan Selim, donanma
faaliyetleriyle berâber yapacağı seferin yönü hakkında kesin kararı vermeden önce Edirne'ye gitmeye karar vermiştir.
Ölümü ve Târihe Bıraktıkları
Yavuz Sultan Selim'in saltanâtı kısa sürmüş olsa da Osmanlı İmparatorluğunun, oğlu
Süleyman döneminde altın çağını yaşamasına zemin hazırlamıştır. Sultan Selim,
babasından devraldığı boş hazîneyi ağzına kadar doldurmuştur. Yaygın bir efsâneye göre; hazînenin
kapısını mühürledikten sonra, şöyle vasiyet etmiştir:
"Benim altınla doldurduğum hazîneyi, torunlarımdan her kim doldurabilirse kendi mührü ile mühürlesin, aksi hâlde Hazîne-i Hümâyun benim mührümle mühürlensin."
Bu vasiyet tutulmuş, o târihten sonra gelen pâdişahların hiçbiri hazîneyi dolduramadığından, hazînenin kapısı Osmanlı'nın yaklaşık 400 yıl sonraki iflâsına kadar Yavuz'un mührüyle mühürlenmiştir.
"Benim altınla doldurduğum hazîneyi, torunlarımdan her kim doldurabilirse kendi mührü ile mühürlesin, aksi hâlde Hazîne-i Hümâyun benim mührümle mühürlensin."
Bu vasiyet tutulmuş, o târihten sonra gelen pâdişahların hiçbiri hazîneyi dolduramadığından, hazînenin kapısı Osmanlı'nın yaklaşık 400 yıl sonraki iflâsına kadar Yavuz'un mührüyle mühürlenmiştir.
Sultan Selim, Mısır Seferi'nden sonra Batı Seferi'ne başlamak amacıyla vezîriâzamı kapıkulu askerleriyle Edirne'ye göndermiş, sonra kendisi de Ağustos 1520'de Edirne'ye doğru yola çıkmıştır. Ancak Selim, sırtında bir çıban çıkmasından ötürü
rahatsızlanmıştır. Halk arasında "yanıkara" olarak da isimlendirilen bu çıban, şirpençe ya da aslanpençesi ismiyle bilinmektedir. Hoca Sâdeddîn Efendi, yazılarında Yavuz Sultan Selim'in ölümüne sebep olan çıban
hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir ve bundan ötürü günümüzde kaynak olarak
genelde onun yazılarına başvurulmaktadır. Yazılarına göre; Yavuz Sultan Selim,
Edirne'ye harekete karar verdikten sonra bir gün musâhibi Hasan Can'a sırtına
bir şeyin battığını söylemiş, bunun üzerine Hasan Can, elini hükümdârın sırtına
sokmuş fakat bir şey bulamamıştır. Ancak ikinci sefer yine aynı şeyden
şikâyet edince o zaman Hasan Can, Sultan Selim'in sırtına bakmış ve henüz baş
vermiş, etrâfı kızarmış ve tam olgunlaşmamış sert bir çıban görmüştür. Bunu
Sultan Selim'e söyleyince, Sultan çıbanı sıkmasını istemişse de Hasan Can: "Pâdişâhım, büyük bir çıbandır, henüz
hamdır, zorlamak câiz değildir, bir münâsip merhem koyalım" demiş,
bunun üzerine Sultan Selim "Biz
Çelebi değiliz ki, bir çıban için cerrahlara mürâcaat edelim" cevâbını
vermiştir. O geceyi ıstırap içinde geçiren hünkâr, ertesi gün hamama giderek orada çıbanı sıktırıp zedeletmiş, fakat bu da ıstırabını
artırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Bunun üzerine Hasan Can'a "Seni dinlemedik amma kendimizi helâk
ettik" deyip çıbanın mâcerâsını anlatınca Hasan Can "neredeyse
aklım başımdan gidiyordu" diyecektir. Bütün bu sıkıntılara rağmen Yavuz,
sefer daha önce kararlaştırıldığı için geri dönmeyerek hasta olduğu hâlde
Ağustos 1520 târihinde Edirne'ye doğru yola çıkmıştır.
Yavuz, Çorlu'da kırk gün Başhekim Ahmed Çelebi tarafından tedâvî edilmiş
fakat yara yine de büyüyüp açılmıştır. Hareket edemeyecek kadar yorgun düşen
Yavuz, tedâvîden ümidini kesince Edirne'de bulunan Vezîriâzam Pîrî Mehmed Paşa ile Vezir Çoban Mustafa Paşa'yı ve Rumeli Beylerbeyi Ahmed Paşa *'yı acele
yanına çağırtmış ve vasiyetini belirtmiştir. Ayrıca acele edip yetişmesi için
Manisa Sancakbeyi olan oğlu Şehzâde Süleyman'a haber göndermiş
ancak oğlu gelmeden 1520 yılında 21 Eylül'ü 22'sine bağlayan gece Çorlu karargâhının bulunduğu köyde vefât etmiştir. Sultan Selim'in vefâtı,
tek oğlu olan Manisa Sancakbeyi Şehzâde Süleyman gelinceye kadar gizli tutulmuştur.
Süleyman'ın İstanbul tarafına gelip kadırga ile saraya indiği haber alındıktan sonra, Sultan Selim'in vefâtı
ve yeni pâdişâhın İstanbul'a
geldiği îlan edilmiştir.
