1 Ocak 2015 Perşembe

II. BAYEZİT


II. BAYEZİT

Sekizinci Osmanlı Sultânı



Babası: II. Mehmet
Annesi: Gülbahar Hâtun
Doğum Târihi: 1450
Vefât Târihi: 26 Mayıs 1512
Saltanat Müddeti: 1481 - 26 Mayıs 1512
Türbesi: İstanbul’dadır.


Tahta geçtiğinde 511.000 km²'si Asya'da, 1.703.000 km²'si Avrupa'da olmak üzere toplam 2.214.000 km² olan imparatorluk toprakları, vefâtında yaklaşık olarak 2.375.000 km² idi.


Şehzâdeliği

II. Bayezit bâzı kaynaklara göre 1447'de, bâzı kaynaklara göre de 1448'de, 3 Aralık'ta, bugün Yunanistan sınırları içerisinde kalan, Osmanlılar zamânında ise Edirne'ye bağlı bir kazâ merkezi olan Dimetoka'daki Dimetoka Sarayı'nda dünyâya geldi. Babası Fâtih Sultan Mehmet ilme karşı büyük bir sevgi beslediği için, oğlu Bayezit'e her şeyden evvel kuvvetli bir tahsil verdirmeyi düşündü. İstanbul'un Fethi'nden sonra, 7 yaşlarındayken Hadım Ali Paşa * ** danışmanlığında Amasya Sancakbeyi olan Bayezit, burada o dönemin en ünlü âlimlerinden dersler aldı ve pâdişah olacak şekilde yetiştirildi. O günlerde Amasya kenti bir eğitim ve kültür merkeziydi. Devrin meşhur âlimlerinden dersler aldı, İslâmî ilimlerin pek çoğunu öğrendi. İslam ilmi alanında ders aldığı hocalarından birisi de Şeyh Yavsi - hünkâr şeyhi olarak bilinen Bayrâmî Tarîkatı şeyhi de olan Muhyiddin Mehmed-i İskilibî olmuştur. İslâmî ilmin yanı sıra matematik ve felsefe tahsîli de aldı. Ayrıca Şeyh Hamdullah'tan da hat dersleri aldı. Arapça ve Farsçanın yanı sıra; Çağatay Lehçesi ve Uygur Alfabesi’ni de öğrendi. Dînine bağlılığından dolayı kendisine "Bayezîd-i Velî" de denilirdi. Bayezîd-i Velî, şâirleri saraya toplar onlarla sohbet ederdi. Hattat ve bestekârdı. Adlî mahlasıyla şiirler yazdı. Ulemâ ve sanatkârlar için ayrıca bir fon ayırmıştı.

1473'te Otlukbeli Savaşı'nda sağ kol kumandanı olarak görev alan Bayezit, İran'dan gelen tüccarların mallarının yağmalanması üzerine gönderdiği kuvvetler 1479'da Torul ve çevresini Osmanlı topraklarına kattı.


Tahta Çıkışı

Fâtih Sultan Mehmet'in 4 Mayıs 1481'de Gebze yakınlarında vefât etmesi üzerine Sadrâzam Karamanlı Mehmed Paşa, Bayezit ve Bayezit'in kardeşi Cem'e ulaklar gönderdi. Ancak Cem, kendisine gönderilen haberci, yolda Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa tarafından yakalanarak alıkonduğu için babasının ölüm haberini geç öğrendi. Bu arada Bayezit'in tarafını tutan yeniçeriler İstanbul'da isyan ederek Cem Sultan taraftarı Karamanlı Mehmed Paşa'yı 4 Mayıs 1481'de öldürdüler ve Bayezit'in oğlu Şehzâde Korkut'u babasına vekâleten tahta çıkardılar.

Babasının vefâtını öğrenen ve devlet büyüklerinin, acele başkente gelmesi hakkında gönderdikleri mektupları alan II. Bayezit maiyyetinde 4.000 kişi olduğu hâlde Amasya'dan yola çıkıp 9 günde Üsküdar'a geldi. Ertesi gün oğlu Şehzâde Korkut'tan saltanâtı resmen teslim alıp 22 Mayıs 1481'de Osmanlı tahtına çıktı ve devleti idâre etmeye başladı. II. Bayezit ilk olarak kapıkullarına üçer bin Akçe cülus bahşişi dağıttı. Yeniçeri ulûfelerini 5 Akçe'ye çıkarttı.


Cem Sultan Meselesi

Cem Sultan, ağabeyi II. Bayezit'in pâdişahlığını kabul etmedi. Böylece Osmanlı Devleti II. Bayezit ile Cem Sultan arasında uzun süren ve en sonunda Avrupa'nın da içine karıştığı bir taht kavgasına sahne oldu.

II. Bayezit İstanbul'da tahta çıkmış olmasına rağmen Cem Sultan 4.000 askeriyle İnegöl önlerinde Bayezit'in henüz hazır olmayan Ayas Paşa * idâresindeki ordusu ile savaştı. Bu savaşı kazanan Cem Sultan Bursa'da kendi adına hutbe okutmak ve para bastırmak sûretiyle hükümdarlığını îlan etti. Bursa'da 18 gün saltanat süren Cem Sultan civardaki şehir ve kasabalara da hâkimiyetini kabul ettirdi ve II. Bayezit'e imparatorluğu eşit olarak paylaşma teklifinde bulundu. Buna göre imparatorluğun Anadolu toprakları Cem Sultan'a verilecekti. Ancak devletin ikiye bölünmesi anlamına gelen bu teklif, sâdece Bayezit tarafından değil tüm devlet ileri gelenleri tarafından dehşetle karşılandı. Osmanlı Devleti'nin bölünmesini kendi çıkarlarına uygun gören Avrupalılar ve Memluklar bu konuda Cem Sultan'ı desteklediler.

1481 Haziranında II. Bayezit'in ordusuyla Yenişehir Ovası’nda yaptığı savaşta yenilen Cem Sultan önce Konya'ya çekildi. Konya'da yeterince destek bulamayan Cem Sultan Tarsus'a geçti. Daha sonra da Memluk Sultânı’ndan aldığı dâvet üzerine Kâhire'ye gitti. Kâhire'de büyük ilgi gören Cem Sultan orada kaldığı süre içerisinde Mekke'ye giderek Hac vazîfesini yerine getirdi. Bu dönemde, ağabeyi II. Bayezit kendisine pâdişahlıktan vazgeçmesi hâlinde 1 milyon Akçe vermeyi teklif etti ama Cem Sultan bu teklifi reddetti. Benzeri teklifler tekrar yapıldıysa da, bunlar da sonuç vermedi. Memlukların ve eski Karaman Beylerinin yardımıyla tekrar bir ordu toplayan Cem Sultan, 27 Mayıs 1482'de Konya'yı kuşattı. Ancak Osmanlı Ordusu'nun Konya'ya hareket etmesi üzerine kuşatma kaldırıldı. İki taraf Akşehir'de karşılaştı. Savaşı kaybeden Cem Sultan Ankara'ya geçti. Ankara'da da kaçışına devam eden Cem Sultan 1482 yazında otuz kadar adamıyla birlikte Rodos'a gitti. Cem Sultan 29 Temmuz 1482'de Rodos Şövalyeleri’nin büyük üstâdı Pierre d'Aubusson tarafından büyük bir törenle karşılandı. Cem Sultan'ın amacı Rumeli'ye geçerek mücâdelesini sürdürmekti. Ancak bundan sonra bir daha hayatta iken vatanına dönemedi. Artık, Cem Sultan için Avrupa'da mâcerâlı bir esâret hayâtı başladı.

Cem Sultan Rodos'a çıkmasından sonra Papa VIII. Innocentius'un isteği üzerine Fransa'ya gönderildi. Bu gelişmeden sonra önceleri Osmanlı Devleti'nin bir iç meselesi olan taht mücâdelesi, böylelikle milletlerarası bir mesele hâline geldi. Bu olaydan çıkar sağlamak isteyen Papa VIII. Innocentius'un, Cem Sultan'a, Hıristiyan olması hâlinde onu Osmanlı Devleti'nin başına geçirebileceğini teklif ettiği söylenir. Osmanlı Devleti'ne karşı yeni bir Haçlı Seferi gerçekleştirmek için Cem Sultan'ı kullanmayı düşünen Papa VIII. Innocentius 1492'de öldü. Böylece Cem Sultan daha serbest bir hayâta kavuştu. Fakat bu defâ Fransa Kralı, Cem Sultan’ı kendi siyâsî emelleri için bir koz olarak kullanmak istedi. Bu amaçla hareket eden Fransa Kralı VIII. Charles Roma üzerine yürüyerek 26 Ocak 1495'te Cem Sultan'ı Papa'dan teslim aldı. Fransız Ordusu ile berâber yola çıkan Cem Sultan 25 Şubat 1495'te vefât etti. Bâzı kaynaklar, Cem Sultan'ın elindeki kıymetli rehineyi bırakmak zorunda kaldığı için Papa tarafından zehirletildiğini ifâde etmektedir.

Cem Sultan'ın ölümünü öğrenen II. Bayezit Osmanlı ülkesinde 3 gün yas îlan etti. Ülkedeki câmilerde Cem Sultan için gıyâbî cenâze namazı kılındı. Ayrıca II. Bayezit kardeşinin günahlarının bağışlanması için fakirlere 100.000 Akçe sadaka dağıttı.

İtalya'da toprağa verilen Cem Sultan'ın cenâzesi de pazarlık konusu oldu. Uzun süren bir mücâdelenin ardından Cem Sultan'ın cenâzesi, vefâtından 4 sene sonra 1499'da Osmanlı topraklarına getirildi. Mudanya'da karaya çıkarılan cenâze Bursa'da Murâdiye Câmii'nin hazîresinde kardeşi Şehzâde Mustafa'nın da mezarının içinde bulunduğu türbeye gömüldü.

Cem Sultan Avrupa'da iken, İspanyollar karşısında yenilgiye uğrayan Endülüs'teki Müslümanlar Osmanlı Devleti'nden yardım istediler. II. Bayezit kardeşi Cem Sultan'ın Avrupa’da esir olması sebebiyle gerekli yardımı tam anlamıyla yapamadıysa da Kemal Reis'i İspanya'ya gönderdi. Kemal Reis İspanya'daki Müslümanları Kuzey Afrika’ya, Yahudileri de Selânik ve İstanbul'a taşıdı. 1492 yılında Müslümanların yanı sıra 150 bin kadar Yahudi de Osmanlı topraklarında yerleştirildi.


İtalya'dan Geri Çekilme

1480 yılında Fâtih Sultan Mehmet hayatta iken Osmanlılar İtalya'nın ele geçirilmesi için ilk adım teşkil etmek üzere yarımadanın güneydoğusunda (çizmenin topuğu) yer alan Otranto Kalesi’ni ele geçirmişlerdi. Fâtih'in ölümü ve Şehzâde Cem'le II. Bayezit arasındaki taht mücâdelesi, İtalya'nın fethi projesinin bir daha ele alınmamak üzere terk edilmesine neden oldu. Kısa bir süre sonra Osmanlı hâkimiyetindeki Otranto Kalesi elden çıktı.

Napoli Krallığı, elindeki kuvvetlerle Osmanlı ile baş edemeyeceğinin farkındaydı. Ayrıca Osmanlıların İtalya'da bulunmasının krallığın geleceği için iyi olmadığını da biliyordu. O nedenle Napoli Kralı, dâmâdı Macaristan Kralı Matthias Corvinus'tan ve aynı hânedâna mensup bulunduğu, o zamanlar Aragon olarak adlandırılan Kuzey İspanya Kralı’ndan acele yardım istedi. Macaristan Kralı’nın gönderdiği 2.000 atlı ve diğer İtalyan devletlerinden aldığı yardımcı kuvvetlerle Otranto Kalesi önlerine geldi. Bu orduyu denizden Napoli, Papalık ve İspanya gemilerinden müteşekkil bir donanma destekliyordu. Fâtih Sultan Mehmet'in ölüm haberi buraya da ulaşmış ve Osmanlı askerleri arasında büyük bir isteksizlik ortaya çıkmıştı. Tam bu sırada komutan Gedik Ahmed Paşa *, yanına aldığı bir miktar asker ve donanma ile ânî bir şekilde Otranto'yu terk etti. Bir rivâyete göre bunu kendi kararıyla, bir diğerine göre ise Sultan Bayezit'in isteği ile gerçekleştirmiştir. Gedik Ahmed Paşa Otranto'da 8.000 kadar asker ve asker için bir buçuk senelik mühimmât bıraktı. Bu kadar kuvvet ile büyük bir orduya karşı konulması da mümkün değildi. Mukâvemet edip 8.000 askeri hebâ etmek yerine kalenin teslim edilmesine karar verildi. Osmanlı kuvvetleri, askerlerin tüm silah ve cephânelerini yanlarına alarak çekilmesine izin verilmesi hâlinde, kaleyi teslim edeceklerini taahhüt ettiler. Kaleye yardım gelmesinden korkan Napoli Kralı bu anlaşmayı kabul etti. Böylece 8.000 Osmanlı askeri tüm mühimmatları ile gemilere binip, Otranto Boğazı'nı geçerek Arnavutluk'ta Osmanlı topraklarına çıktı.