Devlet erkânı, derhâl İstanbul'a gelip yeni pâdişâhı tebrik ettikten sonra Selim'in naaşı,
bütün ilgililer tarafından Edirnekapı hâricinde, bağlar ucunda karşılanıp, hazırlanmış bulunan
tabuta konmuştur. Fâtih Câmii'nde cenâze namazı kılındıktan sonra, o târihlerde Mirzâ
Sarayı
denilen günümüzdeki Sultan Selim Câmii yanındaki mahalleye
defnedilmiştir. Türbesi,
oğlu Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır.
Yavuz Sultan Selim; 22 Eylül 1520'de aslanpençesi (şirpençe) denilen bir çıban yüzünden vefât ettiğinde oğluna, dolu
bir hazîne, güçlü bir ordu ve iç karışıklıklara
son verilmiş bir devlet bırakmıştır. Kânûnî Sultan Süleyman, Fâtih Câmii'nde
babasının cenâze namazını kıldıktan sonra, onu Sultan Selim Câmii avlusundaki türbeye
defnettirmiştir.
Halîfelik
Mısır Seferi sonucunda kutsaltopraklar Osmanlı hâkimiyetine girmişti. 6 Temmuz 1517'de Kutsal Emânetler (Emânet-i Mukaddese) denilen ve aralarında Hz. Muhammed Peygamber'in hırkası, dişi,
sancağı ve kılıcı da bulunan eşyâları, Hicaz'dan Yavuz Sultan Selim'e gönderilmiştir. Böylece 29 Ağustos
1516'da Hilâfet, Abbâsî soyundan Osmanlı
soyuna geçmiştir.
Yavuz Sultan Selim, Ayasofya Câmii'nde yapılan bir törenle, son Abbâsî Halîfesi III. Mütevekkil'den kutsal toprakları aldığı zaman oradaki idârecilerin
kullandığı "Hâkimü'l Haremeyn" (Kutsal Beldelerin Hâkimi)
sıfatını uygun görmeyip kendini "Hadimü'l Haremeyn" (Kutsal Beldelerin Hizmetkârı)
îlan etmiş, kendi deyimiyle "Hadimü’l Haremeyn-i Şerîfeyn", yâni "Mekke ve Medîne'nin Hizmetkârı" unvânını devralmıştır.
O dönemde Halîfe olan III. Mütevekkil İstanbul'a taşınmış ve ömrünün sonuna kadar orada Osmanlı
koruyuculuğunda, siyâsî yetkiye sâhip olmadan yaşamıştır. Her ne kadar
Hilâfet, Osmanlı Sultanlarına geçse de, Halîfe sıfatı Osmanlı
belgelerinde sıkça kullanılmış değildir. Hattâ şaşaalı bir elkab kullanan Kânûnî Sultan Süleyman gibi bir sultanda dahi Halîfe unvânına rastlanmaz.
Resmî olarak ilk kez Küçük Kaynarca Antlaşması ile Osmanlı Pâdişâhı, Halîfe olarak Rus idâresine giren Kırım Müslümanlarının koruyucusu olarak gösterilmektedir. Osmanlı'da Hilâfet
iddiâlarının kurumsallaşıp oturması ancak II. Abdülhamit ile gelişecektir.
Bâzı araştırmacılar Yavuz'un kulağına
küpe taktığı ve bunun Mısır Seferi zamânına dayandığını iddiâ
etmektedir. Ancak bu konuda çeşitli görüşler vardır. Bâzı târihçiler Sünnî mezhebinin İslam Hukûku’nda erkeklere câiz olmayan küpeyi ilk Osmanlı Halîfesi Yavuz Sultan Selim'in
takmasına ihtimal bile vermezken, bâzı târihçiler ise bunun gerçek olduğu ve bâzı
sebeplere dayandığını iddiâ etmektedir.
Yavuz'un kulağına küpe taktığına inanan
târihçilerden çoğu bunun İslâmî bir gönderme olduğunu savunmaktadır. Bunu şöyle ifâde
ederler:
"Yavuz, kutsal sayılan Kâhire Câmii'ne girdiğinde Kâhireliler ona Hâkim-i Haremeyn (Kutsal Yerlerin Hâkimi) sıfatını verirler ama o bu sıfatı kabul etmez ve "Ben olsam olsam Hademe-i Haremeyn (Kutsal Yerlerin Hademesi) olabilirim" der. Bu olay üzerine o dönemde hademelerin taktığı küpeyi ister ve kulağına bu işâreti, hademelerin taktığı küpeyi geçirir." Diğer bir görüşe göre ise Mısır Seferi'nde kulaklarında küpesi olan insanları görüp "Bu insanlar neden küpe takıyor?" diye sormuş ve "köle (kul) oldukları için" cevâbını almış ve bunun üzerine "Biz de Allah'ın kuluyuz!" diyerek küpe takmaya başlamıştır. Bunu şöyle açıklarlar: "Taktığı küpe o dönemde köleler tarafından takılan cinstendi, o da kendisini Allah'ın kölesi, kulu olarak görüyordu bunu da kölelerin taktığı küpelerden takarak ifâde etmiş oluyordu".
"Yavuz, kutsal sayılan Kâhire Câmii'ne girdiğinde Kâhireliler ona Hâkim-i Haremeyn (Kutsal Yerlerin Hâkimi) sıfatını verirler ama o bu sıfatı kabul etmez ve "Ben olsam olsam Hademe-i Haremeyn (Kutsal Yerlerin Hademesi) olabilirim" der. Bu olay üzerine o dönemde hademelerin taktığı küpeyi ister ve kulağına bu işâreti, hademelerin taktığı küpeyi geçirir." Diğer bir görüşe göre ise Mısır Seferi'nde kulaklarında küpesi olan insanları görüp "Bu insanlar neden küpe takıyor?" diye sormuş ve "köle (kul) oldukları için" cevâbını almış ve bunun üzerine "Biz de Allah'ın kuluyuz!" diyerek küpe takmaya başlamıştır. Bunu şöyle açıklarlar: "Taktığı küpe o dönemde köleler tarafından takılan cinstendi, o da kendisini Allah'ın kölesi, kulu olarak görüyordu bunu da kölelerin taktığı küpelerden takarak ifâde etmiş oluyordu".
Bu görüşe katılmayan târihçiler ise
Yavuz'un küpe takmadığını, böyle resimlerin Yavuz döneminden uzun süre sonra
yapıldığını ve gerçeklik değerinin olmadığını savunmaktadır. Bunu şöyle
açıklamaktadırlar:
"İslam Hukûku’na göre kulakların
küpe takılmak üzere delinmesi ve küpe takılması, kadınlar için câiz görülmüş;
ama erkekler için câiz görülmemiştir. Bâzı hukukçular, erkek çocukların da
kulaklarının delinebileceğini ve bu tür bir olayın Hz. Muhammed zamânında
yapıldığı hâlde yasaklanmadığını ileri sürmektedirler. Her halükârda ergen
erkeklerin kulaklarını deldirmeleri ve küpe takmaları, çoğu hukukçulara göre
haram ve bâzılarına göre ise mekruhtur; yâni kısaca câiz değildir. İşte bu
şer'î hükmü bilen Yavuz Sultan Selim'in kulağını deldirip küpe taktığına ihtimal
dahi vermiyoruz. Zîrâ Yavuz, Mısır Seferi dönüşünde oğlu Süleyman’ın süslü
elbiselerini görünce, "Bre Süleyman, sen böyle giyinirsen, anan ne
giysin?" dediğini biliyor ve onun şahsî hayâtında sâde ve süsten uzak
olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. Yavuz, süs ve ihtişamdan hoşlanmayan bir pâdişahtır. Doğru olan resimlerinde, pala bıyıklar vardır; ancak
küpe yoktur." Yine aynı görüşe sâhip bâzı târihçilere göre ise bu küpeli
resim Şah İsmâil'e
âittir. Bu görüşün nedenini ise şöyle ifâde ediyorlar: "Başında Şîî mezhebinin alâmeti olan kızıl börk ve bunun üzerinde
İran Şahlarına mahsus taç vardır. Ayrıca küpe de Şîa Mezhebi'nde câiz
görülmektedir."
Islahat Çalışmaları
Askerî Alanda Islahatlar
Dulkadiroğlu Beyliğinin ilhâkından sonra İstanbul'a dönen Sultan Selim, gerek Çaldıran Savaşı öncesi, gerekse
Amasya'da asker tarafından yapılan yağma, serkeşlik ve isyan hareketleri üzerine bâzı tedbirler alıp derhâl uygulamaya
koyma zarûretini duymuştur. Askeri tam bir disiplin altına alıp Yeniçeri Ocağı'nı ıslah etmek amacıyla, Ocak üzerinde an'ane gereğince
büyük bir nüfûzu bulunan ocak ihtiyarlarını huzûruna çağırarak Amasya'daki itâatsizliğin
müsebbiplerinin kimler olduğunu sormuştur. Bunlar, yine ocak anlayış ve
yardımlaşması gereği olarak "Cümlemüz
mücrimüz, devletlû Hüdâvendigâr’dan afvumuzu reca
eylerüz" diye cevap vermişlerdir. Pâdişâhın devlet ricâlini bu yolla
sorguya çekmesi sonucu ortaya birtakım isimler çıkmış; bunlardan Kadıasker Tâcîzâde Câfer Çelebi, İkinci Vezir İskender Paşa ve Sekbanbaşı Balyemez Osman Ağa'nın da dâhil olduğu devlet adamları isyan teşvikçileri
olduklarından îdam edilmiştir. Bunu müteâkip Sultan Selim, Yeniçeri Ocağı'nın ıslâhı için, ihtiyarlarla anlaşıp bâzı tedbirler
almıştır. Buna göre, bundan böyle yeniçeri ağası saray tarafından; ocak erkân-ı harbiyesi de saltanat makâmınca tâyin edilecekti. Bu sûretle,
yüksek kumanda heyetini daha sıkı bağlarla saltanat makâmına bağlamıştır.
Donanma Faaliyetleri
İstanbul'un Fethi'nden beri orada hâlâ esaslı bir tersâne
yapılmamıştı. Bizans İmparatorluğu zamânından kalma, bir kadırga tersânesi
ve Haliç'te küçük bir tersâne olsa da; kadırga tersânesi bakımsızlıktan kullanılmayacak durumda, Haliç'teki
ise ihtiyâcı karşılayamayacak kadar küçüktü.
Osmanlı Donanması'nı geliştirmek isteyen Yavuz Sultan Selim, Ağustos 1518'de
Edirne'ye gitmeden bu doğrultuda İstanbul'da Frenklerin tersânesine eş bir tersâne yapılmasını emretmiştir.