Napoli Kralı, Türklerin yeniden İtalya'ya çıkmaması için II. Bayezit'in elçisi ile görüştü ve Türklerin İtalya'ya bir daha sefer düzenlememesi vaadine karşılık Napoli, götürülemeyen Türk toplarını, Napoli Krallığı içerisindeki bütün Türk ve Müslüman esirleri Osmanlı Devleti’ne geri verdi. Ayrıca dostça olmak şartıyla Donanma-yı Hümâyun'a, Adriyatik ve Yunan Denizi'nde serbestçe dolaşma hakkı tanıdı.

Nihâyetinde Osmanlı Devleti’nin, İtalya'daki tek kalesi olan Otranto ele geçirilmesinden 13 ay sonra 10 Eylül 1481'de kaybedildi. Böylece, Fâtih Sultan Mehmet tarafından başlatılan İtalya Seferi Osmanlı Devleti’nin iç problemleri sebebiyle sönük bir şekilde sona erdi. İtalyanlar, Osmanlıların Otranto'da yaptıkları tahkîmâtı incelediler ve bundan sonra yaptıkları askerî tahkîmatta, Otranto'yu örnek aldılar.


Yaptığı Savaşlar

Cem Sultan Olayı ve bu olay sebebiyle Avrupalıların İstanbul'u geri alma ümitleri yeniden gündeme gelince II. Bayezit çok dikkatli ve barışçı bir dış siyâset tâkip etmek mecbûriyetinde kaldı. Bununla birlikte kendisi gerektiğinde savaştan çekinmedi ve Osmanlı Devleti'nin sınırlarını genişletti. II. Bayezit'in tahtta kaldığı süre, hemen hemen babası Fâtih Sultan Mehmet ile eşitti (yaklaşık 30 yıl). Fâtih bâzen iki senede bir sefere çıktığı hâlde, oğlu Bayezit yalnız 5 kere sefere çıktı. Pâdişahların bizzat başkumandanlık ettiği bu seferlere Osmanlılar tarafından "sefer-i hümâyun" adı verilmiştir.


Birinci Sefer-i Hümâyun (1483)

Sultan Bayezit 1483 baharında Edirne, Filibe ve Sofya üzerinden Sırbistan'a geldi. Morava Nehri kıyılarında yol alan pâdişah, Belgrad yakınlarına kadar sokuldu. Bu çevredeki tüm kaleleri onarttı. Kasım 1483'te İstanbul'a döndü. Bu ilk sefer yaklaşık 7 ay sürdü. Pâdişâhın bu seferi, Macaristan'ı telaşlandırdı. Osmanlı ile bir savaşı göze alamayan Kral Matthias Corvinus, 1483 sonlarında Osmanlı Devleti ile bir barış imzâladı.


İkinci Sefer-i Hümâyun (Boğdan Seferi) (1484)

Boğdan Voyvodası’nın yıllık vergisini ödememesi, Boğdan'ın daha sıkı bir şekilde Osmanlı Devleti’ne bağlanması ve Karadeniz kıyısındaki topraklarının alınıp, bu beyliğin denizle olan bağlantısını kesme gibi amaçlarla, II. Bayezit, birinci sefer-i hümâyunundan bir yıl sonra tekrar sefere çıktı. 1 Mayıs 1484'te İstanbul'dan ayrıldı. Boğdan üzerine giden Sultan Bayezit, babasının aynı ülkeye yapmış olduğu seferden 8 yıl sonra tekrar Boğdan'a sefere çıkmış oluyordu. Eflak Voyvodası’nın da 20.000 askerle Osmanlıların tarafında katıldığı bu seferin sonunda Osmanlı Devleti bütün hedeflerine ulaştı ve Karadeniz bir Türk gölü hâline geldi. Ayrıca Kırım'a karadan bağlantı sağlandı.

İstanbul'a yola çıkışından 2 ay sonra 6 Temmuz'da Ordu-yu Hümâyun, Tuna Nehri'nin kuzey sâhilinde Kili önüne geldi. 9 gün içerisinde kale Osmanlıların eline geçti ve Kilye (Kili) teslim oldu. 24 Temmuz'da Dniester'in Karadeniz'e döküldüğü koyun güneyinde bulunan Akkerman, kuşatma altına alındı ve 16 gün sonra 9 Ağustos'ta ele geçirildi. Bu kuşatmaya Kırım Hânı Mengli Giray da ordusuyla katıldı. Böylece ilk defâ bir Kırım Hânı Osmanlı Ordusu'nda görev almış oluyordu. 1419, 1454, 1474 yıllarında devrin pâdişahları Çelebi Mehmet ve Fâtih tarafından 3 kez kuşatılıp da alınamayan bu kalenin fethi üzerine Uzun Hasan'ın oğlu Akkoyunlu Hükümdârı Sultan Yâkub, Fas Sultânı, hattâ Macaristan Kralı Matthias gibi birçok hükümdarlar elçilerini göndererek II. Bayezit'i tebrik ettiler. Necâtî Bey'in

“Hoş aldı Hazret-i Han Bâyezîd-i Osmânî
Kilî ile Kara-Boğdan'dan Âkkermân'î”

diye başlayan bir kasîdesi bulunmaktadır.

Böylece Boğdan'ın Karadeniz'e kıyısı kalmadı. Doğrudan İstanbul'dan yönetilen Dobruca ile Kırım Hanlığı'na âit topraklar birleşti. II. Bayezit bu seferden sonra İstanbul'a dönmedi. Kışı Edirne'de geçirdi. Yazın Filibe'ye kadar gitti (1485) ve bu çevreyi kontrol etti. Ertesi kış yine Edirne'deydi. 1486 yılının başında Macar Kralı’nın elçilerini burada kabul etti. İstanbul'a ancak 1486 senesinde döndü.


Osmanlı-Memluk Savaşları (1485-1491)

Yakın Doğu'nun iki büyük Türk devleti olan Osmanlı ile Memluklar arasındaki sınırı Fırat Nehri ve Toros Dağları belirliyordu. Bir zamanlar Orta Anadolu'ya kadar varan Memluk nüfûzu, artık Toros Dağları'nın gerisine itilmişti. Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmı ve Çukurova'yı elinde tutan Ramazanoğulları Memlukların hâkimiyetinde, buna karşılık Dulkadiroğulları ise Osmanlıların hâkimiyetinde idi. Memluklar ile Osmanlıların ilişkileri başlangıçta dostçaydı. Osmanlı Devleti'nin Avrupa'daki zaferleri Memluk başkenti Kâhire'de resmî şenliklerle kutlanıyordu ama Memluklar Osmanlıların Çukurova bölgesindeki varlıklarından hoşnut değillerdi. Osmanlıların bölgeye yaptığı akınlar iki ülkenin arasını bozdu. Türkler tarafından yönetilen bu iki ülkenin aralarının bozulmasındaki bir başka sebep ise prestij meselesiydi. Devrin en büyük devleti konumunda olan Osmanlı İmparatorluğu aynı zamanda da devrin en büyük İslam ülkesiydi. Halîfeliğin, Kutsal Emânetlerin ve mukaddes şehirlerin Memluk Devleti'nin elinde olması Osmanlı'nın kabul edemeyeceği bir durumdu. Fâtih'in Hicaz suyolları ve Türk hacılar için bâzı düzenlemeler yapmak istemesini Memluklar iç işlerine müdâhale saydı ve reddetti. Memluklar coğrâfî koşullara çok güveniyor ve hiçbir ordunun Mısır'a giremeyeceğini düşünüyorlardı.

İlk Osmanlı - Memluk Savaşı 1485'te patlak verdi ve 6 yıl sürdü. Savaşın görünürdeki sebebi 1485 yılında Osmanlı ülkesinden giden hacılara saldırılması ve İstanbul'a gönderilen Behmenî hediyelerine geçici olarak el konulmasıydı. 2 Mart 1482'de Güney Hindistan Türk İmparatorluğu (Behmenî Sultanlığı) tahtına babasının yerine oturan Mahmud Şah Behmenî, Sultan Bayezit'e içlerinde değerli mücevherler bulunan hediyeler göndermişti. Mısır gümrük idâresi, sonradan göndermelerine rağmen ilk önce bu hediyelere el koydu. Armağanlar İstanbul'a gönderilmek üzere yola çıktığında Osmanlı Devleti, Memluklara savaş açmıştı bile. Savaşın diğer sebebi ise, her yıl Osmanlı topraklarından Hicaz'a giden hacıların, Bedevî Araplar tarafından saldırıya ve yağmaya uğramaları idi. İstanbul, Kâhire'ye, Hac yollarının güvenliğini sağlaması için notalar göndermiş, fakat Memluklar geçim kaynağı yağma olan Bedevîlere bir türlü ciddî bir şekilde engel olmamışlardı. Bu sebeplere II. Bayezit'in o zamanlar Avrupa'da bulunan kardeşi Cem Sultan'ın Kâhire'de kalan âilesinin iâdesini istemesi ve bu talebin Memluklar tarafından reddedilmesi de eklenebilir.

Savaş 1485 senesinin Mayıs ayında başladı. Fâtih'in vefâtından 4 yıl sonra başlayan savaş hiçbir zaman topyekûn bir muhârebe şeklinde gerçekleşmedi. İki imparatorluk hiçbir zaman tüm ordularıyla karşı karşıya gelmedi. Ne Osmanlılar ne de Memluklar birbirlerinin topraklarını ilhak etme niyetinde değildiler. Harp iki ülke toprakları arasında tampon bölge mâhiyetindeki Çukurova ve Dulkadiroğulları toprakları üzerinde gerçekleşen vuruşmalar seviyesinde kaldı.

Savaş Karagöz Mehmed Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu'nun taarruzu ile fiilen başladı. Karagöz Mehmed Paşa Gülek Boğazı'nı geçerek Çukurova'ya girdi. Böylece Osmanlılar ilk defâ Adana'yı işgal etmiş oldular. Karagöz Mehmed Paşa güneye yönelerek Tarsus'u da aldı. Akdeniz sâhiline kadar inince Çukurova'nın da Osmanlı hâkimiyetine geçtiği sanıldı. Zâten burası Memlukların kendilerine âit topraklar değildi. Onların idâresindeki Ramazanoğulları Beyliğine bağlıydı. Sonra Karagöz Mehmed Paşa İstanbul'a döndü ve sancakbeyi oldu. Bu arada Memluk Ordusu Çukurova'ya doğru yola çıkmıştı.

Memluklar önce Osmanlılara tâbi Dulkadir Beyliğinin topraklarına girdi. II. Bayezit'in kayınpederi olan Dulkadir Beyi Alâüddevle Bozkurt Bey dâmâdından acil yardım istedi. Kayseri Sancakbeyi Yâkub Bey ordusu ile yardıma geldi ve Memluk Ordusu’nu yendi. O dönemlerde Memluk idâresinde bulunan Malatya önlerine kadar gelen Yâkub Bey'i Memluk Başkumandanı Özbek Bey pusuya düşürdü ve Osmanlı birliğini imhâ etti. Karşı koyacak bir ordu olmaması nedeniyle Özbek Bey rahatlıkla Çukurova'ya girdi. Adana ve Tarsus Sancakbeylerinin öldürülünceye kadar mukâvemet göstermelerine rağmen Memluklar Osmanlıları Toros Dağları’nın gerisine atmayı başardı.

1486 yılı Ocak ayında Anadolu Beylerbeyi Hersekzâde Ahmed Paşa *, Çukurova'yı tekrar almak için Gülek Boğazı'nı geçerek Memlukların önüne çıktı. Fakat yenilerek esir düştü. Bir yıllık esâret hayâtından sonra serbest bırakılan paşaİstanbul'a döndü. Memluk Sultânı Kayıtbay savaşın sona ermesi için barış teklifi yapsa da kaybetmeye alışık olmayan Osmanlı devlet adamları barışa râzı olmadılar.

1487'de bu sefer bizzat Sadrâzam Dâmad Koca Dâvud Paşa Çukurova için Memlukların üzerine yürüdü. Kendisi İçel'e geçerken Rumeli Beylerbeyi Ali Paşa *'yı Tarsus'un üzerine gönderdi.

Denge savaşı böyle devam ederken II. Bayezit Memluklarla olan savaş döneminde Venedik'e Osmanlı Donanması’nın o zamanlar Venedik'e bağlı olan Kıbrıs'ın Magosa Limanı’nda demirleme isteğini bildirdi. Memluklarla savaşı göze alamayan Venedik bu isteği nâzikçe geri çevirdi.

1488 yazının müthiş sıcağında Osmanlı Ordusu Vezir Ali Paşa * kumandasında yine Çukurova'daydı. Adana, Tarsus, Kozan başta olmak üzere Çukurova'yı ele geçirdi. Memluk Başkumandanı Özbek Bey yine yetişti ve 16 Ağustos 1488'de Ağaçayırı Meydan Savaşı'nda Osmanlı'yı yendi. Yine Çukurova'yı Osmanlılardan temizlemeye çalışan Özbek Bey 7 aylık kuşatma netîcesinde Adana'ya girdi. Bu savaşa katılan paşalar bozgundaki mesûliyetleri nedeni ile azledildiler.

Bu olaylar olurken Osmanlılardan ümidini kesen II. Bayezit'in kayınpederi Dulkadir Beyi Alâüddevle Bozkurt Bey Memluklara yanaştı. Bunun üzerine azledilen Bozkurt Bey'in yerine kardeşi Şah Budak Bey tâyin edildi. Elbistan yakınlarında ağabeyi ile yaptığı savaşı kaybeden Şah Budak Bey esir düştü. Kâhire'ye gönderilerek îdam edildi.

1490'da Kayseri'yi kuşatan ve Konya'ya kadar Osmanlı toprakları içinde ilerleyen Özbek Bey'in üzerine yine Hersekzâde Ahmed Paşa * gönderildi. Kayseri yakınlarında Osmanlı Ordusu'nu bir kere daha yenen Özbek Bey, Ahmed Paşa'yı yine esir alarak Kâhire'ye gönderdi.

Savaşlar daha çok Memlukların lehine geçse de, iki devlet de tam bir sonuç alamamıştı. Memluk Komutanı Özbek Bey büyük ün kazanmış ve adı Kâhire'deki Özbekiye semtine verilmiştir.

Bu son yenilgi üzerine Sultan Bayezit bir sefer-i hümâyun başlatmayı düşündü ve bu Sultan Kayıtbay'ı çok endişelendirdi. Zîrâ o zamâna kadar topyekûn bir savaşta Osmanlı Devleti'ni sâdece Timur yenebilmişti. Bunun üzerine barışa râzı oldu. Fakat bizzat barış istemeyi gururuna yediremeyen ve böyle bir barışın imzâlanması hâlinde Osmanlı'nın aşırı isteklerinden korkan Memluk Sultânı başka bir Müslüman ülke olan Tunus Hükümdârı’nı araya soktu ve iki ülke savaşın başındaki hâle dönülmeyi kabul ettiler. İki ülke de aldıkları toprakları iâde ettiler. Böylece 6 sene boyunca birkaç kez ele geçirdiği hâlde Çukurova'yı elde edemeyen Osmanlı Devleti 1491 yılında Memluklarla barış imzâladı. Bir süre sonra II. Bayezit kardeşi Cem Sultan'ın kızı ile yeni Memluk Sultânı Nâsır Muhammed'i evlendirmek sûretiyle barışı güçlendirdi. Ancak bu savaş sonucu yıllardır dost, dindaş ve soydaş olarak barış içinde yaşamış bu iki ülke arasında bir çatışma süreci başlamıştı.


Üçüncü Sefer-i Hümâyun (1492)

Sultan II. Bayezit 10 Mart 1492'de Belgrad'ın fethi amacıyla İstanbul'dan sefere çıktı. Sultan Sofya'ya kadar geldi. Burada karar değiştiren Bayezit bu görevi Süleyman Paşa'ya bırakıp, kendisi Arnavutluk üzerine gitti. Güneybatı yönünde hareket ederek Manastır üzerinden Arnavut topraklarına geldi ve Tepedelen'de durdu. Temmuz sonlarında bu güzergâhta ilerlerken bir Şîî fedâî tarafından yapılan suikast girişiminden kurtulan sultan, 1492'nin son günlerinde İstanbul'a döndü. Takrîben 9,5 ay süren bu seferde Osmanlı topraklarından çıkılmadığı için herhangi bir vuruşma olmadı.

Belgrad'a ulaşarak kaleyi kuşatan Süleyman Paşa Osmanlı târihinde II. Murat ve Fâtih'ten sonra kaleyi kuşatan üçüncü kişi olmuştur. Kuşatma devam ederken Macarları yıldırmak amacıyla Erdel'e giren Süleyman Paşa burada yenilmiştir. Bu yenilgi ile başarı ihtimâli kalmadığını düşünerek kuşatma kaldırıldı ve Kânûnî Sultan Süleyman'a kadar bu şehir alınamadı.


Adbina Zaferi (1492)

Bosna Sancakbeyi ve aynı zamanda akıncı komutanı olan şâir Yâkub Paşa, Sultan Bayezit Amasya'da şehzâde iken babası Fâtih'in temsilcisi olarak sultânın yanında bulunmuştu. Bayezit tahta geçince önce Yâkub Paşa'yı oğlu Âlemşah’a atabey, sonra da Bosna Sancakbeyliğine tâyin etti.

Akıncıların 1492'de Avusturya'nın kapısı konumunda olan Slovenya'nın Celje şehrini kuşatmaları, Macarlar kadar Almanları da endişelendirmişti. 1493'te Yâkub Paşa, 8.000 akıncı ile İstirya'ya girdi. Fakat geri dönüşünde önüne çıkan düzenli Macar Ordusu tarafından Hırvatistan'da yolu kesildi. Her akıncıya 5 asker düşmesine rağmen, üstün bir gayretle Macarlar bozguna uğratıldı. Sonunda 5.700 ölü, 25.000 esir veren Macarlardan bâzı asiller de Osmanlılara esir düştü.

Bu zaferden sonra Yâkub Paşa Rumeli Beylerbeyliğine getirildi. Aynı zamanda da şâir olan Yâkub Paşa uzun manzûmesinin sonunda şöyle demiştir:

“Benim Bosna Beyi Derviş Yâkub
Hudâ avniyle erdim bu cihanda”


Osmanlı - Lehistan Savaşı (1498)

Lehistan'ın 1498 yılı başlarında Osmanlı himâyesinde bulunan Boğdan Prensliğine tecâvüzü üzerine Osmanlı - Lehistan Savaşı başladı. Öncelikle Rumeli Beylerbeyi Yâkub Paşa ve hattâ Vezir Mesih Paşa * bu savaşa tâyin edildi. Lâkin Lehistan Kralı’nın Türk-Boğdan birliklerine karşı yürüttüğü savaşta büyük bir yenilgiye uğrayıp, ancak 1.000 atlı ile hayâtını kurtarabilmesi ve 20.000 araba dolusu ganîmetin Osmanlı'nın eline geçmesi üzerine, buna gerek olmadığı anlaşıldı ve savaşın yönetimi Silistre Sancakbeyi akıncı kumandanı Malkoçoğlu Bali Bey'e verildi. Bali Bey Lehistan üzerine iki sefer yaptı ve 40.000 akıncının katıldığı bu sefer Osmanlı târihinin en büyük akıncı seferlerinden biridir.

Ordunun sağ kanadını Bali Bey'in büyük oğlu Ali Bey, sol kanadı ise Mustafa Bey yönetiyordu. Türk atlıları önce Prut Nehri'ni, ardından Dniester Nehri’ni geçti. Mustafa Bey önce Galiçya'ya girdi. Kuzeybatı istikâmetinde ilerledi. Lviv şehrinin 100 km kuzeybatısındaki Jaroslaw şehrini aldı. Burası Varşova'ya 260, Baltık Denizi'ne ise 500 km uzaklıktadır.

Bali Bey ise kuvvetleri ile Lviv şehrini aldı. Bütün Galiçya'yı geçerek Varşova şehrine girdi. Böylece ilk defâ Türk akıncıları bu kadar kuzeye ulaşmış oluyorlardı. Bu birinci seferden sonra 10.000 seçkin esir ile Akkerman'a döndü.

Yaklaşık 3 ay sonra Osmanlı Ordusu tekrar Lehistan'daydı. Bu sefer Podolya ve Galiçya üzerine gidildi fakat şiddetli soğuk yüzünden sefer uzun sürmedi.

Bu büyük başarı ile Bali Bey sancakbeyliğinden beylerbeyliğine yükseltildi.



Yeni Bir Savaşa Doğru


Avrupa'da yeni bir savaşın emâreleri görülmeye başlamıştı. Cem Sultan'ın vefâtı ile Osmanlı Devleti daha etkin bir politika izlemeye başlamış, akıncıların yaptıkları büyük çaptaki akınlarla bunu ispat etmişti. Böyle bir savaşta Osmanlı'nın birinci rakîbi, Almanya ve Macaristan tarafından desteklenen Venedik olacaktı.

1500'de Osmanlı, yeryüzündeki son Sırp topraklarını da ele geçirerek mahallî Sırp Derebeyliğine son verdi. Osmanlı Donanması 1496'da Kemal Reis komutasında Rodos Donanması’nı yok etti. Bu sûretle Venedik'le yapılacak savaşta gelecek Rodos yardımının da önüne geçilmiş oldu.

1499 Eylül'ünde İskender Paşa, Udine şehrini işgal etmişti. Osmanlıların kendilerinden bu kadar uzak yerlerde hâkimiyet kurması Avrupa'yı telaşlandırıyordu. Hattâ Osmanlılar bölgedeki İtalyanca coğrafya isimlerine Türkçe adlar takmaya başlamış, Tagliamento'ya "Aksu", İsonza'ya "Doline" adını vermişlerdi.

Almanya'da da Gemeiner Pfennig adı verilen ve Türklere karşı harp etmek için kullanılacak özel bir vergi çeşidi bile başlamıştı. Ayrıca Papa'nın Almanya'dan topladığı dînî vergileri de Osmanlı'ya karşı kullanılması için Almanya'ya iâdesini talep etmişlerdi.


Dördüncü Sefer-i Hümâyun (1499)


Fâtih devrinde alınmaya çalışılmasına rağmen ele geçirilemeyen Güney Mora'daki önemli Venedik deniz üslerinin fethi ve Osmanlı târihinin ilk açık deniz savaşındaki zafer Osmanlılar için XVI. yüzyılın başındaki güzel haberlerdi.

Venedik'e ağır bir darbe vurmak isteğinde olan II. Bayezit denge politikası güdüyordu. Macaristan'la iyi geçinmeye çalışırken, aynı zamanda o zamanlar ayrı şehir devletleri hâlinde olan İtalya'nın zâten Venedik’le arası iyi olmayan diğer şehir devletlerinin de Venedik'in yanında yer almaması için çaba sarf ediyordu. Bu sıralarda Venedik'in Mora'da yer alan deniz üsleri İnebahtı'nın üzerinde Güney Mora'nın üç yarımadasının en batısında yer alan Modon, Koron ve Navarin limanları idi.

Sultan II. Bayezit, Venedik Seferi’ne çıkmak üzere, 31 Mayıs 1499 günü İstanbul'dan ayrıldı. Donanma o sıralarda Venedik hâkimiyetinde olan Kıbrıs Adası'nın üzerine göndermek sûretiyle, Kıbrıs'ın tehdit altında olduğu izlenimini verdirerek Venediklilerin kuvvetlerini dağıtmayı başarmıştı. Amiral Melchior Trevisano, Mora'daki Venedik üslerinin başkumandanı tâyin edildi ve hummâlı bir savunma hazırlığına başlandı.

Sultan Vardar Yenicesi'ne geldi. Burada Rumeli Beylerbeyi Koca Mustafa Paşa, Venediklilerin elindeki İnebahtı üzerine gönderildi. 1493'ten beri kaptanıderyâlık görevinde bulunan Küçük Dâvud Paşa Mora sularındaydı.

200 parçalık büyük Venedik Donanması Osmanlı Donanması'nı Mora sularından uzaklaştırmak maksadıyla Modon açıklarına gelmişti. Donanmanın başında Amiral Antonio Grimaldi vardı. Mora'nın güneybatı ucundaki Gallo Burnu'nun açıklarında iki dev donanma karşı karşıya geldi. Donanma-yı Hümâyun'u Kemal Reis idâre ediyordu.