Bunun için Haliç'te önceden Bizans tersânesi olan yerde yapılması uygun görüldü. Ancak burası
uzun zamandır terk edildiğinden, mezarlık olmuştu. Bu mezarlıktan tersâne
olacak kadar bir yer ayrıldıktan sonra çıkarılan ölü kafaları ve kemikleri uzun
hendekler kazılarak oraya gömüldü. Ayrıca hendeklerin başına mezar olduğunu
belirtmek için baş ve ayakuçlarına işâret konulmuştu. Böylece tersâne gözleri
160'a çıkartıldı. Selim tersâneyi daha da büyüterek, Galata'dan Kâğıthâne Deresi’ne kadar büyüterek 300 kadar inşâât tezgâhı yapmayı
amaçlasa da bu amacını gerçekleştiremeden vefât etmiştir. Yavuz Sultan Selim zamânında
devlet merkezinde kurulan Haliç Tersânesi Osmanlı İmparatorluğunun
sonuna kadar kullanılmaya devam etmiştir.
Donanma geliştirilmesi için hazırlıklar
da aynı zamanda devam etti. Her biri 700 tonluk 150 gemi için Arap kürekçiler getirtildi. Memlukların Kızıldeniz donanmasının komutanı olan Selman Reis İstanbul'a çağrıldı. Kısa zamanda İstanbul ve Gelibolu Tersânelerinde
250 gemilik bir donanma hazırlandı. Rodos Sen Jan Şövalyeleri’nin reisi bu hazırlıkların Rodos'a yönelik olmasından
korkarak savunma önlemlerini artırdı. Fakat bu donanmayı bir sefer için kullanmaya
Sultan Selim'in ömrü yetmedi.
Îmar Faaliyetleri
Yavuz Sultan Selim, dedesi Fâtih Sultan Mehmet zamânında kullanılan Haliç Tersânesi'ni kapasite olarak arttırmıştır. Konya'da Mevlevî Tekkesi'ne su getirmiştir. Medreselerin yanında, sosyal ve ticârî alanda hizmet verecek birçok
binâ inşâ ettirmiştir. Hayâtı yoğun savaşlarla geçen Yavuz Sultan Selim, Diyarbakır Fâtihpaşa ve Elbistan Ulu Câmii'ni inşâ ettirmiştir. Ayrıca Şam Sâlihiye'de Muhyiddin İbn Arabiye Câmii ve imâret inşâ ettirmiş, ayrıca Muhyiddin İbn Arabî'nin türbesini de bulup yaptırmıştır. I. Selim, 1516'da Şam
Sultan Selim Câmii'ni yaptırmıştır. Ayrıca Mısır Seferi sırasında Hindistan ve Çin haritalarını da yaptıran Selim'e, Pîrî Reis tarafından 1513 yılında tamamlanan harita 1517 yılında
Mısır'da Pîrî Reis'in kendisi tarafından sunulmuştur. Temelini attırdığı
İstanbul Sultan Selim Câmii'ni bitirmeye ömrü yetmemiş; bu eser oğlu I. Süleyman
tarafından tamamlanmıştır. Sultan Selim bunlara ek olarak 1514 yılında Üsküdar'da Karacaahmet Cüzzamhânesi’ni yaptırmıştır.
Edebî Eserleri
Arapça ve bilhassa Farsçaya çok hâkim olan Selim'in, kendi el yazısı ile “Selimî”
mahlasıyla yazılmış olan Farsça manzûmeleri günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'nde bulunmaktadır. Farsçanın yanında Türkçe şiirleri de bulunan Selim'in, Farsça olan dîvânı 1306 yılında İstanbul'da basılmış olup, 1904 târihinde de Alman İmparatoru II. Wilhelm'in emri ile Paul Horn tarafından Berlin'de yeniden neşredilmiştir.
Şah İsmâil İle İlginç Diyalogları
Yavuz Sultan Selim, İran Seferi'ne çıkmak için 19 Mart 1514 târihinde Edirne'den İstanbul'a hareket etmişti. Bir ay sonra Üsküdar'a geldiğinde, Şah İsmâil'in halîfelerinden olan Kılıç adında biri vâsıtası ile şâha Farsça nâme gönderdi. Sultan Selim, İzmit'ten gönderdiği mektûbunda: şâhın Müslümanlığa uygun olmayan hareketlerinden, mezâliminden bahis ile
kendisinin Müslümanlığı takviye ve mezâlimi kaldırmak için faaliyete geçtiğini,
yaptığı işler nedeniyle katline fetvâ verildiğini ve kılıçtan evvel İslâmiyet’i kabul etmesi lâzım
geldiğini ve atlarının Safer ayında İstanbul'dan hareket ettiğini ve bizzat muhârebeye
hazır olacağını bildirmişti. Yavuz mektûbunda şöyle diyordu:
"Fitneler çıkardınız, İslam büyüklerine küfürler ediyorsunuz, bunun cezâsı katildir, üzerinize geliyorum, işgal ettiğiniz Osmanlı memleketlerini geri veriniz."
Elçi Kılıç, Şah İsmâil'i Hamedan'da bularak mektûbu vermiş, o da muhârebeye hazır olduğunu bildirmiştir. Şâhın bu cevâbı Osmanlı Ordusu Erzincan'a geldiği sırada alınmıştır. Lütfî Paşa Târihi’ne göre Şah İsmâil mektûbu getiren Kılıç'ı öldürtmüştür.