Sağ cenâhın kumandanı Barak Reis amiral gemisini düşman gemilerinin arasına sürdü. Onlarca Venedik gemisi bu gemiyi indirmek için çalışıyorlardı. Düşman gemilerinin en yoğun olduğu bölgeye girip, gemideki barut deposunu ateşe veren Barak Reis, büyük bir patlamaya ve onlarca Venedik gemisinin infilâkına neden oldu. Lâkin kendisi ile birlikte 500 levend de ölenler arasındaydı. Bu hâdisenin ardından taarruza geçen Osmanlı Donanması Venediklileri perîşan etti.

Sapienza Deniz Savaşı ismi ile târihe geçen bu savaş Osmanlıların târihte kazandıkları ilk açık deniz savaşıdır. Büyük kahramanlıklarından dolayı Sapienza Adası’na Barak Reis Adası adı verildi. Venedik Elçisi Alvise Manenti, devletine gönderdiği raporda Osmanlı Sadrâzamı'nın elçiye “Sen Sinyoria hükûmetine söyle artık deniz ile evlenmesini bıraksınlar; artık sıra bize gelmiştir” dediğini bildirmiştir. Bu zaferin ardından Venedik üslerini koruyacak bir kuvvet mevcut değildi.


Beşinci Sefer-i Hümâyun (1500)


30 Ağustos 1499'da, Sapienza Zaferi’nden 33 gün sonra İnebahtı Kalesi de Osmanlı'nın olmuştu. Bölgedeki büyük Venedik amiralinin donanması ile geri çekilmesi kaledekilerin mâneviyatını bozmuş, kale komutanı kaleyi teslim etmişti. Osmanlı Ordusu için sıra, Mora'daki 3 büyük Venedik üssü olan Koron, Modon ve Navarin'e gelmişti.

Ancak bu sıralarda 1479'dan bu yana Osmanlı hâkimiyetinde olan Kefalonya Adası’na Venedik asker çıkarıp işgal etmişti. Ardından önceleri kendi hâkimiyetlerinde olan Preveze'deki Osmanlı tersânelerini basıp, kızaktaki gemileri yakmışlar fakat geri püskürtülmüşlerdi.

1499 yılının sonlarında Edirne'ye dönen II. Bayezit birkaç aylık bir dinlenmeden sonra 7 Nisan 1500'de Edirne'den ayrıldı. Bu hareketinden dolayı bu sefer, beşinci sefer-i hümâyun olarak değerlendirilmiştir.

7 Temmuz'da donanmanın geldiği Modon'a ardından bizzat pâdişah komutasındaki ordu gelerek kaleyi kuşatmıştır. 24 Temmuz'da Venedik Donanması muhâsaranın kaldırılması maksadıyla hücûma geçse de Kemal Reis tarafından geri püskürtülmüşlerdi. Kale Venediklilere mahsus olan bir şekilde savunulmuş, lâkin 10 Ağustos 1500'de düşmüştü. Modon'un çetin mukâvemetine rağmen düşürülmesi, bu kalenin yakınlarında bulunan Koron ve Navarin kalelerinin de sonunu gösteriyordu.

Fetihten iki gün sonra, yâni 12 Ağustos'ta, Navarin, etrâfındaki Milona ve Fener kaleleri ile teslim olmuştu. Avar Türkleri tarafından kurulan bu şehrin ismi de Avar'dan gelmektedir. Venedikliler Osmanlıların izniyle bütün asker ve mühimmatları ile Venedik'e dönmüşlerdi.

16 Ağustos'ta ise Koron'un yine karşı koymadan teslim olması ile Venedik'in Yunanistan ile hiçbir bağlantısı kalmamıştı. 3 Aralık 1500 günü Venedik Donanması Navarin önlerine geldi. Venediklilerce ele geçirilen bir Hıristiyan Arnavut, kale kapısını onlara açtı. Venedikliler böylece Navarin'i ele geçirdiklerini zannederken Kemal Reis 30 savaş gemisi ile limana girdi ve 8 Venedik gemisini ele geçirdi.


Fransızların Midilli Kuşatması


Papa'nın teşvîki ile Fransa da, Venedik'in müttefiki olarak Osmanlı'ya karşı savaş açmıştı. 1501 yılının Eylül ayında Ege Denizi'ne giren Fransız Donanması 10.000 piyâde taşıyordu. Eylül ortalarında da Midilli Muhâsarası başladı. Bunun üzerine Sultan Bayezit'in Manisa Sancakbeyi olan ikinci oğlu Şehzâde Korkut, şimdiki Ayvalık'a gelerek 800 kişilik yardımcı kuvveti adaya geçirmişti. Ekim sonlarında Osmanlı Donanması'nın Çanakkale Boğazı'ndan çıktığını öğrenen Fransızlar 6 haftadan beri devam ettirdikleri kuşatmayı kaldırmış ve Mora'nın güneyindeki Çuha Adası açıklarına gelmişlerdi. Burada müthiş bir fırtınaya kapılan donanmadan yalnızca birkaç yüz kişi kurtulabilmişti.

Fransız Donanması geri çekilirken, İspanyollar hazırladıkları donanma ile Ege'ye girmiş fakat Fransızlarla birleşemediklerinden dolayı hiçbir şey yapamadan geri dönmüşlerdir.


Osmanlı - Venedik Barışı (1502)


Venedik, Osmanlı Devleti ile artık baş edemiyordu. Özellikle Osmanlı akıncılarının yapmış olduğu her akın Venedik için büyük bir tehlike idi. Zîrâ Osmanlıların her an için Venedik şehrini dahi istilâ etme ihtimâli mevcuttu. Mora'dan tamâmıyla atılan Venedik, denizlerde de faaliyet gösteremiyor, Kemal Reis başta olmak üzere Türk denizcileri Venedik'e göz açtırmıyorlardı.

Kefalonya gibi Aya Mavra Adası’nı da işgal eden Venedik, 1502 yılının başlarında adayı ele geçirdi. Adayı korumakla görevli küçük yeniçeri müfrezesi vuruşmadan kaleyi teslim etmiş ve akabinde silahları ile birlikte İstanbul'a gelmişti. Sultan Bayezit düşmana karşı silah atmadan kaleyi teslim eden bu askerleri îdam ettirdi. Birkaç ay sonra adaya gelen Kemal Reis 30 Ağustos 1502 târihinde Venediklileri adadan çıkardı. 13 Ağustos 1502 târihinde Venedik'in Arnavutluk'ta bulunan son üssü Dıraç'ın da Osmanlı'ya geçmesi ile Venedik'in Yunanistan gibi Arnavutluk'la da bir bağlantısı kalmadı.

Mora ve Arnavutluk'taki büyük üslerini ve denizlerdeki üstünlüğünü kaybeden Venedik için barıştan başka çözüm yolu kalmamıştı. 27 Eylül 1502'de kalabalık bir ekiple İstanbul'a gelen Venediklilerle 14 Aralık 1502'de 31 maddelik Osmanlı - Venedik Barış Antlaşması (İstanbul Muâhedesi) imzâlandı. Yalnız Kefalonya Adası Venedik'e bırakılmış, bunun dışındaki tüm fetihleri Venedik tanımıştı.


Karamanoğullarının Son Taht Teşebbüsü


Osmanlılar, Venedik'e karşı savaşırken Karamanoğlu Mustafa Bey, Karamanoğullarının târihteki son ayaklanmasını çıkardı. Akkoyunluların misâfiri olarak Tebriz'de büyüyen Mustafa Bey 1500 yılında II. Bayezit Mora'da iken İçel'e geldi. Burada etrâfına topladığı Türkmenlerle Lârende'yi kuşattı. Osmanlıların fazla önem vermedikleri bu olay üzerine Konya'da bulunan Bayezit'in 4. oğlu Şehzâde Şehenşah, Karamanoğlu Mustafa Bey'in üzerine bizzat gitmemiş, Beyşehir Sancakbeyi olan oğlunu göndermişti. Vuruşmayı göze alamayan Karamanoğlu Mustafa Bey, İçel'e çekildi. 1500 yılı sonlarında Şehzâde Şehenşah bizzat İçel'e gelmiş fakat Karamanoğlu Mustafa Bey'i yakalayamamıştı. 1501 baharında Vezîriâzam Hacı Mesih Paşa da İçel'e geldi. Bunun üzerine Tarsus'tan gemiye binip Suriye'ye kaçan Karamanoğlu Mustafa Bey, Memluklara sığındı. Osmanlılarla yeni bir anlaşmazlığa düşmek istemeyen Memluk Sultânı da Karamanoğlu Mustafa Bey'i öldürttü.


Safevîlerin İran'da Başa Geçmeleri

1502'de Akkoyunluların Tebriz'i kaybetmesinden sonra İran tahtına başka bir Türk hânedânı olan Safevîler geçti. Olayı önemli kılan ise Safevîlerin Şîî mezhebine mensup olmalarıydı. Akkoyunlu ve Trabzon Rum Devleti ile akrabalık ilişkileri kuran Safevîler böylece siyâsî hayata atılmışlardı. Şiirlerini Farsçadan çok Türkçe olarak söyleyen Safevîlerin lideri Şah İsmâil Osmanlı Devleti'ne doğudan gelen tehlikelerin üçüncüsü ve sonuncusudur (daha önceden Timur ve Akkoyunlular).

Sultan Bayezit daha önceden bölgede dengeyi koruma amaçlı önlemler almış ve hem Akkoyunluların hem de Memlukların hânedanları ile akrabalık bağları kumuştu. 1507'de Kemal Reis Mısır'a bir dostluk ziyâretinde bulundu ve Sultan Kansu Gavri tarafından büyük bir törenle karşılandı. Safevîlerin başa geçmesi Osmanlılarla Memlukları birbirine yaklaştırdı.

Şah İsmâil, Akkoyunluları haritadan silmek amacındaydı. Bu arada Trabzon'da sancakbeyi olan Şehzâde Selim Erzincan'ı ele geçirmiş, Safevîlere bağlı olan Gürcü prenslikleri yenip onları vergiye bağlamıştı.

Şah İsmâil'in tahta çıkışı Avrupa'da büyük yankı uyandırdı. Zîrâ kendilerinin Osmanlı ile baş edemeyeceklerini bildiklerinden başka bir Türk devletinin onu yenmesi ile Müslümanların tıpkı Endülüs’teki gibi Avrupa'dan atılabileceğini düşünüyorlardı.

Şah İsmâil büyük gücün Osmanlı Devleti olduğunu bildiğinden Memluklara Osmanlılara karşı birleşmeyi önermiş fakat Osmanlılardan sonra sıranın kendilerine geleceğini bilen Memluklar tarafından bu teklif reddedilmişti. Venediklilere de aynı teklifte bulunan Şah İsmâil'in elçileri Venedik'ten yardım cevâbı aldılar. Fakat Venedik, Osmanlı Devleti ile doğrudan bir savaşı göze alamayıp, yapılacak bir savaşta destek vermeyi kabul etti. Deniz gücü olmayan ve tamâmıyla bir kara devleti olan Safevîler Venedik'in deniz gücünden yararlanmak istiyorlardı.

Bunlara karşılık II. Bayezit Mısır'a Kemal Reis ile birlikte büyük miktarda top, stratejik harp malzemesi ve bahriye levâzımı gönderdi. Memluklar Safevîlerden, Osmanlılardan daha çok çekiniyorlardı. Zîrâ daha önce Şîî Fâtımî Hânedânı uzun süre Mısır'da hüküm sürmüş ve ancak Memluklar tarafından yıkılmıştı. Ayrıca Mısır'da Osmanlı ülkesinin tersine halk ve saray erkânı Türkmen asıllı değildi. Büyük bir Arap çoğunluğu azınlıktaki Türkler tarafından yönetiliyordu.

Şah İsmâil daha önceden Fâtımîlerin yapamadığını yapmak, tüm İslam dünyâsını Şîî mezhebi altında birleştirmek istiyordu ve önündeki Osmanlı barajı yıkılırsa onu ne Memluklar ne de Türkistan'daki Türk devletleri durdurabilirdi.


Şah İsmâil'in Dulkadir Seferi

Safevî Şâhı İsmâil 1507 yılında hem İstanbul'un hem de Kâhire'nin göstereceği tepkiyi görmek amacıyla Dulkadiroğulları Beyliğinin üzerine yürüdü. Asıl sebebi bu olmamakla berâber görünüşteki sebep, Dulkadir Beyi Alâüddevle Bozkurt Bey'in Şîî olan şâha kızını vermek istememesiydi. Şah İsmâil Osmanlı topraklarından geçerek Kayseri üzerinden Dulkadir topraklarına girdi. Savaşta yenilen Alâüddevle Bozkurt Bey kaçtı ve Şah İsmâil, beyin bir oğlu ile iki torununu ele geçirerek öldürttü. Bunun üzerine Maraş'a ve Elbistan'a giren Şah İsmâil Dulkadir Hânedânı'nın mezarlarını yaktırdı. Sonradan da Osmanlı Devleti'ne bir mektup yazıp topraklarını çiğnediğinden dolayı da özür diledi.

Senelerden beri Dulkadiroğulları Beyliğinin kendilerine bağlı olduğunu iddiâ eden Memluklar ve Osmanlılar bu hareketi cevapsız bıraktılar. Bu da Şah İsmâil'in Anadolu'daki prestijini artırdı. Memluklar tamâmıyla sessiz kalsa da Osmanlıların sessiz kalmaları mümkün değildi. Zîrâ Trabzon Sancakbeyi Şehzâde Selim anne tarafından Dulkadir Beyi Alâüddevle Bozkurt Bey ile akrabaydı. Şehzâde Selim ve Şehzâde Korkut Alâüddevle Bozkurt Bey'in kızı olan aynı anneden dünyâya gelmişti. Bir dayısına ve iki dayıoğluna yapılan bu harekete karşı Şehzâde Selim Azerbaycan'a kadar Safevî topraklarına girerek Safevî Hânedânı'na mensup bâzı kişileri esir alıp Trabzon'a getirerek dayısına yapılanın intikâmını aldı. Babası Bayezit bile hiçbir şey yapmamış iken Şehzâde Selim'in bu hareketi gözlerin ona çevrilmesine neden oldu.

Bu arada II. Bayezit Şah İsmâil'in herhangi bir seferine karşı Orta Anadolu'ya asker yığdı. Bu nedenle Şah İsmâil Anadolu'nun içlerine girmekten çekinmiştir. Sayısı 115.000'i bulan bu orduyu gözüne kestiremeyen Şah, II. Bayezit'e “şanlı büyük babam” diye hitap ettiği bir mektup yazarak 1508 yıllarının ilk aylarında Diyarbakır'a çekildi.


Küçük Kıyâmet (1509 İstanbul Depremi)

10 Eylül 1509'da Memâlik-i Rum adı verilen Amasya, Tokat, Sivas, Çorum ve çevresinden başlayıp 45 gün şiddetle devam eden depremde halk, iki ay kadar çadırlarda yaşadı. Bu deprem, aynı şiddette İstanbul ve Edirne'de de meydana geldi. 14 Eylül 1509'da İstanbul, Osmanlı târihinin kaydettiği en şiddetli depreme mâruz kaldı. “Küçük Kıyâmet” (Kıyâmet-i Suğra) denilen bu depremde İstanbul'da 109 câmi ve mescit ile 1.070 ev kullanılamaz hâle geldi. Halktan da 5.000 kadar insan yaşamını yitirdi. Binlerce insan yıkıntılar altında gömülü kaldı. Köpürmüş ve azgın bir hâl almış olan deniz dalgaları, İstanbul ve Galata surlarını aşarak sokaklarda tûfan meydana getirdi. Bu arada eski su bentleri de yıkıldı. Sultan II. Bayezit, sarayının duvarlarına güvenemediğinden bahçesinde gâyet hafif ve tehlikesiz bir çadır kurdurarak orada on gün kadar ikâmet etti.

45 gün kadar, aralıklarla devam eden bu deprem, İstanbul sâkinlerini sürekli bir heyecan içinde yaşattı. Çorum halkının üçte ikisi, şehirlerindeki toprak kaymaları yüzünden yarılıp açılan topraklar içinde hayâtını kaybetti. Yine bu esnâda Gelibolu istihkâmları da yıkıldı. Sultan II. Bayezit'in doğduğu şehir olan Dimetoka bir toprak yığını hâlini aldı.

Sultan Bayezit, bu deprem nedeniyle devletin ikinci başkenti olan Edirne'ye gittiyse de İstanbul depreminden 15 gün sonra Edirne'de İstanbul'dakinin benzeri olan ve aynı şiddette bir deprem daha meydana geldi. Mîmar Hayreddin, 15 gün içinde pâdişah için Edirne'de ahşap bir ev yaptı. Pâdişah, bu ahşap evde ikâmete başladı. Aynı sene Edirne'de yine benzer şiddette bir deprem daha oldu. Tunca Nehri taşarak ve yatağını da aşarak depremin yıkıntılarını kapladı. Üç gün geçit vermeyen Tunca'nın taşmasıyla da birçok insan öldü.

Bundan sonra II. Bayezit İstanbul'un yeniden îmârı için neler yapılması gerektiği konusunda ilgililerle bizzat toplantılarda bulundu. Toplantılar sonunda İstanbul'da yıkılan yerleri yeniden yapmak veya tâmir etmek için yirmi evden bir kişi ve ev başına yirmi ikişer Akçe toplandı. Bu şekilde Anadolu'dan 37.000, Rumeli'den de 29.000 cerahor (ücretli amele) çıkarılıp 3.000 kadar mîmar ve marangoz getirildi. Bunlardan başka yayalardan 8.000, müsellemlerden de 3.000 kişi kireç yakmakla görevlendirildi. 29 Mart 1510'da başlayan îmar faaliyetleri 65 günde sona erdi. Bu inşaat ve tâmiratta, İstanbul Surlarından Galata'daki mahzenler, Galata Kulesi, Kız Kulesi, Rumeli ve Anadolu hisarları ve fenerleri, Çekmece köprüleri ile Silivri Kalesi gibi önemli yerler de vardı. Sultan II. Bayezit'in bu çabaları üzerine İstanbul kısa bir sürede âdetâ yeniden inşâ edilmiş oldu. Bu inşaat, bütünüyle Mîmar Hayreddîn'in nezâreti altında yapıldı. İnşaâtın tamamlanmasından sonra hükümdârın emri üzerine üç gün ve gece, fakirlere yemek dağıtıldı.


Şahkulu İsyânı

Şah İsmâil'in Anadolu'da Şîî propagandası yapmakla görevlendirdiği kişi, Türk asıllı olmakla birlikte kökeninin Anadolu mu yoksa İran mı olduğu tam olarak bilinmeyen Şahkulu adı verilen biriydi. İran'dan kıyâfet değiştirterek binlerce Türkmen'i Anadolu'ya sokan Şahkulu, Kütahya'ya kadar sokuldu. Şehirdeki Osmanlı kuvvetleri dağıtıldı. II. Bayezit o sıralarda oğlu Şehzâde Şehenşâh’ın vefâtından dolayı çok üzgündü. Aslında dedesi II. Murat gibi tahtı büyük oğlu Şehzâde Ahmed'e devretmek arzusundaydı. Kendisi de Şehzâde Ahmed taraftarı olan Vezîriâzam Ali Paşa, Şahkulu'nu yok etme görevinin Şehzâde Ahmed'e verilmesini istedi. Böyle bir başarı ile hem Şehzâde Ahmed prestij kazanacak hem de onun tahta çıkmasına karşı olan sesler azaltılabilecekti.

Bu sıralarda Anadolu Beylerbeyi Karagöz Mehmed Paşa'yı da yenen Şahkulu, Kütahya'ya girdi. Bunun üzerine Amasya Sancakbeyi olan Şehzâde Ahmed İstanbul'a çağrıldı ve başkumandan îlan edilip Ali Paşa ile birlikte Şahkulu'nun üzerine gönderildi.

Kayseri-Sivas arasında Şahkulu ile karşılaşan Osmanlı Ordusu Gökçay Meydan Muhârebesi'nde 1511 yılının Temmuz ayında Kızılbaş dedikleri Şîî Türkmenleri yendiler. Yalnız Atik Ali Paşa * ** savaşta öldü. Bu olay ile Şîî meselesi o an için ortadan kalkmış oldu. Şahkulu yakalanıp îdam edildikten sonra imparatorlukta sorunlar yükseldi. Şehzâdeler babalarını başarısız görüp tahtı kendi aralarında mücâdele ederek ele geçirmeye çalıştılar.



Oğulları Arasındaki Taht Kavgaları



II. Bayezit'in, Mahmut, Ahmed, Şehenşah, Selim, Mehmed, Korkut, Abdullah ve Âlemşah isimli 8 oğlu ve pek çok da kızı olmuştu. Oğullarının en büyüğü babasının tahta geçmesinden kısa bir süre sonra vefât etti. Pâdişâhın 6., 7., 8. oğulları olan Mahmut, Mehmet, Âlemşah ise 1507'den önce öldüler. Hayatta sâdece yaş sırası ile Şehzâde AhmedŞehzâde KorkutŞehzâde Selim ve Şehzâde Şehenşah kalmıştı. Hepsi de olgun yaşlara gelmiş, ya kırk yaşını geçmiş veya yaklaşmışlardı. Şehzâde Korkut ile Şehzâde Selim Alâüddevle Bozkurt Bey'in kızı olan Ayşe Hâtun'un çocukları idiler. Şehzâde Ahmed Amasya'da vâli iken, Korkut Manisa'da, Şehzâde Selim ise Trabzon'da vâli olarak görevliydi. En küçük şehzâde olan Şehenşâh’ın annesi Karamanoğlu Sülâlesi'ndendi ve bu nedenle Karaman Beylerbeyliğini yürütüyordu.
II. Bayezit'in hayatta kalan oğullarından Şehzâde Korkut dışındakilerin hepsinin şehzâdeleri vardı; yâni hepsi kendisinden sonra tahta geçebilecek erkek çocuklara sâhiptiler. Yalnız Şehzâde Korkut'un pek çok kızı olmasına rağmen erkek çocuğu yoktu.

1509 yılında 40 yaşındaki Şehzâde Korkut Saruhan Sancakbeyi iken Teke Sancakbeyliğine gönderilmişti. Vezîriâzam Ali Paşa'nın, kardeşi Şehzâde Ahmed'i tuttuğunu bilen Şehzâde Korkut bu tâyinle tahttan uzaklaştırıldığının farkında idi. Babasının ânî ölümü hâlinde kardeşi Ahmed Amasya'da olduğundan İstanbul'a Antalya'dan daha çabuk varabilirdi. Bu nedenle kendisinin tekrar Manisa'ya tâyinini istedi, fakat kabul edilmedi. Bunun üzerine babasının gözünü korkutmak isteyen Şehzâde Korkut tıpkı amcası Cem Sultan gibi Hacc'a gideceğini söyleyip, 137 kişilik maiyyeti ve 8 gemi ile 1509 yılında Antalya'dan yola çıktı. Aslında Şehzâde Korkut'un denizciler üzerinde büyük bir têsiri vardı. Zâten denizcileri himâye etmesi ile ün kazanmıştı. Pek çok Osmanlı esirini fidyelerini cebinden verip kurtarmıştı. Bunun yanında denizcilik yapanları, reisleri korur, himâye ederdi.

Şehzâde Korkut 29 Mayıs'ta Sultan Kansu Gavri tarafından Kâhire'de muhteşem bir şekilde karşılandı. Bu arada devlet adamları bu olayın aynen Cem Sultan'ın hikâyesine benzediğinden kuşkulanmışlardı. Fakat şehzâdenin tek hedefi babasının ve Ali Paşa'nın gözünü korkutmaktı. Tüm çabalarına rağmen ataması yapılmadı ve Antalya'da kaldı.
Aynı dönemde Şehzâde Selim yaptıkları ile takdir topluyordu. Safevîlere karşı yapmış olduğu akın ve Gürcü kralları vergiye bağlaması gözleri ona çevirmişti. Şehzâde Korkut ise daha yumuşak huylu ve mûtedildi. Yalnız erkek çocuğunun olmayışı nedeniyle fazla taraftar toplayamamıştı. Esâsen tahta Şehzâde Ahmed geçecekti. Zîrâ meşrû veliaht, büyük şehzâde idi.

Şehzâde Selim İstanbul'a çok uzak olan Trabzon Sancakbeyi’ydi. Ağabeylerinden Ahmed Amasya'da, Korkut Manisa'da, küçük kardeşi Şehzâde Şehenşah ise Konya'daydı. Bu durumda tahta en uzak şehirde olan kendisi idi. Bir defâ tahta oturan şehzâdeyi oradan atmak neredeyse imkânsızdı.

Bu dönemde oğlu Şehzâde Süleyman 14 yaşına gelmişti. Büluğ çağına gelen şehzâdelere sancak verilmesi kânundu. Babası da oğlu Süleyman için Bolu Sancağı’nı istedi. Şehzâde Süleyman Trabzon'a bağlı Şebinkarahisar Sancakbeyi’ydi. Bolu ise ayrı müstakil bir sancaktı. Selim'in isteği oldu ve Şehzâde Süleyman Bolu'ya nakledildi. Tabii bu olaya Amasya Sancakbeyi Şehzâde Ahmed karşı çıktı. Çünkü BoluAmasya ile İstanbul arasında bir noktaydı. Bu da kendisi için tehlikeli olabilirdi.