"Fitneler çıkardınız, İslam büyüklerine küfürler ediyorsunuz, bunun cezâsı katildir, üzerinize geliyorum, işgal ettiğiniz Osmanlı memleketlerini geri veriniz."
Elçi Kılıç, Şah İsmâil'i Hamedan'da bularak mektûbu vermiş, o da muhârebeye hazır olduğunu bildirmiştir. Şâhın bu cevâbı Osmanlı Ordusu Erzincan'a geldiği sırada alınmıştır. Lütfî Paşa Târihi’ne göre Şah İsmâil mektûbu getiren Kılıç'ı öldürtmüştür.
Şah İsmâil, muhârebeye hazır olduğunu belirten mektûbunda: "Er isen meydana gelirsin, biz de
intizardan kurtuluruz" demiş ve Yavuz'a bir kadın elbisesiyle, yaşmak
yollamıştır. Yavuz bu mektûba cevâbını Erzincan'dan yollamıştır. Yavuz'un bu mektûbunda Şah İsmâil er meydanına
dâvet ediliyor ve hâlâ kendisinden bir eser olmadığı beyan ediliyordu. Şah İsmâil
bu mektûba cevap olarak; gerek II. Bayezit zamânındaki ve gerek kendisinin
Trabzon Sancakbeyliğindeki dostluklarından bahsederek aradaki düşmanlığın neden ileri geldiğinin
bilinmediğini, Osmanlı Hânedânı’yla kadîm dostluklarından ötürü Timur zamânındaki gibi fenâ bir netîcenin olmasını istemediğini beyan
etmektedir. Ayrıca Yavuz'un mektûbunda hakâretvâri tâbirlerden şikâyet ile
mektup yazan kâtiplerin yazılarını afyon têsiriyle yazdıkları için bir altın hokka ile afyon mâcunu
yolladığını da mektûbunda belirtmiştir. Şah İsmâil'in afyon macunu yollaması
yoluyla, II. Bayezit'in afyonkeşliği sebebiyle oğlunun da babası gibi olduğu
îmâ edilmektedir.
Yavuz Sultan Selim bu ağır mektûba ağır
cevap vermiştir:
"Dâvete icâbet edip uzun yolları kat ile memleketine girdik; fakat sen meydanda görünmüyorsun. Pâdişahların ellerindeki memleket onların nikâhlısı gibidir; erkek ve yiğit olanlar kendisinden başkasının ona elini dokundurtmazlar; hâlbuki bunca gündür askerimle memleketine girip yürüyorum, hâlâ senden bir haber yok. Seni korkutmamak için askerimden 40.000 kişiyi ayırıp Sivas ile Kayseri arasında bıraktım; hasma mürüvvet ancak bu kadar olur. Bundan sonra da saklanıp gözükmezsen erkeklik sana haramdır, miğfer yerine yaşmak ve zırh yerine çarşaf ihtiyar eyleyip serdarlık ve şahlık sevdâsından vazgeçesin."
Yavuz bu mektûbuyla berâber Şah İsmâil'in gönderdiklerine karşılık kendisinin kökenini telmihen hırka, şal, asâ, misvak ve şedden (kuşak) ibâret tarîkat levâzımı yollamıştır. Böylece Yavuz, Şah İsmâil'in dervişlikten geldiğine gönderme yapmıştır.
"Dâvete icâbet edip uzun yolları kat ile memleketine girdik; fakat sen meydanda görünmüyorsun. Pâdişahların ellerindeki memleket onların nikâhlısı gibidir; erkek ve yiğit olanlar kendisinden başkasının ona elini dokundurtmazlar; hâlbuki bunca gündür askerimle memleketine girip yürüyorum, hâlâ senden bir haber yok. Seni korkutmamak için askerimden 40.000 kişiyi ayırıp Sivas ile Kayseri arasında bıraktım; hasma mürüvvet ancak bu kadar olur. Bundan sonra da saklanıp gözükmezsen erkeklik sana haramdır, miğfer yerine yaşmak ve zırh yerine çarşaf ihtiyar eyleyip serdarlık ve şahlık sevdâsından vazgeçesin."
Yavuz bu mektûbuyla berâber Şah İsmâil'in gönderdiklerine karşılık kendisinin kökenini telmihen hırka, şal, asâ, misvak ve şedden (kuşak) ibâret tarîkat levâzımı yollamıştır. Böylece Yavuz, Şah İsmâil'in dervişlikten geldiğine gönderme yapmıştır.
Alevî Katliamı İddiâsı
Bu görüşe katılmayan bâzı
akademisyenler bu sayının gerçeklikten uzak olduğuna inanır. Târihçi Mustafa Akdağ, "Yavuz Sultan Selim'in o zaman,
Kızılbaş mezhepli 40.000 kişi
öldürttüğü hakkında târihlere geçmiş bir rivâyet vardır… Ancak, biz bunu pek
şişirilmiş bir sayı bulmaktayız. Çünkü bu Pâdişah devrine âit pek çok mahkeme
defterleri hâlâ elimizdedir. Bunlar üzerinde yaptığımız araştırmalarda, bu
çapta kitle îdamlarına rastlayamadık. Eğer öyle kanlı bir olay geçseydi, bu
defterlerde yer alması zorunlu idi." diyerek bu iddiâların gerçekçi
olmadığını ifâde etmektedir.
Sayıyı abartılı bulan bir diğer târihçi
Robert Mantran
ise şöyle ifâde ediyor:
"Göründüğü kadarıyla, bu "büyücü avı", özellikle olaylara bulaşan tımar sâhiplerini yerlerinden atmak ve bilinen elebaşları öldürmekten ibâret kaldı. 1513 ya da 1514'te olan 40.000 sapkının kırılması efsânesini destekleyen hiçbir kanıt yok elimizde; sayılar karşısında Doğulu baş dönmesiyle alabildiğine damgalı görünüyor bu."
"Göründüğü kadarıyla, bu "büyücü avı", özellikle olaylara bulaşan tımar sâhiplerini yerlerinden atmak ve bilinen elebaşları öldürmekten ibâret kaldı. 1513 ya da 1514'te olan 40.000 sapkının kırılması efsânesini destekleyen hiçbir kanıt yok elimizde; sayılar karşısında Doğulu baş dönmesiyle alabildiğine damgalı görünüyor bu."
Diğer yandan, Alevîlerin öldürüldüğü görüşünü destekleyen akademisyenler ise,
Yavuz Sultan Selim'in şeyhülislâmı olan Müftü El Hamza'nın 1512 târihli Kızılbaşlarla ilgili
bir fetvâsını
göstermekte ve bu fetvânın katliamların izni olduğuna inanmaktadır. Bu fetvâda,
Kızılbaşlar kâfir ve dinsiz olarak tanımlanmış, onları öldürmenin vâcip ve farz
olduğu söylenmiştir:
"Müslimanlar bilün ve agâh olun, şol tâife-i Kızılbaş
ki reisleri Erdebil-oğlu İsmail’dür, Peygamberimizün Aleyhi’s Selât ve’s-Selâm
şeri’atini ve sünnetini ve Dîn-i İslâm ve ilm-i dînî ve Kur’ân-ı Mübîni
istihfaf itdükleri ve dahi Allah-u Teâlâ harâm kılduğı günahlara helaldür
didükleri ve istihfafları ve Kur’ân-ı Azîmi ve mushafları ve kütüb-i şeri’ati
tahkir idüb oda yakdukları ve dahi ulemâya ve sulehâya ihânet idüb kırub
mescidleri yıkdukları ve dahi reisleri la’ini mâbud yirine koyub secde
itdükleri ve dahi Hazret-i Ebî Bekr’e radıyallahu anhu ve Hazret-i Ömer’e
radıyallahu anhu söğüb Hilâfetlerine inkâr itdükleri ve dahi Peygamberimüzün
hâtûnu Âişe Anamuza (radıyallahu anha iftirâ idüb) söğdükleri ve dahi
Peygamberimüzün Aleyhi’s-Selât ve’s-Selâm şer’ini ve dîn-i İslâm’ı götürmek
kasdın itdükleri bu zikr olunan ve dahi bunların emsâl-i şer’e muhâlif
kavilleri ve fiilleri bu fakir katında ve bâkî ulemâ-i Dîn-i İslam katlarında
(tevâtürle) mâlum ve zâhir olduğı sebebten biz daha şeri’atün hükmi ve kitablarımuzun
nakli ile fetvâ virdük ki ol zikr olınan tâife kâfirler ve mülhidlerdür ve dahi
her kimse ki ânlara meyl idüb ol bâtıl dinlerine râzı ve muâvin olalar, anlar
dahi kâfirler ve mülhidlerdür, bunları kırub cemâatlerin dağıtmak (cem-i Müslimanlara)
vâcib ve farzdur, Müslimanlardan ölen sa’id ve şehid cennet-i a’lâdadur ve anlardan
ölen hor ve hakir cehennemün dibindedür, bunlarun hal’i kâfirler hal’inden
eşedd ve ekbahdur, zîrâ bunların bugazladukları ve dahi saydları gerekse
gayrden alsunlar bâtıldur ve dahi bunlar kimseden mîras yemek yoktur (ve bir nâhiye
ehli ki bunlardan ola) Sultân-ı İslâm e’ezze’l-lahu ensârehu içün vardur ki
bunlarun (ricâllerin katl idüb) mallarını ve nîsalarını ve evladlarını Guzât-ı İslâm
arasında kısmet ide ve bunların ba'de’l-alız levbelerine ve nedâmetlerine iltifat
ve i’tibar olınmayub katl oluna ve dahi bir kimse ki bu vilâyetde olup anlardan
idüği biline ve yâhud anlara giderken tutula katl oluna ve bicümle bu tâife hem
kâfirler ve mülhidlerdür ve hem ehl-i fesaddur, iki cihdetden katil(leri) vâcibdür.
Allahümme ensur men nasâre’d-dîne ve ahzel men hazâle’l-Müslimîne, el-Müftî ez’Afu’l-ibâd
Hamza el Fakir eş-Şehir bi Saru Görez."
Eşleri
Not: I. Selim'in dört eşi olduğu belirtilmektedir. Adları bilinenler:
- Ayşe Hafsa Sultan
- Ayşe Sultan: Kırım Hânı I. Mengli Giray'ın kızıdır.
Erkek Çocukları
- Süleyman: Babasından sonra tahta geçmiştir.
- Orhan: küçük yaşta ölmüştür.
- Mûsâ: küçük yaşta ölmüştür.
- Korkut: küçük yaşta ölmüştür.
Kız Çocukları
- Beyhan Sultan, (ö. 1559). Ferhad Paşa’nın eşi.