Şehzâde Ahmed'in çabaları ile Şehzâde Süleyman Bolu'dan ayrılacakken, Şehzâde Selim bu sefer oğlu için Kefe Sancağı’nı istedi. Kefe Kırım'da bir liman şehriydi. Kırım Hanlığına bağlı olmayan şehir doğrudan doğruya İstanbul'a bağlı idi. Şehzâde Selim'in düşüncesi, kayınpederi olan Kırım Hânı Mengli Giray'a yakın bulunabilmekti. Zîrâ Mengli Giray da dâmâdını destekliyordu. Bunun üzerine Şehzâde Süleyman 1504 yılında ölen amcası Şehzâde Mehmed yerine Kefe Sancakbeyi oldu.

1511 yılında Şehzâde Selim büyük bir maiyyet ile Trabzon'dan gemi ile Kırım'a gitti. Güya oğlu Süleyman'ı ve kayınpederini ziyâret edecekti. Asıl amacı kayınpederi ile sıkı bir işbirliği yapmak ve oğlu Süleyman'a tâlimat vermekti. Veliaht Şehzâde Ahmed, Kırım Hânı'na bir mektup gönderdi ve kardeşi Selim'e yardımdan vazgeçmediği takdirde, pâdişah olduğu zaman Kırım tahtından ümit kesmesini açıkça söylüyordu. Mengli Giray buna kulak asmadıysa da, kayınpederini müşkül durumda bırakmak istemeyen Şehzâde Selim Kırım'dan ayrıldı. Kardeşi Ahmed babasına baskı yaparak kayınpederini azlettirebilirdi.

Selim, Kırım'dan Trabzon'a dönmek yerine Rumeli'ye geçti ve artık Trabzon'a dönmeyeceğini ve kendisine Rumeli'de bir sancak verilmesini istedi. Şehzâdelere Rumeli'den sancak verilmesi yasalara aykırı olmasına rağmen ordu tarafından sevilen Şehzâde Selim'e Semendire ve Vidin sancakları verildi.

Bu arada Şehzâde Korkut babasının üzerindeki baskısını arttırarak tekrar Manisa Sancağı’na atandı. 2 Temmuz 1511'de Konya Sancakbeyi Şehzâde Şehenşâh’ın 40 yaşında eceli ile vefâtı üzerine taht adaylarının sayısı üçe indi.

1511 Temmuz'unda Şehzâde Selim Vidin'den Edirne'ye geldi. Bu şehri işgal ettikten sonra Çorlu'ya geldi. Ancak 3 Ağustos günü babası II. Bayezit tarafından karşılandı. Birkaç dakikalık vuruşmadan sonra şehzâde mağlup oldu. Kaçmak zorunda kalan şehzâde ihtiyâtı elden bırakmamıştı. Bulgaristan sâhillerinde gemiler şehzâdeyi bekliyordu. Bu olaydan sonra tekrar sancağına dönemezdi. Oğlunun yanına, Kefe'ye gelen şehzâde orduyu elde etmeden taht yolunun zor olduğunu böylece anladı.

21 Ağustos 1511 günü II. Bayezit büyük oğlu Ahmed'i tahta geçirmek üzere İstanbul'a çağırdı. Veliaht şehzâdenin Maltepe'ye kadar gelmesi üzerine Şehzâde Selim'i destekleyen birlikler ayaklandı. Bunun üzerine şehzâde İstanbul'a giremedi ve Maltepe'den geri dönmek zorunda kaldı. Amasya'ya döneceği yerde Konya'ya geçen Şehzâde Ahmed burada pâdişahlığını îlan ederek babasının orduya söz geçiremediğini iddiâ etti. Şehzâde Ahmed'in açıkça "müddeî" sıfatını takınması üzerine ulemâ yüzünü Ahmed'den çevirdi.

Bu arada Şehzâde Korkut'un ansızın İstanbul'a gelmesi işleri iyice karıştırdı. Ağabeyinin bu tavrı üzerine umuda kapılan Korkut babası ve paşalarla görüşmüş ve büyük saygı görmüştü. Fakat babasının hayatta olması nedeniyle paşalar Korkut'u desteklemediler.

1512 yılının ilk günlerinde Kızılbaşlar AmasyaTokat bölgesinde tekrar ayaklandılar. Şehzâde Ahmed'in orayı bırakması bölgede büyük bir boşluk oluşturmuştu. Bu olay üzerine 6 Mart günü İstanbul'da Kapıkulu Ocakları isyan çıkardı. Bu olaylar üzerine Şehzâde Ahmed'i desteklemekten vazgeçen sultan, küçük oğlu Selim lehine bir nâme yazarak onu İstanbul'a dâvet etti.


Tahttan Ferâgati ve Vefâtı

Şehzâde Selim 19 Nisan'da İstanbul'a ulaştı. Bu arada Şehzâde Korkut da İstanbul'da idi. Kendisinden üç yaş küçük kardeşinin pâdişahlığını tanıdı ve tebrik etti. 24 Nisan 1512'de II. Bayezit oğlu Selim nâmına tahtan ferâgat ettiğini açıkladı. Böylece babasının vefâtından sonra yeniçerilerin desteği ile tahta çıkan II. Bayezit uzun bir saltanâtın sonunda yine yeniçerilerin baskısıyla tahttan çekilmiş oldu. II. Bayezit tahtını oğluna bırakırken şu sözleri söyler:

“Adâletten ayrılma, âcizlere ve bîçârelere karşı merhametli ol. Kimsesizlere şefkat göster, herkesin sana ram olmasını istiyorsan ulemâya çok saygı göster, zarûret olmadıkça kimseye sert davranma.” 

Yeni Sultan Selim'e Dimetoka'ya çekilmek istediğini söyleyen sâbık sultan, oğlunun cülûsundan 11 gün sonra kalabalık bir maiyyet ile İstanbul'dan Dimetoka'ya doğru yola çıktı. Yola çıktığında da çok hasta ve bitkin olan sâbık sultan ata binemedi ve ancak tahtırevan ile seyahate devam edebildi. Dimetoka'ya ulaşmaya ömrü vefâ etmeyen II. Bayezit, yola çıkışından 32 gün sonra 26 Mayıs 1512'de Edirne'nin güneydoğusundaki Havsa İlçesi’nin Abalar Köyü’nde vefât etti.

II. Bayezit'in cenâzesi İstanbul'a getirildi, Fâtih Câmii'nde kılınan cenâze namazından sonra kendi yaptırdığı Bayezit Câmii'ndeki türbesine defnedildi. 62 yaşında vefât eden II. Bayezit'in pâdişahlık süresi 31 yıldan 9 gün eksikti. Ölümü tüm İslam âleminde üzüntü ile karşılandı. Kâhire'de ölümü işitilince başta Sultan Kansu Gavri olmak üzere çok sayıda kişinin katıldığı gıyâbî cenâze namazı kılındı. Ayrıca İslam dünyâsının başka yerlerinde de gıyâbî cenâze namazları kılındı.


İlginç Diyalogları




Kristof Kolomb İle Diyalog

Amerika Kıtası'nı keşfeden İtalyan denizci Kristof Kolomb, yaklaşık 14 yıldır tasarladığı okyanus ötesinde yolculuğu 1484'te Portekiz Kralı’na sundu ama reddedildi. Destekleyecek bir finansör bulamayınca maddî zorluklara giren Kolomb, Avrupa ile Osmanlı arasında ticâret ile uğraştı. Bu dönemde, 1484'te Sultan II. Bayezit'e bir papaz eşliğinde başvurdu ve bu isteği Osmanlı kayıtlarında “II. Bayezit'ten sultânın adına yeni ülkeler keşfedebilmek için emrine gemiler vermesini istedi.” şeklinde geçti.

Sultan, karşısına çıkan bu delidolu insanı ciddîye almadı ve talebini reddetti. Kolomb, Bayezit'ten iki yıl sonra İspanyol Kral ve Kraliçesi'ne mürâcaat etti ve 1492'de de Amerika'yı farkında olmadan keşfetti. Geldiği yeri Hindistan zannederek karşılaştığı Kızılderili halka “Hindistanlılar” (Indians) dedi.

İleriki yıllarda Kolomb ile üç kez Amerika'ya gitmiş bir İspanyol, bir savaş sonrasında Pîrî Reis'in amcası Kemal Reis'e esir düştü ve Kolomb'un keşfettiği Amerika kıyılarının haritasını amcasına verdi. Pîrî Reis bu haritadaki bilgilerden yola çıkarak 1513'te ilk Dünyâ Haritası'nı çizdi.



Leonardo Da Vinci İle Diyalog

1502 yılında, târihin en büyük mûcitlerinden ve sanatçılarından biri olarak gösterilen İtalyan Leonardo Da Vinci, II. Bayezit'e, Haliç üzerine yapılması için 240 metre uzunluğunda bir köprü projesi sundu. Ancak Da Vinci'nin bu sıra dışı projesi II. Bayezit tarafından kabul edilmedi ve yıllar sonra benzeri bir köprü 2001 yılında Norveç'te yapıldı.



Gül Baba İle Diyalog

Evliyâ Çelebi'nin anlattığına göre, Sultan II. Bayezit 1481 yılının bir kış günü Galata sırtlarında avlanırken son derece bakımlı ve güllerle süslü bir bahçe ve içinde köhnemiş küçük bir kulübe gördü. Kulübede mola veren sultan, buranın sâhibi Gül Baba ile tanışır ve onu, bahçeye gösterdiği özenden dolayı ödüllendirmek istediğini söyledi. Gül Baba da pâdişâhına sarı ve kırmızı iki adet gül vererek, bu bahçeye bir okul ve hastâne yaptırmasını istedi. Galata Sarayı Ocağı (günümüzde Galatasaray Lisesi) böylece kuruldu ve Yavuz Sultan Selim'in oğlu Kânûnî Sultan Süleyman da dâhil olmak üzere tüm şehzâdeler, şehzâdelerin çocukları ve önemli devlet görevlileri ilk ve orta eğitimlerini burada aldılar.


Şahsiyeti ve Târihe Bıraktıkları

II. Bayezit uzun boylu, yağız çehreli, ela gözlü ve geniş göğüslüydü. Yumuşak bir tabiata sâhipti. Gençliğinde serbest bir hayat sürdüğü hâlde pâdişahlığında ibâdete ve hayır işlerine yöneldi. Bu sebeple de "Bayezid-i Velî" ismiyle anıldı. Mecbur olmadıkça savaştan uzak kalmaya dikkat etti. Ayrıca ülke yönetimine verdiği önem nedeniyle çoğunlukla İstanbul'da kalmayı tercih etti.

Şehzâdeliğinden beri ünlü bilginleri etrâfına topladı ve kendini yetiştirmeye çalıştı. Zamânında yetişen pek çok âlimşâir ve sanatkâra çalışmalarından dolayı ihsanlarda bulundu, hediyeler verdi.

II. Bayezit oldukça dindar bir insandı. İstanbul'da kendi adına yaptırdığı Bayezit Câmii'nin inşâsı bitince pâdişah: “Her kim ömrü boyunca ikindi ve akşam namazlarının sünnetlerini terk etmemiş ise, ilk Cuma namazında imam olsun” demişti. Bu hususta kendisinden başka kimse çıkmamış, savaşta ve barışta hiçbir sünneti bırakmadığı için namazı kendisi kıldırmıştır.

Edebiyâta yoğun bir ilgi duyan Bayezit'in mührünü taşıyan birçok eser hâlen Türkiye ve Avrupa kütüphânelerinde mevcuttur. Hattâ okuduğu kitaplar hakkında düşüncelerini de yazmaktaydı. Nâmına çok eser yazılmıştır. Bunun yanı sıra, Türk Dili’nin gelişmesi için büyük hizmet verdi. O, eserlerin açık ve anlaşılır bir dil ile yazılmasını isterdi. II. Bayezit mûsıkî ile de ilgilendi. Sultânın eserlerinden yalnız 8 tânesinin notası zamânımıza kadar gelebilmiştir. Bunların hepsi saz eserleridir:
  • Fahte usûlünde Nevâ Peşrevi
  • Nevâ Saz Semâîsi
  • Çifte-Düyek usûlünde Rahatu'l-Ervah Peşrevi ve Rahatu'l-Ervah Saz Semâîsi
  • Ağır düyek usûlünde Aşiran-Buselik Peşrevi
  • Düyek usûlünde Evc Peşrevi
  • Evc Saz Semâîsi ve Sakıyl usûlünde Nişabur Peşrevi. 

"Adlî" mahlası kullanarak Türkçe ve Farsça şiirler yazdı. II. Bayezit'in yazdığı şiirlerden meydana gelen küçük hacimli bir dîvan 1892/93 târihinde İstanbul'da basıldı. Kendisi hat sanatında da oldukça yetenekliydi.

Hükümdarlığı süresince barışı ve sâkinliği tercih etmişti. Osmanlı Donanması, döneminde yenilendi, Pîrî Reis de tüm Dünyâ'da nâm saldı. Donanmanın yenilenmesi sırasında; yelkenli savaş gemilerini uzun menzilli toplarla yaparak Osmanlı'nın Akdeniz'de tek hâkim olması sağlandı. Döneminde Yeniçeri Ocağı genişletildi ve ağa bölükleri kuruldu.

Sultan II. Bayezit otuz seneden fazla süren saltanâtı boyunca, barış ve sükûnu tercih etmesi, donanmayı yenileyip hazırlıklar yapması, kendisinden sonra tahta geçen oğlu Yavuz Sultan Selim'in fâsılasız seferlerle meşgul olmasına neden oldu. Tımar teşkîlâtında değişiklik yapıldı. Ülkenin birçok yerinde okullarhastahânelercâmilermedreseler kuruldu. Yaptırdığı eserlerden günümüzde hâlâ varlığını sürdürenler arasında: 


Eşleri

  • Nigâr Hâtun; Abdullah Vehbi’nin kızı ve Şehzâde Korkut ile Fatma Sultân’ın annesi
  • Şirin Hâtun; Abdullah kızı ve Şehzâde Abdullah’ın annesi.
  • Gülruh Hâtun; Abdülhay kızı ve Âlemşah ile Kamer Sultân’ın annesi.
  • Bülbül Hâtun; Abdullah kızı ve Şehzâde Ahmed ile Hundi Sultân’ın annesi.
  • Hüsnüşah Hâtun; Karamanoğlu Nasuh Bey’in kızı.
  • Gülbahar Hâtun; Abdüssamed kızı ve bir görüşe göre Yavuz’un annesi.
  • Ferahşad Hâtun; Kefe Sancakbeyi Şehzâde Mehmed’in annesi.
  • Ayşe Hâtun; Dulkadiroğlu Alâüddevle Bozkurt Bey’in kızı ve bir görüşe göre Yavuz’un annesi.


Erkek Çocukları

  • Şehzâde Sultan Abdullah Han, 
  • Şehzâde Sultan Korkut Han, 
  • Şehzâde Sultan Ahmed Han, 
  • Şehzâde Sultan Selim Han 
  • Şehzâde Sultan Şehenşah Han, 
  • Şehzâde Sultan Mahmut Han, 
  • Şehzâde Sultan Mehmet Han, 
  • Şehzâde Sultan Âlem Şah Han


Kız Çocukları

  • Selçuk Sultan
  • Hatice Sultan
  • Ayşe Sultan
  • Hundî Sultan
  • Ayn-i Şah Sultan
  • Fatma Sultan
  • Hümâ Sultan
  • Kamer Sultan
  • Meliha Sultan
  • Gevher Müluk Sultan


Dönemin Sadrâzamları



Gedik Ahmed Paşa: (1474-1477) * **



Hoca Sinan Paşa: (1473-1473) * ** 

Müderris ve edebiyatçıdırİstanbul’un ilk kadısı büyük âlim Hızır Bey'in oğludur. İsmi Yusuf bin Hızır Bey bin Celâleddin olup, lâkabı Sinanüddin’dir. Hoca Paşa sanı ile meşhur oldu. Doğum târihi ve yeri hakkında ihtilaf vardır. Birçok kaynak 1440'ta İstanbul'da doğduğunu yazmaktadır. 

Sinan Paşa, ilk tahsîlini babasından gördü. Genç yaştayken geniş bilgiye sâhip oldu. Babasının 1459'da ölümü üzerine, Fâtih tarafından önce Edirne’de bir medreseye sonra da dârülhadîse müderris tâyin edildi. Bir süre sonra sultânın teveccühünü kazanarak Sahn müderrisi ve hâce-i sultânî, yâni sultana hoca oldu. İran’dan göç eden Ali Kuşçu’dan ders alan talebesi Molla Lütfî'nin öğrendiği bilgileri kendisine tekrarlaması sûretiyle matematik ilmini öğrendi.

Fâtih, devlet işlerinde de bilgisinden faydalanmak için, hocasını 1470'te vezir tâyin etti. 1473'te vezîriâzam olmuş ise de aynı yıl görevden alındı. Hakkındaki dedikodulardan dolayı hapsedildiyse de, âlimlerin araya girmesiyle hapisten çıkarılarak Sivrihisar Kadılığına tâyin edildi. Beş sene kadar bu vazîfede kalan Sinan Paşa, Sultan II. Bayezit’in tahta geçmesi üzerine 100 Akçe yevmiye ile Edirne Dârülhadîsi müderrisliğine tâyin edildi. Sinan Paşa Türkçe eserlerini bu vazîfedeyken yazmıştır. Vefâtına kadar bu görevde kalan Sinan Paşa 1486'da vefât etti. Eyüp Sultan Türbesi’nin bahçesine defnedildi. Bâzı kaynaklarda ise Gelibolu’ya defnedildiği yazılıdır.

Sinan Paşa’nın keskin bir zekâsı, üstün bir anlayış kâbiliyeti vardı. Bu kâbiliyetiyle genç yaşta geniş bir bilgiye sâhip oldu. Son derece cömert ve derviş mizaçlıydı. Dünyâ'ya değer vermezdi. Tasavvuf ehline büyük muhabbet gösterirdi. Sinan Paşa, babasından sonra Hızır Bey Mektebi’nin Sinan Paşa kolunu têsis etti. Tokatlı Molla Lütfî, Balıkesirli Sarı Gürz Muhyiddîn, Aydınlı Karabali, Tâceddîn İbrâhim, Kadızâde-i Rûmî’nin oğlu Muhyiddîn Mehmed, Mevlânâ Abdurrahman Müeyyedzâde, Şeyh Hacı Çelebi gibi kıymetli talebeler yetiştirdi. Sinan Paşa, edebiyatta da üstün olup, nazım ve nesir hâlinde eserler yazdı. Nesirleri secîli ve süslüydü. Buna Sinan Paşa Üslûbu dendi. Sinan Paşa; matematik, heyet, fıkıhkelam ve ahlak mevzûlarına dâir Türkçe ve Arapça eserler yazdı.



Karamanlı Mehmed Paşa* ** (1477-1481) 

Sadrâzam olana dek, vezirlik ve nişancılık vazîfesinde bulunan Karamânî Mehmed Paşa aynı zamanda askerî kimliğe de sâhiptir. İstanbul Kuşatması esnâsında Topkapı mıntıkası onun mesûliyeti altındaydı. Fakat Osmanlı târihçileri tarafından daha ziyâde Fâtih Kânunnâmesi’ne yapmış olduğu büyük katkı ve yazmış olduğu Tevârih-i Selâtînü's-Sultâniye ile bilinir. Fâtih öldüğü vakit sadrâzam olan Karamânî Mehmed Paşa, bâzı kaynaklarda Fâtih Sultan Mehmet'in zehirlenmesinden sorumlu tutulsa da buna pek ihtimal yoktur. Çünkü sadrâzamlık pozisyonunu işgal eden birinin, devlet yapısının tam olarak oturduğu bir dönemde hânedânı değiştirmeye kalkışması ihtimal dâhilinde değildir. Olsa olsa, Cem Sultan'ı tahta geçirme sevdâsıyla böyle bir işe tevessül etmiş olabilir ki, ona dâir de elde karîneler mevcut değildir. Fâtih'in ölümünün ardından hem Cem Sultan'a, hem de Bayezit Hân'a ulaklar gönderen Karamânî Mehmed Paşa'nın kalbinin, Cem Sultan ile birlikte attığı bilinmektedir. Fakat henüz velîaht İstanbul'a ulaşmadan yeniçeriler ayaklanmışlar ve Karamânî Mehmed Paşa'nın başını gövdesinden ayırmışlardır. Mezarı, Kumkapı Nişanca Mehmed Paşa Câmii avlusundadır. Kendisi ayrıca nişancılığına atfen, "Nişânî" mahlası ile şiirler kaleme almıştır.

Karamânî Mehmed Paşa'nın henüz nişancı iken kaleme aldığı, Tevârih-i Selâtînü's-Sultâniye isimli eser, Osmanlı kroniklerinin oldukça sınırlı sayıda olduğu bir dönemde kaleme alınması ve günümüze kadar ulaşmış olması bakımından büyük önem arz eder. Karamânî Mehmed Paşa, Arapça olarak kaleme aldığı bu eserinde Osmanlıların kuruluşundan 1479 senesine kadar olan târihini inceler. Özellikle kendisinin bizzat içinde bulunduğu hâdiseler hakkında bilgiler, birinci dereceden önemli kaynak pozisyonundadır.


İshak Paşa* ** (1469-1472), (1481-1482)  



Koca Dâvud Paşa: * (1482-1497)

Neredeyse kesin olarak Arnavut asıllıdır. Macaristan ve Venedik topraklarına yapılan akınlardaki başarılarından dolayı Ankara Sancakbeyliğine, ardından da Anadolu Beylerbeyliğine getirildi. Otlukbeli Savaşı’nda öncü kuvvetlere kumanda etti. 1477'de yapılan Tuna Boyu Seferi’ne katıldı ve top mermisiyle yaralandı. Aynı yıl Rumeli Beylerbeyliğine tâyin edildi. 1479'da İşkodra Seferi’nde Jebyak'ı ele geçirdi. Yine aynı yıl Bosna Sancakbeyliğine tâyin edildi.

II. Bayezit’in tahta çıkışından sonra tekrar Rumeli Beylerbeyliğine tâyin edildi. 1483'te önce vezir, sonra İshak Paşa'nın yerine vezîriâzam oldu ve Macarlara karşı Rumeli'yi savunmakla görevlendirildi. Aynı yıl Memluklar üzerine gönderildi. Adana ve Tarsus'u geri aldı ve Turgutoğullarını Osmanlı Devleti'ne bağladı. 1492'de Arnavut âsîleri üzerine gönderildi ve birçok esirle geri döndü. 1497'de on dört yıl sürdürdüğü vezîriâzamlık görevinden azledilerek 300 bin Akçe maaşla Dimetoka'da mecbûrî ikâmete sevk edildi. Kaynaklarda, öldüğünde 1 milyon duka gibi büyük bir servetin sâhibi olduğu kaydedilmektedir.

İstanbul Avratpazarı'nda câmi, imâret, çeşme, medrese ve türbeden oluşan ve kendi adını taşıyan külliyeyi, Üsküp'te yine kendi adını taşıyan çifte hamamı yaptırmıştır. Külliyesindeki türbeye gömülmüştür.

İstanbul'daki Davutpaşa semti onun adını taşımaktadır. Avrupa'ya sefere çıkan Osmanlı Ordularının uğurlandığı sahra olan ve bütün dönemlerde askerî amaçlarla kullanılmış bulunan bu mevkide Fâtih Sultan Mehmet için bir ordugâh köşkü olan ilk yapıyı inşâ ettiren kişi olduğu için burası Davutpaşa Sahrası (daha sonra Davutpaşa Kışlası vs.) olarak anıla gelmiştir.

Külliyesinin bir parçasını oluşturan ve yüzyıllar içinde deprem ve yangın gibi nedenlerle harap duruma düşmüş Fâtih Davutpaşa Medresesi'nin aslına uygun şekilde restore edilerek Türk Diyabet Vakfı hizmetine verilmesi projesi yapılmış ise de, kaynak yetersizliğinden gerçekleştirilememiş olup, medrese hâlen yıkıntı hâlindedir.


Hersekli Ahmed Paşa (Hersekzâde Ahmed Paşa)* ** (1497-1498), (1503-1506), (1511-1511), (1512-1514), (1515-1516) 

Hersek Dükü Stefan Vukçiç Kosariç’in oğludur. Hersek’in bir bölümünün kendisine bırakılmasını isteyen babası tarafından rehine olarak İstanbul’a gönderilen, Hersek Osmanlı topraklarına katılınca İstanbul’da kalarak Ahmed adını alan Hersekzâde Ahmed Paşa, Enderun’da yetiştirilip, II. Mehmet’in en güvendiği adamlar arasına girerek, İşkodra Seferi’ne (1479) katıldı. Anadolu Beylerbeyliğine atanarak Bayezit’in kızı Hundi Hâtun’la evlendi. Mısır’la yapılan savaşta serdarlığa getirildiyse (1486) de, bâzı kıskanç paşalar yüzünden tutsak düştü ve ancak bir yıl kadar sonra İstanbul’a dönebildi. Yeniden Anadolu Beylerbeyliğine getirilip, Mısır Seferi’nde kaptanıderyâ olarak donanmaya komuta etti (1488). Şiddetli bir fırtına yüzünden birçok gemi yitirmesine karşın, Mısır Ordusu’nun kaçış yollarını keserek bozgunu kesinleştirdi. Sadrâzamlığa getirilip (1497), ertesi yıl görevden alınarak, Osmanlı - Venedik Savaşı’nda İnebahtı Seferi’ne katıldı ve İnebahtı’nın ele geçirilmesinde (1501) önemli rol oynadı. Yeniden sadrâzamlığa getirilip (1503), 1506’da görevden alındı ve güvenliği sağlamak göreviyle donanmanın başına getirildi. Bir kez daha sadrâzamlığa (1511) getirilip, Bayezit-Selim mücâdelesinde Selim taraftarı yeniçeriler evini basınca istifâ etti. Yavuz Sultan Selim tahta çıkınca dördüncü kez sadrâzamlığa getirilip (1512), Çaldıran Savaşı’nda görev aldı. Tebriz’in fethinden sonra yeniçeriler ayaklanınca istifâ etti. Beşinci kez sadrâzamlığa getirildiyse (1515) de, 8 ay sonra görevden alınıp, Yedikule’ye hapsedildi. Bir süre sonra bağışlandı.


Çandarlı II. İbrâhim Paşa: * (1498-1499)

Fâtih Sultan Mehmet’in öldürttüğü Çandarlı II. Halil Paşa’nın küçük oğludur. İyi bir eğitim gördü, 1451’de Edirne Kadılığına atandı. 1453’te babasının ölümü üzerine âilenin mallarına el konması ve görevinden alınması sıkıntılar çekmesine neden oldu. Fâtih bir süre sonra, Çandarlı Âilesi’ni bağışlayıp devlet hazînesine alınan mallarını ve topraklarını geri verdi. İbrâhim Paşa da, yeniden Edirne Kadılığına getirildi. 1465’e kadar Edirne’de kadılık yaptı. Kazaskerliğe yükseltildi, 1468’de de Amasya’da sancakbeyi bulunan Şehzâde Bayezit’in lalalığına atandı. II. Bayezit ile birlikte Kili ve Akkerman kalelerinin fethine katıldı. 1485’te Mevlânâ Kestelli’nin yerine Rumeli Kazaskeri oldu. Şubat 1486’da vezirliğe atandı. 1487’de ikinci vezir, Ağustos 1498’de Hersekzâde Ahmed Paşa’nın yerine sadrâzam oldu. İnebahtı Seferi’ne katıldı, kale ele geçirilmeden ordugâhta öldü. Cenâzesi, İznik’e getirildi ve babasının yanına gömüldü. Birçok hayır eserleriyle vakıfları vardır.



Mesih Paşa: * (1499-1501)

Bizans kraliyet âilesine mensuptur. Son Bizans İmparatoru Konstantin Draganez'in kız kardeşinin çocuğudur. Son imparatorun evlâdı olmadığı için Bizans Devleti devam etseydi taht namzetleri arasında olacak kişilerdendir. Bâzı yabancı yazarlar ve Hammer'in onlardan naklen yazdığına ve Nicolae Iorga'nın da kaydına göre aslen Rum olup Paleolog Hânedânı’na mensup imiş. Beylerbeyi ve vezir olup 1479 Aralık ayında Rodos Adası’nın zaptına serdar olmuş ise de muvaffak olamayarak dönüp Gelibolu Sancakbeyliği ve donanma kumandanlığına gönderilmiştir. Daha sonra Dîvan'da vezir bulunurken Çandarlızâde İbrâhim Paşa'nın vefâtı üzerine vezîriâzam olmuştur. Mesih Paşa 1501'de Galata'daki barut mahzenine yıldırım isâbet etmesiyle vukûa gelen yangında bulunup söndürülmesi için çalışırken Galata Kadısı ile berâber bulunduğu yüksek yerden düşerek ayakları kırılmış ve bundan dolayı birkaç gün sonra vefât etmiştir.



Hadım Ali Paşa (Atik Ali Paşa): * ** (1501-1503), (1506-1511) 

Aslen Saraybosna'nın Drozgometva Köyü'ndendir. Devşirme olarak Enderun'da yetişti. “Hadım” lakabıyla da tanınan Ali Paşa bir süre Bâbüssaâde ağalığı yaptıktan sonra önce sancakbeyliği, ardından da Karaman Beylerbeyliğinde bulundu (1482). Bu sırada içteki çeşitli siyâsî karışıklıklarla uğraştı. Özellikle Cem Sultan ve Karamanoğlu Kâsım Bey'e karşı başarı ile mücâdele etti. Daha sonra Rumeli Beylerbeyi olan Ali Paşa, Boğdan Voyvodası’nın Akkirman'ı almaya teşebbüs etmesi üzerine ona karşı gönderildi. Ali Paşa Eflak Beyi’ni yenerek Boğdan'a girdi. Boğdan Prensi Stefan Çel Mare, karşı koyamayacağını anlayınca Lehistan'a ilticâ etmek zorunda kaldı. 1483'te Vezîriâzam Dâvud Paşa'nın maiyyetinde Memluk Seferi’ne katıldı, çevredeki kalelerin zapt edilmesinde başarılı oldu. Bu sırada asker arasında görülen hastalık ve bitkinliğe rağmen savaşa devam ederek Memluk askerlerini bozguna uğrattıktan sonra Karaman'a çekildi (1492). Memluklarla barış imzalanmasının ardından, Venediklilerin Mora kıyılarını tehdidi üzerine Dâvud Paşa ile birlikte Modon ve Koron'u almakla görevlendirildi 1500'de Modon ve Koron kaleleri ile Kefalonya ve Aya Mavra adalarını aldı. Bu sefer sırasında Leontari önlerinde II. Bayezit ile buluştu, ancak kış yaklaştığı için pâdişah geri döndü. Bu durumdan faydalanan Venedikliler Navarin'i geri aldılarsa da Kemal Reis'in donanma ile yardıma gelmesi üzerine Ali Paşa şehri Venediklilerden tekrar almaya muvaffak oldu (1501). Bu fetihten sonra Mora'da ticâret çok gelişmiş, o sırada İspanya'da büyük sıkıntı içerisinde olan Müslümanlardan bir kısmı Mora'ya yerleşmiştir.

Ali Paşa 1501'de Mesih Paşa'nın ölümü üzerine vezîriâzam oldu. Bu ilk sadâreti iki yıl kadar devam etti ve 1503'te görevden alındı. 1506'da ikinci defâ bu makâma tâyin edilen Ali Paşa 1511'de şehit düşünceye kadar sadârette kalarak devlet işlerini başarıyla yürüttü. Hattâ II. Bayezit birçok konuda idâreyi ona bıraktı. Bu dönemde şehzâdeler arasındaki taht mücâdelesi ve Şîîlik faaliyetleri onu en çok meşgul eden konular oldu. Şehzâdeler meselesinde büyük şehzâde Korkut'a ve en küçük şehzâde Selim'e karşı Ahmed'i destekledi. Şehzade Korkut'un Antalya'da sancağı civârında bulunan sadâret hasları yüzünden aralarında ihtilaf çıkmış, Ali Paşa'nın bu haslar konusunda diretmesi Korkut'un birkaç adamıyla birlikte Mısır'a kaçmasına sebep olmuştur. Ancak Ali Paşa'nın Korkut'un haslarını iki katına çıkarması üzerine Mısır'dan dönmesi sağlanmıştır. Ayrıca babasından hükümdarlığı zorla almak isteyen Şehzâde Selim'i 1511'de Çorlu'da mağlup etmiştir. Diğer taraftan Şahkulu Hareketi’nin mevziî olmaktan çıkıp doğrudan doğruya devleti meşgul eden bir mesele hâline gelmesi üzerine hareketi bastırmakla görevlendirildi. Asker arasında çıkan ihtilafları ortadan kaldırarak Şahkulu üzerine yürüyen vezîriâzam, Sivas-Kayseri arasındaki Gökçay Mevkii’nde Şahkulu ile karşılaştı. Bu mücâdele sırasında Şahkulu öldürülüp askerleri dağıtıldı ise de âsîler üzerine tedbirsizce yürüyen Ali Paşa, Şahkulu'nun askerleri tarafından çember içine alındı ve isâbet eden bir okla şehit düştü (2 Temmuz 1511). II. Bayezit Ali Paşa'nın ölümüne çok üzüldü.

Atik Ali Paşa değerli bir devlet adamı, iyi bir kumandan olmanın yanında memleketin îmârına önemli hizmetleri geçmiş bir kimsedir. Dürüst ve dirâyetli şahsiyeti, hayırseverliğiyle devrin kaynaklarında övülmüştür. Onun hayır eserlerinin başında İstanbul Dîvanyolu’nda, Atik Ali Paşa Câmii, medrese, imâret, mektep, kütüphâne ve diğer müştemilattan oluşan külliye gelir. Ali Paşa'nın bu külliye içerisinde teşkil ettiği kütüphâne, fetihten sonraki İstanbul'un en önemli kültür müesseselerinden biridir. Yine İstanbul Karagümrük'teki Zincirlikuyu veya Atik Ali Paşa Câmii, Tekfur Sarayı civârında “Kâriye” adıyla manastırdan çevrilen câmi, bunun yakınında yaptırdığı bir medrese, Edirne'deki bir câmi, Bursa'da bir imâret, Mora'daki birkaç sıbyan mektebi onun hayrâtındandır.

Ali Paşa, vakıflarında hizmet gören personelin ücretleri, bu eserlerin tâmir masrafları vb. için başta İstanbul olmak üzere imparatorluğun birçok yerinde yüzlerce ev, dükkân, han, hamam, çiftlik, bahçe ve tarla vakfetmiştir. 1546 yılında yapılan bir tespite göre vakıflarının toplam geliri 471.998 Akçe idi. O dönemdeki paranın alım gücüne göre çok büyük bir meblâğ olan bu toplamdan vakıf personeli, imâret masrafları, Medîne fukarâsı için yapılan toplam harcama 270.638 Akçe tutmakta, 201.360 Akçe ise vakfın gelir fazlası olarak kaydedilmektedir.

Ali Paşa bütün bunların yanında ilim ye sanata da yakın ilgi duymuş, ilim ve sanat erbâbını himâye etmiştir. Sarayında sık sık âlim ve şâirleri toplar, onlara ziyâfet verir, ilim ve kültür sohbetleri yapılmasını sağlardı. Devrinin tanınmış şâirlerinden Priştineli Mesîhî onun dîvan kâtibi idi. Efendisinin ölümü üzerine söylediği mersiyesi meşhurdur. İdrîs-i Bitlisî, Heşt Behişt adlı târihe dâir eserini Atik Ali Paşa'ya ithaf etmiştir.



Koca Mustafa Paşa (Kara Mustafa Paşa)* ** (1511-1512) 

Babasının adı Abdüssamed’dir. Fâtih Sultan Mehmet Han (1451-1481) devrinde saraya alınarak, Enderun’da eğitim ve öğretim gördü. 1481’de hazînedarbaşı, 1482’de kapıcılar kethüdâsı olup, 1489-1492 târihleri arasında kapıcıbaşılık yaptı. 1490’da Roma’ya gönderilip, Sultan II. Bayezit Han (1481-1512) tarafından kardeşi Cem Sultan’a gönderilen nâme ve hediyeleri götürdü. 1495’te Avlonya, 1497’de Gelibolu Sancakbeyi oldu. 1498’de Rumeli Beylerbeyliğine tâyin olundu. Koca Mustafa Paşa, Rumeli Beylerbeyi olarak, Sultan II. Bayezit Han devrinde, Osmanlı - Venedik Savaşı’nda, 1499 İnebahtı Seferi’nde, burasının karadan kuşatılmasına mêmur edildi. Ağustos 1499’da İnebahtı Kalesi’nin anahtarlarını teslim aldı. 1501’de vezir oldu. İkinci vezirken, 1511’de vezîriâzam tâyin edildi. Sultan II. Bayezit Han’dan sonra Yavuz Sultan Selim Han da onu vezîriâzamlıkta bıraktı. Fakat Yavuz Sultan Selim Hân’ın saltanâtının ilk yıllarında olan şehzâdeler meselesi hâdiselerine adı karışınca, 1512 yılında Bursa’da öldürüldü. Koca Mustafa Paşa’nın kabri Pınarbaşı’nda Bursa Mevlevîhânesi karşısındadır. İstanbul’da Kocamustafapaşa semtinde kendi adıyla anılan câmi, imâret, medrese, mektep ve tekkeden meydana gelen bir külliye, Eyüp’te câmi, Rumeli’nde Yenice-i Karasu’da imâret, Nevrekop’ta câmi ve mektep yaptırmıştır.













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yapabilirsiniz.