- Hatice Sultan (Hanım Sultan olarak da bilinir), (ö. 1538). İskender Paşa'nın eşi. 2. eşinin Pargalı İbrâhim Paşa * ** *** olduğu bâzı kaynaklarda iddiâ edilse de bu bilgi tartışmalıdır.
- Hafsa Sultan, (ö. 1538). İskender Paşa'nın eşi.
- Fatma Sultan, Kara Ahmed Paşa'nın eşi.
- Yenihan Sultan (Yeni Şah Sultan olarak da bilinir)
- Şah Sultan, (ö. 1572). Lütfî Paşa *'nın eşi olup boşanmışlardır.
- Hanum Hâtun Sultan, Çoban Mustafa Paşa'nın eşi.
Not: Kız çocuklarının sayısının 10
olduğu söylenmektedir.
Dönemin Sadrâzamları
Koca Mustafa Paşa (Kara Mustafa Paşa): * ** (1511-1512)
Hersekli Ahmed Paşa (Hersekzâde Ahmed Paşa): * ** *** (1497-1498), (1503-1506), (1511-1511), (1512-1514),
(1515-1516)
Dukakinoğlu Ahmed Paşa: * (1514-1515)
Arnavutluk'u yönetmiş bir âileden gelmekteydi. Kendi irâdesi ile
Müslüman olup Osmanlı hizmetine girmiş ve hızla
yükselerek Çaldıran Savaşı dönüşünde vezîriâzamlığa getirilmişti. Ayrıca Yavuz Selim'in kız kardeşinin dâmâdıydı Yavuz Selim, Amasya'da kışladığı sırada, ilkbaharda tekrar İran üzerine gidileceği haberi ile yeniçeri ayaklandı. Yeniçeriler, Dukakinoğlu Ahmed Paşa ile Vezir Pîrî Paşa'nın
evlerini bastılar, dîvâna gelerek bağırıp çağırdılar. Yavuz Selim olay hakkında
yaptırdığı gizli soruşturma sonucu olayın Dukakinoğlu Ahmed Paşa'nın tertîbi
olduğunu öğrendi. Bunun üzerine Dukakinoğlu Ahmed Paşa, 1515 yılının mart
ayında Yavuz Selim'in eliyle önce hançerlendi, sonra da yığıldığı yerde ak hadım ağaları tarafından kafası kesildi.
Hadım Sinan Paşa: * (1516-1517)
Doğu Bosna’da Boroviniç isminde asil bir âileye mensuptur. Enderun’da yetişti. Sarayda çeşitli görevlerde bulunduktan sonra Bosna Sancakbeyliği ile dış hizmete çıktı
(1514). Yavuz Sultan Selim’in İran üzerine hareketi sırasında Maltepe Mevkii’nde (Nisan 1514) Mustafa Paşa yerine Anadolu Beylerbeyi oldu. Çaldıran Savaşı’nda Osmanlı Ordularının sağ kanadına komuta etti. Savaş sırasında Şah İsmâil’in komutanlarından Ustaclu Mehmed Hân’ın saldırısını
başarıyla karşıladıktan sonra karşı taarruza geçip, Safevî Ordusu’nu
arkadan çevirerek zaferin kazanılmasında önemli rol oynadı. Savaş sonunda, şehit
olan Hasan Paşa’nın yerine Rumeli Beylerbeyi oldu (Eylül 1514).
Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Savaşı dönüşünde daha önceki isyan teşebbüsleri sebebiyle suçlu bulduğu Vezîriâzam Dukakinoğlu Ahmed Paşa *’yı Amasya’da îdam ettirdi ise de boşalan göreve kimseyi getirmedi. 1515
ilkbaharında Sinan Paşa’yı Dulkadiroğlu Alâüddevle üzerine gönderdi. Hadım Sinan Paşa, Alâüddevle’yi mağlup ettikten sonra başını keserek Yavuz
Sultan Selim’e gönderdi ve bu başarısından dolayı boş bulunan vezîriâzamlık makâmı
kendisine verildi. Bu vazîfede üç ay kalan Sinan Paşa’nın yerine beşinci defâ
olmak üzere Hersekzâde Ahmed Paşa * getirildi. Ancak
Hadım Sinan Paşa’nın azledilmesi herhangi bir hatâ sebebiyle olmadığından
kendisine karşı pâdişâhın teveccühü devam ediyordu. Nitekim çok geçmeden Diyarbekir taraflarında İranlıların bâzı hareketlerinden dolayı pâdişah, Hersekzâde’yi
azlederek hapsettirdikten sonra yerine tekrar Sinan Paşa’yı getirdi (1516).
Hadım Sinan Paşa, Mısır Seferi’ne hazırlanan ordunun seraskeri olarak Diyarbekir’e gönderildi. Daha sonra Elbistan Ovası’nda Sultan Selim’in kuvvetlerine katıldı. Mercidâbık Savaşı’nın kazanılmasında büyük kahramanlıklar gösterdi (1516).
Kansu Gavri’nin
yerine Mısır-Memluk tahtına çıkan Tomanbay’ın mücâdeleye devam etmesi üzerine Selim Han, onu dört bin
kişilik kuvvetle Gazze üzerine gönderdi. Sinan Paşa, Gazze’yi kısa sürede
fethetti. Daha sonra Ridâniye Savaşı’nda Yavuz Sultan Selim, El-Mukattam Dağı’nı dolaşarak Mısır ordularının gerisine sarkarken, Sinan Paşa’yı ise kendi yerine
Osmanlı merkez kuvvetlerinin başında bıraktı. Şiddetli saldırılarla geçen savaşı kaybetmek üzere olduğunu anlayan Tomanbay bütün kuvvetleri
ile Selim Hân’ı öldürmek için otağ-ı hümâyuna saldırdı. Yavuz Sultan Selim düşmanı geriden çeviren
kuvvetlerin başındaydı. Memluklar merkez kuvvetleri başındaki Sinan Paşa’yı pâdişah
zannederek bütün kuvvetleriyle bu hattâ saldırdılar. Sinan Paşa göğüs göğse
yapılan bu çarpışmalar sonucu şehit düştü.
Savaşın kazanılmasından sonra Yavuz
Sultan Selim, cesur, gözü pek, cihangir ve aynı zamanda muvaffakiyetli olan bu
değerli vezîrinin
vefâtından pek müteessir oldu ve “Yusuf Aleyhisselâm’ın
tahtına nâil oldum, fakat Sinan gibi sâdık ve cesur serdârımdan ayrıldım!”
sözleriyle elemini dile getirdi.
Devşirme Yunus Paşa: * (1517-1517)
Kökenin Rum, Sırp ya da Hırvat olması konusunda çeşitli rivâyetler vardır. Ancak yeniçerilikten gelme bir devşirmedir. Rumeli Beylerbeyi iken Kubbealtı vezîri olmuştur.
Ridâniye Savaşı sırasında, Osmanlı Ordusu Mısır çöllerini geçerken
tam on beş bin deve ile ordunun su gereksinimini karşılamıştır. Bu başarısı
nedeniyle, Vezîriâzam Hadım Sinan Paşa * şehit düşünce sekiz gün
içinde vezîriâzam ve Mısır Beylerbeyliğine atanmıştır. Bu iki görevin verdiği güç ile hemen bir
rüşvet ve haraç düzeni kurmuştur. Bunun duyulması üzerine Mısır Beylerbeyliğine
Çerkez Hayır Bey getirilmiş, kendisi sâdece
vezîriâzam bırakılmıştır.
Sefer dönüşü Yavuz Sultan
Selim yolda "Mısır arkamızda
kaldı" demiştir. Beylerbeyiliğin elinden alınması nedeniyle serzenişte
bulunmuş ve "Evet, bu kadar zahmet
çekildi. Ordunun yarısı kumlar içinde mahvoldu. Mısır'ı yine böyle Çerkesler elinde
bırakacağımız bilinseydi, zahmet çekilip buraya kadar gelinmezdi"
demiştir. Bu sitem nedeniyle öfkeden çılgına dönen Yavuz Sultan Selim hemen
orada kellesini vurdurmuştur.
Pîrî Mehmed Paşa: * ** (1517-1523)
Aksaray Zincirlikuyu Medresesi müderrislerinden meşhur Cemâleddin Aksarâyî torunlarından olup
babası ulemâdan
Mehmed Celâleddin b. Ahmed Çelebi'dir. Ana tarafından soyu Lârende'de medfun Mevlânâ Hamazatüddin’dir. Amasya'da yetişmiş, medrese tahsîli görmüş, kadılık etmiş ve daha sonra devlet hizmetine girip II. Bayezit zamânında
Anadolu Defterdârı olmuştur.
Başdefterdarlıkla İran Seferi’ne iştirak etmiş, bir harp meclisinde söylemiş
olduğu sözler Sultan Selim'in takdîrini kazanmış ve seferden dönüşte Nahçıvan'a gelindiği zaman azlolunan Mustafa Paşa'nın yerine vezir olmuştur. Hersekzâde Ahmed Paşa'nın son defâ veziriazamlıktan azlinde, Pîrî Paşa da azil ve emekli edilmiş ve
Yavuz'un Mısır Seferi’ne
hareketi üzerine İstanbul Muhâfızı tâyin olunmuştur.
Mısır'dan dönüşte Yunus Paşa'nın îdâmı
üzerine İstanbul'dan getirtilerek Şam'da padişahla buluşup vezîriâzam tâyin edildi ve Yavuz 'un vefâtına kadar mevkiini muhâfaza
ettiği gibi oğlu Sultan Süleymân'a da üç sene vezîriâzamlık yaptıktan sonra
1525'te vezâret haslarıyla emekli edildi.
İkinci Vezir Ahmed Paşa, sadrâzam olabilmek için Pîrî
Mehmet Paşa'nın yaşlılığını bahâne edip Kânûnî Sultan Süleymân'ı onu görevden
almaya iknâ etmeye çalışmış ve sonuçta başarılı olmuştur. Ancak pâdişah, ikinci vezîrin
yerine sadrâzamlığa Has Odabaşı İbrâhim Ağa *'yı getirtmiştir ve Pîrî Mehmed Paşa'ya maaş
bağlayarak onu emekli etmiştir. Sadrâzamlıktan emekli edildikten sonra Silivri'deki çiftliğine çekilen Pîrî Mehmed Paşa, saraya pek sık
gidip gelen biriydi ve hattâ Kânûnî ile arası o kadar iyiydi ki Makbul İbrâhim
Paşa bundan çok korktu ve sadrâzamlığa tekrar Pîrî Mehmed
Paşa'nın gelebileceği korkusuyla Mehmed Paşa'nın oğlu Mehmed Efendi'yle Makbul İbrâhim
Paşa anlaşmış ve buna göre Mehmed Efendi, babasını zehirleyerek öldürmüştür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapabilirsiniz.