1 Ocak 2015 Perşembe

II. MEHMET (FÂTİH SULTAN MEHMET)




II. MEHMET

Yedinci Osmanlı Sultânı



Babası: II. Murat 
Annesi: Hümâ Hâtun
Doğum Târihi: 30 Mart 1432, Edirne
Vefât Târihi: 3 Mayıs 1481, Çayırova
Saltanat Müddeti: 1444-1446
2. Saltanâtı: 1451-3 Mayıs 1481
Türbesi: İstanbul’dadır.


İstanbul'u fethetmesinden sonra "Fâtih" lâkabıyla anılmıştır. İstanbul'un Fethi, Orta Çağ'ın sonu Yeni Çağ'ın başlangıcı olmuştur. Bundan dolayı Fâtih, "çağ açan hükümdar" olarak da tanınır. İstanbul'u fethetmesinden sonra Caesar (Sezar, Kayser, Kayzer) unvânını da kullanmaya başlamıştır. İstanbul'un fethiyle bin yıllık Bizans İmparatorluğu son bulmuştur. Fâtih, çıkardığı yasalarla devleti önemli ölçüde yeniden biçimlendirmiştir.


Şehzâdeliği

II. Mehmet 29 Mart 1432 Pazar günü şafak vakti, o dönemde Osmanlı Devleti’nin başkenti olan Edirne'de doğdu. Babası II. Murat'ın dördüncü oğluydu. Annesi, Hümâ Hâtun adıyla bilinir.

Mehmet iki yaşına kadar Edirne'de kaldıktan sonra 1434'te sütninesi ve küçük ağabeyi Alâeddin Ali ile birlikte, 14 yaşındaki büyük ağabeyi Ahmet'in sancakbeyi olduğu Amasya'ya gönderildi. Burada ağabeyi Ahmet'in erken yaşta ölmesi üzerine Mehmet altı yaşında Amasya Sancakbeyi oldu. Diğer ağabeyi Ali ise Manisa'da Saruhan Sancakbeyi oldu. İki yıl sonra babaları II. Murat'ın tâlimatıyla iki kardeş yer değiştirdiler ve Mehmet Saruhan Sancakbeyi oldu.

Mehmet'in eğitimi için babası çeşitli hocalar görevlendirdi. Ancak zeki olduğu kadar hırçın bir çocuk olan Mehmet'in eğitilmesi kolay olmadı. Sonunda babası heybetli ve otoriter bir âlim olan Molla Gürânî'yi görevlendirdi. Anlatılana göre Sultan Murat, Gürânî’ye bir değnek vermiş ve Mehmet itâatsizlik ederse kullanmasını söylemişti. Gürânî, Mehmet'e dersi dikkate almayan öğrencisine bir hocanın dayak atması üzerine edebî bir cümleyi inceletmiş, Mehmet durumun ciddiyetini anlayarak hizâya gelmiştir.


İlk Kez Tahta Çıkışı

II. Murat 1443 yazında Karaman Beyi İbrâhim'i Anadolu'da yenilgiye uğrattıktan sonra Ekim ayında Edirne'ye döndüğünde Hunyadi Yanoş, Macar Kralı Ladislas ve Sırp Despotu Yorgo Brankoviç önderliğinde bir Hıristiyan Ordusu’nun Tuna'nın güneyindeki Osmanlı topraklarını istilâ etmeye başladığı haberini aldı. Aynı dönemde Amasya'dan Şehzâde Ali'nin öldüğü haberi geldi. Ağabeyinin ölümüyle Mehmet tahtın yeni vârisi olmuştu. II. Murat Hıristiyan Ordusu’nun 25 Aralık'ta İzladi'de durdurulmasının ardından başlayan müzâkereler sırasında Mehmet'i Manisa'dan Edirne'ye getirtti. 12 Haziran 1444'te Edirne'de Macarlarla antlaşma yaptıktan bir ay sonra oğlu Mehmet'i Edirne'de Sadrâzam Çandarlı Halil Paşa * denetiminde "kaymakam" olarak bırakarak Hâmidili topraklarını işgal eden Karamanlıların üzerine yürümek üzere Anadolu'ya geçti ve Karamanlılarla Yenişehir'de bir anlaşma yaptı. Yenişehir'den ayrıldıktan sonra Ağustos ayında Mihaliç'te Yeniçeri Ağası Hızır Ağa ve diğer beylere tahttan oğlundan yana resmen çekildiğini duyurdu ve ordusu Edirne'ye dönerken kendisi Bursa'da kaldı.

II. Murat'ın 1444 yazında doğuda ve batıda barışı sağladığını düşünerek tahttan çekilmesi Edirne'de bir otorite boşluğu yaratarak devleti buhrâna sürükledi. Dış siyâsette ihtiyatlı davranmayı tercih eden Sadrâzam Çandarlı Halil Paşa ile Sultan Mehmet'in etrâfında toplanmış olan Şahâbeddin, Zağanos, Turahan Paşalar arasında rekâbet baş gösterdi. Bu rekâbet 1444-1453 yılları arasında Osmanlı Devleti'nde yaşanan başlıca politik gelişmelerin belirleyici etmenlerinden biri olmuştur. 

Ağustos başında Kral Ladislas'ın Osmanlılarla yapılan barışı geçersiz sayarak yeni bir Haçlı Seferi’ne çıkacağını îlan etmesi başkent Edirne'de paniğe yol açtı ve halk şehri terk etmeye başladı.

Konstantinopolis'te Rumların himâyesinde olan ve Osmanlı tahtında hak iddiâ eden Orhan Çelebi de bu dönemde Çatalca yakınlarında İnceğiz'e ve Dobruca'ya geçerek bir isyan girişiminde bulundu. Bu girişim Şahâbeddin Paşa tarafından önlendi ve Orhan Çelebi Konstantinopolis'e kaçtı. 

Aynı dönemde başkentte kendini Hurûfîlik taraftarlarının elçisi olarak tanıtan bir İranlı, halktan epey yandaş toplamıştı. Sultan Mehmet de İranlının öğretisine ilgi duymuş ve koruması altına almıştı. Ancak Müfti Fahreddin ve Sadrâzam Halil Paşa *'nın  bu duruma tepki göstermesi üzerine Sultan Mehmet çok geçmeden desteğini çekmek zorunda kalmış ve sonunda başkentte bir Hurûfî katliâmı yaşanmıştı. Bu sırada şehirde çıkan yangında bedesten ile birlikte 7.000 ev kül olmuştu.

Eylül ayı sonlarında Kral Ladislas önderliğindeki Hıristiyan Ordusu Tuna'yı aşarak Edirne'ye doğru yürürken bir Venedik filosu da Çanakkale Boğazı'nı kapattı. Sadrâzam Halil Paşa'nın çağrısıyla II. Murat Anadolu Hisarı'nın bulunduğu noktadan Rumeli'ye geçerek Edirne'ye geldi ve 10 Kasım 1444'te Hıristiyan Ordusu’nu Varna'da ağır bir yenilgiye uğrattı. Varna Savaşı sırasında ve sonrasında Mehmet tahttan çekilmemişse de fiilen pâdişah II. Murat'tı. Zağanos ve Şahâbeddin Paşalar genç pâdişâhın otoritesini güçlendirmek için Mehmet'i Varna Savaşı'na götürmek istemişler ama Sadrâzam Halil Paşa buna mâni olmuş ve onlara karşı II. Murat'a gerçek pâdişah muâmelesi yapmıştı. Ancak II. Murat savaştan sonra oğlunun konumunu Konstantinopolis'teki Orhan Çelebi'ye karşı zayıflatmamak için fiilî durumu hakîkî bir cülus hâline getirmeden Manisa'ya çekildi.

II. Murat 1446'nın Mayıs ayında Sadrâzam Halil Paşa'nın çağrısıyla bir kere daha Edirne'ye, tahtına döndü. Bunun sebebi Mehmet'in Konstantinopolis'e saldırma planları yapıyor olmasıydı. Halil Paşa kendi gücünü zayıflatacağı düşüncesiyle bu saldırıya karşı gelirken II. Mehmet'in yandaşı olan Zağanos ve Şahâbeddin Paşalar bu planı destekliyordu. Sonunda Halil Paşa bir yeniçeri isyânı düzenleyerek II. Mehmet ve yandaşlarını iktidardan uzaklaştırdı. II. Murat'ın yeniden tahta geçmesi üzerine Mehmet Manisa'ya çekildi, Zağanos Paşa da Balıkesir'e sürgüne gönderildi.


Manisa Dönemi (1446-1451)

II. Mehmet'in Manisa'daki ilk yıllarında neler yaptığına dâir çok fazla bilgi yoktur. Babasının 1446'da Mora'ya düzenlediği sefere katılmamıştı. 1447 sonlarında ya da 1448 başlarında Arnavut kökenli bir Hıristiyan köle olan Gülbahar Hâtun'dan ileride pâdişah olacak Bayezit adında bir oğlu oldu. 1448'de Macarlar ile yapılan II. Kosova Savaşı'nda babasına Anadolu birliklerinin önderliğinde eşlik ederek ilk defâ bir savaşta yer aldı. 17 yaşına geldiğinde Gülbahar Hâtun ile birlikteliğini tasvip etmeyen babası tarafından Dulkadiroğlu Süleyman Bey’in kızı Sitti Hâtun ile evlendirildi.

II. Mehmet Manisa'da bulunduğu sıralarda oldukça başına buyruk bir biçimde hareket etmişti. Onun rızâsıyla Türk korsanları Ege'deki Venediklilere saldırıyordu. 1448/1449 yılında Selçuk'ta kendi adına para bastırmıştı. 1449'un Ağustos veya Eylül ayında annesi vefât etti. 1450 yılında babasının İskender Bey üzerine yaptığı Arnavutluk Seferi’ne ve başarısızlıkla sonuçlanan Akçahisar Kuşatması'na katıldı.


İkinci Kez Tahta Çıkışı

II. Murat 1451'in 3 Şubat günü öldü. Mehmet babasının ölüm haberini Sadrâzam Halil Paşa *'nın özel ulakla Manisa'ya gönderdiği mektupla aldı. Anlatılana göre "Beni seven ardımdan gelsin!" diyerek atına atlayıp kuzeye doğru yola çıkmıştı. Mehmet 19 Şubat 1451’de Edirne'de ikinci kez tahta çıktı. Çandarlı Halil Paşa'yı sadrâzamlık makâmında tuttu, İshak Paşa'yı da Anadolu Beylerbeyi olarak atadı ve babasının cenâzesine eşlik etmek üzere Bursa'ya gönderdi. Daha sonra babasının İsfendiyaroğulları Beyi’nin kızından olan sekiz aylık oğlu Küçük Ahmed Çelebi'yi boğdurttu. Bu şekilde “Kardeş Katli Yasası da uygulamaya konmuş oldu. Ahmed Çelebi'nin cenâzesi de babası Sultan Murat'ınkiyle birlikte Bursa'ya gönderildi.

Sultan Mehmet her ne kadar Çandarlı Halil Paşa'yı görevinde bıraktıysa da artık gerçek iktidar kendisiyle birlikte lalaları Şahâbeddîn ve Zağanos Paşaların başını çektiği savaşçı kesimin eline geçmişti. II. Mehmet'in amacı Tuna'nın güneyindeki Balkan toprakları ile Fırat'ın batısındaki Anadolu topraklarını alarak büyük dedesi Yıldırım Bayezit'in oluşturmaya çalıştığı merkeziyetçi imparatorluğu kurmaktı. Ancak Bayezit'in aksine bunu yapmak için önce Konstantinopolis'i alması gerektiğini düşünüyordu. Öte yandan gerek Batı'da ve gerekse de Doğu Roma'da yeni pâdişah genç yaşı ve tecrübesizliği dolayısıyla ilk başta önemli bir tehdit olarak algılanmamıştı. Bu görüş Mehmet'in 1451'de Venedik Cumhuriyeti, Ceneviz Cumhuriyeti, Macaristan Krallığı ve Sırp Despotluğu ile babasının yapmış olduğu anlaşmaları yenilemesiyle pekişmişti. Sultan Mehmet Doğu Roma'ya da babası dönemindeki dostâne ilişkileri devam ettireceğini ve Süleyman Çelebi'nin Konstantinopolis'teki oğlu Orhan için yıllık 300.000 Akçe ayırdığını bildirmişti.

II. Mehmet'in yetersiz bir hükümdar olduğunu düşünen yalnızca Hıristiyanlar değildi. Tahta geçmesinin ardından Karamanlılar yerel beylikleri yeniden diriltmek üzere ayaklandılar ve Seydişehir ile Akşehir'i ele geçirdiler. Bunun üzerine 1451'in yazında II. Mehmet Anadolu'ya geçti ve kısa sürede bu isyânı bastırdı. Bu sırada Mehmet'in Anadolu'da bulunmasını fırsat bilen Doğu Roma İmparatoru Konstantinos, ulakları vâsıtasıyla Süleyman Çelebi'nin oğlu Şehzâde Orhan'ın ödeneğinin yapılmadığını, ödeneğin ikiye katlanmaması hâlinde Orhan'ın Osmanlı tahtında hak iddiâ etmesine izin vereceği tehdidinde bulundu. Mehmet sorunu çözeceğini söyleyerek elçileri gönderdi ancak Edirne'ye döndükten sonra Orhan için ayrılmış olan gelirlere el koydu ve Konstantinopolis'in ablukaya alınmasını emretti.


İstanbul’un Fethi

Sultan Mehmet kuşatma hazırlıklarına 1451 sonlarında başladı. Boğaz'ın Anadolu yakasında büyük dedesi Bayezit'in yaptırmış olduğu Anadolu Hisarı'nın karşısına o dönemde "Boğazkesen" adı verilen Rumeli Hisarı'nın inşâ emrini verdi. İmparator Konstantinos, Mehmet'e hisarın yapımı için kendisinden izin alması gerektiğini bildirmek için elçiler gönderdi ancak Mehmet elçileri kabul etmedi. İmparator en son 1452'nin Haziran ayında barış görüşmeleri için bir kere daha elçilerini gönderdi ancak Mehmet elçileri reddetti. Bu, savaş îlânı anlamına geliyordu. Hisar 1452'nin Ağustos ayında tamamlandı. Böylece Boğaz'ın kontrolü Osmanlıların eline geçmiş oldu. Boğaz'dan geçecek gemiler bundan böyle geçiş parası ödemek zorundaydı. Aksi takdirde gemiler top atışıyla batırılacaktı. 1452 sonlarında ödeme yapmayı reddeden bir Venedik gemisi batırılmış, kaptanı ve tayfası tutuklanmıştı. Söz konusu toplar Erdelli Urban adında bir top dökümcüsü tarafından yapılmıştı. Mehmet kendisinden Konstantinopolis'in surlarını yıkabilecek güçte bir top yapıp yapamayacağını sormuş, Urban da ne Konstantinopolis, ne de Bâbil'in surlarının karşı koyabileceği bir top yapabileceğini söylemişti.

Öte yandan bu gelişmeler karşısında İmparator Konstantinos, Papa ve İtalyan şehirlerinden umutsuzca yardım talebinde bulundu ama bunlar sonuçsuz kaldı. Yalnızca Cenova 1452'nin Kasım ayında yardım göndermeye karar verdi ve Giovanni Giustiniani komutasında 700 asker taşıyan Ceneviz kadırgaları 26 Ocak 1453'te Konstantinopolis'e vardı. İmparator Konstantinos, Giovanni Giustiniani'yi kara kuvvetlerinin başkumandanı yaptı. Konstantinopolis'teki asker sayısı 8.000 civârındaydı, limanda 26 savaş gemisi bulunuyordu. Daha evvel 700 İtalyan’ı taşıyan 7 Girit ve Venedik gemisi Şubat ayında şehirden kaçmıştı. Osmanlı Ordusu’ndaki asker sayısı ise en az 50.000 idi. Ayrıca Sultan Mehmet yalnızca karadan kuşatmanın yeterli olmayacağını düşünerek bir donanma hazırlatmıştı. Bu donanma bahar aylarında Boğaz'ın Marmara girişine vardı.

Osmanlı Ordusu 23 Mart'ta Edirne'den hareket etti ve 2 Nisan’da Konstantinopolis'e vardı. Aynı gün Haliç'in girişi zincirle kapatıldı. Karargâhını Romanus Kapısı’nın karşısına Maltepe'ye kuran Sultan Mehmet son kez teslim çağrısında bulundu ama imparator reddetti. 6 Nisan sabâhı ilk saldırı başladı. Kuşatma, aralıklı çatışmalarla 53 gün sürdü. İmparator Konstantinos, Giustiniani ile birlikte Romanus Kapısı’nı savunuyordu. Şehzâde Orhan da Marmara kıyısındaki kıtalardan birini yönetiyordu. 20 Nisan günü Papa'nın gönderdiği üç Ceneviz gemisi ve Sicilya'dan gelen bir Rum yük gemisi şehrin açıklarında belirdi. Marmara Denizi’nde yapılan savaşın sonunda akşam saatlerinde dört gemi Haliç'e girmeyi başardı. Donanmasını bir şekilde Haliç'e indirmesi gerektiğini anlayan Sultan Mehmet gemilerini karadan geçirmeye karar verdi. Bugünkü Dolmabahçe'den Kasımpaşa'ya uzanan güzergâha kalaslar döşendi ve 70 kadar gemi silindirler üstünde 22 Nisan sabâhında Haliç'e indirildi. Böylece Haliç'in kontrolü Osmanlıların eline geçti. Öte yandan kuşatmanın yedinci haftasında Osmanlılar hâlâ kesin bir sonuç alamamıştı. Bu noktada Halil Paşa son bir kez pâdişâhı teslim çağrısı yapmaya iknâ etti ancak imparator teklifi yine reddetti. Bunun üzerine Mehmet 24 Mayıs'ta ayın 29'unda karadan ve denizden büyük bir saldırı yapacağını duyurdu.

Son saldırı hazırlıklarını Zağanos Paşa düzenledi. Osmanlı Ordusu 29 Mayıs'ın ilk saatlerinde taarruza başladı. Osmanlılar son taarruzu üç dalga hâlinde gerçekleştirdiler. İlk iki saat boyunca başıbozuklar surlara saldırdılar, ardından Anadolu birlikleri onların yerini aldı. Son olarak öldürücü darbeyi vurmak üzere yeniçeriler devreye girdi. Bu sırada yaralanan Giustiniani'nin savaş alanından ayrılması, şehri savunanların arasında büyük moral bozukluğuna neden oldu. Nihâyet sabah saatlerinde Osmanlı askerleri iyi sürgülenmemiş Kerkoporta adlı kapıdan içeri girmeyi başardılar ve kapının üzerindeki burca Osmanlı Sancağı’nı diktiler. Sultan Mehmet fethin ilk günü öğleden sonra şehre girdi. Ayasofya'ya giderek namaz kıldı ve "Bundan sonra tahtım, İstanbul'dur!" diye buyurdu.

Şehir zorla alınmıştı bu yüzden dînî hukûka göre yağmalanabilirdi. Yağma üç gün sürdü. İmparator Konstantinos'un âkıbeti meçhuldür. Kimi kaynaklar cesedinin bulunamadığını söylerken, Babinger gibi bâzı târihçiler imparatorun cesedinin mor ayakkabılarından teşhis edildiğini yazar. Şehzâde Orhan ise keşiş kılığında şehri terk etmeye çalışırken yakalanıp îdam edildi.

Fâtih Sultan Mehmet şehrin ticâret merkezi olan Galata’dan kaçmış olan Rumların ve Cenevizlerin dönmesini sağladı. Rum Patrikhânesi’nin yeniden açılmasına izin verdi; ayrıca bir Yahudi Hahambaşılığı ile bir Ermeni Patrikhânesi kurdurdu. II. Mehmet İstanbul’u, farklı dinlerden insanların bir arada yaşadığı, ticâret ve kültür merkezi olan bir başkent yapmayı amaçladı.


Yeni Başkentin Kurulması

Fethin hemen ardından Fâtih Sultan Mehmet şehrin onarımına başladı. Amacı Doğu Roma'yı yıkmak değil onu Osmanlı yapısı içinde diriltmekti. Kuracağı imparatorluk bir İslam devleti olmakla birlikte Doğu Roma gibi kozmopolit bir yapıya sâhip olacaktı. Bu amaçla şehirde Rum Ortodoks Patrikhânesi, Ermeni Patrikhânesi ve Yahudi Hahambaşı bulunması gerektiğine karar vermişti. 6 Ocak 1453'te Yorgo Skolaris yeni Ortodoks Patriği olarak atandı. Bu yolla Sultan Mehmet Ortodoks Kilisesi’yle Katolik Kilisesi’nin birleşmesini de engellemek istiyordu. Ayasofya câmiye çevrildiğinden patriğe resmî makam yeri olarak Havârîyûn Kilisesi verilmişti. Aynı sıralarda şehirdeki Yahudilerin hahambaşı olarak Moşe Kapsali atandı. 1461 yılında ise Bursa Piskoposu Hovakim İstanbul Ermeni Patriği olarak atandı.

Mehmet, Theodosius Forumu'nun olduğu yerde ilk sarayının inşâsını başlattı. Daha sonraki yıllarda Sarayburnu'nda Topkapı Sarayı'nın inşâ ettirdi.


Çandarlı Halil Paşa'nın Îdamı

Fâtih, İstanbul’un Fethi sırasında ve ilk tahta geçtiğinde (II. Mehmet Hân'ı sabırsız, deneyimsiz gördüğünden) sergilediği tutumlar nedeniyle, Çandarlı Halil Paşa * ’yı 10 Temmuz 1453 târihinde Edirne'de îdam ettirdi. Böylece herkes genç hâkâna boyun eğdi.

Çandarlı Halil Paşa fetihten sonra Yedikule'de Altın Kapı'da kırk gün hapis edildi, 10 Temmuz'da gözlerine mil çekildi (boyun eğeceği yerde hâkâna dik baktığından, itâatsizliğinden) ve îdam edildi. Daha sonra kemikleri oğlu İbrâhim Paşa * tarafından İznik'e götürülüp türbesine gömüldü. Çandarlı II. Halil Paşa, îdam edilen ilk Osmanlı sadrâzamıdır.


Yeni Fetihler

İstanbul'un Fethi'nden sonra Osmanlılara bağlılığını bildiren ve ele geçirdiği bâzı kaleleri geri veren Sırplar, Macarlar ile işbirliği yaparak yeniden düşmanlıklarını göstermeye başlamışlardı. Bunun üzerine 1454-1457 arasında üç kez peş peşe Sırbistan'a sefer düzenlendi. Belgrad dışındaki bütün Sırp toprakları ele geçirildi.

Sırp Kralı Brankoviç'in ölümüyle başlayan taht mücâdelelerinden faydalanan Osmanlılar, Sırpları vergiye bağladılar. Taht kavgalarının yeniden alevlenmesi üzerine, Mora Seferi’nde bulunan Fâtih, Sırp meselesine son verilmesini emretti. Mahmud Paşa, 1459'da başkentleri Semendire'yi ele geçirilerek Semendire Sancakbeyliğini oluşturdu. Böylece Sırbistan'da 350 yıl sürecek Osmanlı hâkimiyeti başlamış oldu.

İstanbul'un Fethi'nden sonra Bizans İmparatoru XI. Konstantin'in oğulları, rakipleri Kantakuzen Âilesi’ne karşı Mora'da, Osmanlıların yardımını istemişlerdi. Turahanoğlu Ömer Bey, akıncıları ile duruma müdâhale etti ve muhâlifler bertaraf edildi. Fakat bu kez iki kardeş arasında mücâdele başlamıştı. Bölge ülkelerinin Mora'yı istilâ niyetlerini bilen Fâtih 1458'de harekete geçti. Korint'i ele geçiren Fâtih, Mora'nın bir kısmını merkeze bağlayarak, burada bir sancak oluşturdu. Atina ve diğer bölgeler ise Osmanlı yönetimini kabul etti. Kardeşi Dimitrios'a karşı Arnavutların desteğini alan Thomas'ın Osmanlılarla yapılan anlaşmayı bozması üzerine ikinci kez Mora Seferi düzenlendi. Thomas, Papa'nın yanına kaçmak zorunda kaldı. Bölgeye çok sayıda Türk yerleştirildi. Venedikliler bölge halkını Osmanlılara karşı ayaklandırmaya çalışıyorlardı. Ancak bunda başarı kazanamayan Venedik, Osmanlı kuvvetleri tarafından bozguna uğratıldı (1465).

Anadolu Seferi’ne çıkan Fâtih Cenevizlerin önemli üslerinden Amasra'yı, Candaroğullarının elindeki Sinop'u aldı.

Fâtih Sultan Mehmet 1477'de Kırım Hanlığının Osmanlı Devleti'nin egemenliği altına aldı. 1479'da bir antlaşma yaparak Venedik'le 16 yıllık savaşa sona verdi. Venedik Arnavutluk'taki kaleleri Osmanlılara bıraktı, karşılığında Mora'daki bâzı iskelelerden yararlanma hakkı elde etti. Fâtih Venedik'le anlaşmaya varınca, İtalya'nın öteki önemli kent devletlerine savaş açtı. 1480'de İtalya'nın güneyindeki Otranto limanını ele geçirdi. Otranto, Roma'ya giden yolda bir köprübaşı olduğu için bu olay Avrupa’da büyük yankı uyandırdı.


Bosna-Hersek Seferleri ve Bosnalıların Müslüman Oluşu

Osmanlılara vergi yoluyla bağlı olan Bosna Kralı’nın, anlaşmalara riâyet etmemesi üzerine Üsküp'ten harekete geçen Fâtih, Sadrâzam Mahmud Paşa ve Turahanoğlu Ömer Bey'e Bosna'nın tamâmen fethedilmesi emrini vermişti. 1463 yılındaki seferle Bosna Kralı Osmanlı hâkimiyetini yeniden tanıdı. Ancak şeyhülislâmın da fetvâsıyla sonra öldürüldü ve bu topraklarda Bosna Sancakbeyliği oluşturuldu. Fakat ordunun İstanbul'a dönmesi üzerine aynı yıl, Macar Kralı Bosna'ya girdi.

İkinci kez düzenlenen seferle Osmanlılar, Yayçe dışındaki bütün kale ve şehirleri yeniden ele geçirdiler. Bosna seferleri esnâsında Hersek Dükü Stefan Vukçiç Kosariç de ülkesinin bir kısım toprağının Osmanlılara doğrudan bağlanması şartıyla tahtında bırakılmıştı. Ancak 1483 yılında Hersek tamâmen Osmanlı toprağı hâline gelecektir. Fâtih, Bosna'yı Osmanlı topraklarına kattığı zaman "Bogomil" mezhebindeki Bosnalılara çok iyi davranmıştı. Hem Katolik hem de Ortodoksların kendi kiliselerine almak için baskı yaptıkları Bogomiller bu sebeple Osmanlı yönetimine sıcak bakmışlar ve kendilerine sağlanan din ve vicdan hürriyetinden etkilenerek zamanla Müslüman olmuşlardı. Bu Müslüman Bosnalılara "Boşnak" denilmektedir.

Fâtih devrinde Osmanlıların karada en güçlü komşusu ve rakîbi Macarlar, denizde ise Venedik idi. Macarlar bu dönemde tek başlarına Osmanlılarla baş edemeyeceklerini bildiğinden, doğrudan bir savaşı göze alamamış, Fâtih de tabii sınır olan Tuna'yı geçmeyi düşünmemiştir. Ancak akıncılar vâsıtasıyla, Macaristan'a güvenliğin sağlanmasına yönelik yüzlerce başarılı akın düzenlenmiştir. Kezâ Venedik Cumhuriyeti de Osmanlılarla doğrudan karşılaşmaktansa Balkanlar’daki diğer devletleri kışkırtmayı yeğ tutmuştur. Güçlü donanmasıyla Mora ve Ege'deki adalara sâhip olmak isteyen Venedik, Osmanlılar karşısında istediği sonucu alamamış, aksine pek çok ada ve kıyı kaleleri Osmanlıların eline geçmiştir.


Fâtih'in Bosna Fransiskenlerinin Özgürlüğü İle İlgili Fermânı

“Ben, Fâtih Sultan Han burada tüm dünyâya duyururum ki bu fermanla tüm Bosna Fransiskenleri benim korumam altındadır. Ve; kimse bu insanları veya kiliselerini incitmeyecek ve zarar vermeyecektir. Benim ülkemde barış içinde yaşayacaklardır. Göçmen olmuş bu insanlar için huzur ve özgürlük bulacaklardır. Benim ülkemde olan manastırlarına dönebileceklerdir. Benim ülkemden kimse, vezirlerim vâlilerim dahi onurlarına zarar vermeyecek ve onları incitmeyecektir.”


Eflak ve Boğdan Seferleri

Yıldırım Bayezit zamânında vergiye bağlanan Eflak Prensliğinin başına Fâtih tarafından III. Vlad (Kazıklı Voyvoda) getirilmişti (1456). Osmanlılara bağlı görünen III. Vlad aslında gizliden gizliye düşmanlık ediyordu III. Vlad'ın Fâtih'in elçilerini kazığa oturtarak öldürmesi üzerine 1462 yılında Fâtih, Eflak’a bir sefer düzenledi. Boğdan'dan da yardım alan Osmanlı kuvvetleri voyvodayı uzun süre tâkip etti. Netîcede, sığındığı Macarların, Osmanlılarla yaptığı anlaşma üzerine III. Vlad'ı esir etmeleri ile mesele çözüldü. Fâtih voyvodalığa Radu'yu getirdi ve Eflak bir Osmanlı eyâleti hâline geldi.

1455'ten îtibâren Osmanlı hâkimiyetini tanıyan Boğdan Prensliğinin Kefe'nin fethinden sonra izlediği düşmanca siyâset üzerine Osmanlı kuvvetleri 1475 yılında Racova Savaşı’nda yenilmesine rağmen 1476'da Boğdan'a girdi. Fâtih'in bizzat başında olduğu Osmanlı kuvvetleri Boğdan Ordusu’nu büyük bir bozguna uğrattı. Böylece Boğdan da yeniden Osmanlı hâkimiyetini tanımış oldu.


Arnavutluk Seferleri

Papalık ve Napoli Krallığının desteği ve kışkırtmasıyla harekete geçen Arnavutluk Hâkimi İskender Bey, vur-kaç taktiği ile Osmanlı kuvvetlerine baskınlar düzenlemekteydi. Bunun üzerine Fâtih, bizzat sefere çıkmaya karar verdi. 1465 yılında gerçekleşen birinci seferde, İlbasan Kalesi'ni yaptırıp, içine asker yerleştiren Fâtih, Balaban Paşa'yı bölge için görevlendirerek, geri döndü. Ancak, Papa ve diğer devletlerden aldığı kuvvetlerle Türklere saldıran İskender Bey, Balaban Paşa'yı şehit etti ve İlbasan Kalesi’ni kuşattı. Bunun üzerine Fâtih ikinci Arnavutluk Seferi'ne çıktı (1467). Ele geçirilen topraklarda yeni garnizonlar oluşturuldu. Bu sırada İskender Bey ölmüş ve yerine oğlu Jean geçmişti. Arnavutluk’ta başlayan kargaşa sebebiyle Fâtih 3. kez Arnavutluk Seferi’ni başlattı. Arnavutların elinde kalmış olan Kroya ve İşkodra kuşatıldı. Nihâyet 1479'da Arnavutluk da bir Osmanlı eyâleti durumuna geldi.


Trabzon Rum Devleti'nin Yıkılışı

1461'de Pontus Devleti'nin (Trabzon İmparatorluğu) başkenti Trabzon'u ele geçirdi ve bu devletin varlığına son verdi. 1462'de yeniden Rumeli Seferi’ne çıktı. Eflak’ı Osmanlı Devleti'ne bağladı ve 1463'te Bosna'yı tamâmen ele geçirdi. Aynı yıl Ege Denizi'ndeki Midilli Adası'nı alınca Venediklilerle arası açıldı. Bu olay, 1479'a kadar sürecek olan savaşın da başlangıcı oldu. Fâtih'in Ege'deki fethettiği adalar; Taşoz, Eğriboz, Limni, Semâdirek, İmroz, Midilli ve Tenedos'tur. 1465'te Hersek'in büyük bölümünü, 1466'da da Arnavutluk'taki bâzı kaleleri fethetti.


Fâtih'e Karşı Karamanoğulları ve Akkoyunlular İttifâkı

Osmanlı Devleti'nin gelişen bu gücü karşısında Karamanoğulları, Doğu Anadolu'daki Akkoyunlularla ittifak kurdu.

Fâtih, 1466'da yeni bir Anadolu Seferi’ne çıktı. Karamanoğullarının başkenti Konya'yı ele geçirdi. Ama İstanbul'a dönünce Karamanoğulları, Osmanlılara geçen yerleri geri aldılar. Sonradan sadrâzam olacak olan Gedik Ahmed Paşa * 1471'de Karamanoğullarını bir kez daha yenilgiye uğrattı. Akkoyunlular, Karamanoğullarını desteklemeye devam ettiler. 11 Ağustos 1473'te Otlukbeli Savaşı’nda Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ı ağır bir yenilgiye uğrattı. Ertesi yıl da Karamanoğulları Beyliğini tamâmen ortadan kaldırdı.


Ölümü

Fâtih 1481’de, Anadolu’ya doğru yeni bir sefere çıktı. Ama daha yolun başında hastalandı ve 3 Mayıs 1481’de Gebze'deki ordugâhında öldü. Gut hastalığından öldüğü sanılmakla birlikte, zehirlendiği de söylenir. Ölümünden sonra oğlu Bayezit tahta çıktı. Fâtih Câmii'ndeki türbesinde tek başına yatmaktadır. Seferi nereye düzenlediği tam olarak bilinmemektedir. Zîrâ Fâtih bu bilgiyi seferin güvenliği açısından çok gizli tutuyor ve kimseye söylemiyordu. Ancak târihçiler seferin Mısır'a ya da Roma'ya (Papalık) olacağı yönünde tahminler yürütmektedir. Ama başka kitaplar ve târihçiler ise farklı yerlere fetih düzenleyeceği görüşündeydi. Fâtih Sultan Mehmet öldükten sonra Papa, 2-3 gün boyunca tüm kiliselerin çanlarını çaldırmıştır.


Eşleri




Erkek Çocukları



Kız Çocukları




Yenilikleri ve Kânunnâmeleri

Fâtih, askerî başarılarla Osmanlı Devleti'ni büyük bir imparatorluğa dönüştürdü. Bilime, târihe ve felsefeye özel ilgi gösterdi. Türkçeden başka Arapça, Farsça, Latince ve Yunanca kitaplardan oluşan özel bir kütüphânesi vardı. "Avni" takma adıyla şiirler yazdı. Şiirleri “Fâtih Dîvânı” (1944), “Fâtih’in Şiirleri” (1946), “Fâtih ve Şiirleri” (1959) gibi adlar altında basıldı. Bilim adamlarını ve edebiyatçıları destekleyen Fâtih, nesir ustası Sinan Paşa * ile şâir Ahmed Paşa'yı vezirliğe kadar yükseltti. Ünlü matematikçi ve astronomi bilgini Ali Kuşçu'nun İstanbul'da kalmasını sağladı. Fâtih, İtalyan ressam Gentile Bellini'yi 1479'da İstanbul'a getirterek resimlerini yaptırdı.

Fâtih, Osmanlı Devleti’ne düzenli ve sürekli bir yapı kazandırmak için önemli düzenlemeler yaptı. Yönetim, mâliye ve hukuk alanında koyduğu kuralları içeren Fâtih Kânunnâmesi, sonraki dönemde de yürürlükte kaldı. Bu kânunnâme, tahta çıkan pâdişâha devletin geleceği için kardeşlerini öldürme hakkı veriyordu. Fâtih’in Osmanlı devlet düzenine ilişkin temel ilkelerinin pek çoğu, Tanzîmat Dönemi’ne kadar geçerliliğini korudu. Fâtih’in saltanâtı döneminde Osmanlı ülkesinde 500'den fazla mîmârî yapı yapıldı. Onun adına yapılan en önemli yapı, İstanbul'da bir câmi ile medrese, kitaplık, imârethâne, dârüşşifâ, hamam, kervansaray gibi birimleri kapsayan Fâtih Külliyesi’dir.


Eğitim ve Kültür

Fâtih Sultan Mehmet'in târihteki en önemli yanlarından birisi de eğitime verdiği önem olmuştur. Üniversite anlamında Osmanlı târihinde ve dünyâ târihinde bilinen en eski eğitim kurumlarından olan Sahn-ı Semân'ı kurmuştur. Sahn-ı Seman İstanbul'un ilk Türk yükseköğretim kurumudur. Sahn-ı Seman Medreseleri Fâtih Külliyesi içindeki en yüksek düzeyli medreseler idiler. Sahn-ı Semân'ın eğitim müfredâtının hazırlayıcılarından çağın önemli bilim adamı Ali Kuşçu'dur. Medreselerde Ali Kuşçu tarafından düzenlenen bir okutma planının olduğu, hattâ bunun “kânunnâme” şeklinde yapıldığı bilinmekle birlikte, ama bugüne kadar incelemesi yapılan Osmanlı arşiv belgeleri arasında ele geçirilememiştir. Bu kânunnâmenin aslının 1918 yılında külliyede çıkan yangınla yok olması da olasıdır. Sahn-ı Seman, Kânûnî Sultan Süleyman tarafından açılan Süleymâniye Medreseleri zamânına kadar nakli ve aklî bilimlerde öğrenci yetiştirmekteydi. Kânûnî devrinde bu medreseler şer’î ilimler ihtisâsı yapılan medreseler olmuşlar, Süleymâniye Medreseleri de aklî ilimlerin ihtisas yeri olmuştur.


Dönemin Sadrâzamları



Çandarlı II. Halil Paşa: * ** (1439-1453)



Velî Mahmud Paşa: * (1453-1466), (1472-1474)

Devşirme Ocağı’ndan yetişme ilk sadrâzamdır. İlk sadrâzamlığı, Rum Kânî Paşa'nın Velî Mahmud Paşa'yı Fâtih Sultan Mehmet'e kötülemesi yüzünden sonlanmıştır.


Rum Mehmed Paşa: * (1466-1469)

Fâtih, Karamanoğulları Âilesi’ni tamâmen elde edip onları ortadan kaldırmak için onlar üzerine Rum Mehmed Paşa'yı göndermiş, pek zâlim olan bu sadrâzam insafsızca hareket ederek pek çok adam öldürmüştü. Câmi, türbe ve medreseleri soydu, ağır vergiler ile halkı ezdi, kendisine verilen vazîfenin aksini yaparak halkı tamâmıyla devlet aleyhine döndürmüştü. Varsak Türkmenleri tarafından mağlup edilen Rum Mehmed Paşa, döndükten sonra azledilerek îdam edilmiştir. Karaman Seferi esnâsında sergilediği kıyım ve talan ile târihe geçmiştir. Bu icraâtını devşirme kökeni ile ilişkilendiren târihçiler bulunmaktadır.


İshak Paşa* (1469-1472), (1481-1482)

Enderun'da Müslüman olarak yetiştirilmiştir. II. Murat zamânında hazînedarlıktan vezirliğe yükselmiştir. İstanbul'un Fethi sırasında Anadolu Beylerbeyi idi. Rum Mehmed Paşa'nın azledilmesinden sonra vezîriâzamlığa getirildi. Fâtih Sultan Mehmet'in kendisine verdiği ilk görev Karamanlı topraklarına göndermek oldu. İshak Paşa burada çok fazla direnişle karşılaşmadı. 1470'te Karamanlıların bir bölümünü İstanbul'a getirdi. Bu gelenler Aksaray Kasabası’ndandı ve İstanbul'da yerleştikleri semte kasabalarının adı verildi.

1472'de görevinden azledildi. 1481'de Fâtih'in ölümünden sonra o sırada Sadrâzam Karamanlı Mehmed Paşa saltanat makâmı için Şehzâde Cem'i desteklerken İshak Paşa Bayezit'i destekledi.

Bayezit tahta geçince İshak Paşa'yı tekrardan sadrâzam yaptı. Ancak pâdişah kısa süre sonra etrâfında zararlı olduğunu düşündüğü kişileri tasfiye etme girişimine başladı ve 1482'de İshak Paşa da görevinden azledildi.

İshak Paşa son yıllarını Selânik'te geçirdi. İstanbul'da Ahırkapı civârındaki mahalleye onun adı verilmiştir. Burada kendi adını taşıyan bir de câmi bulunur. Ayrıca İnegöl'de de bir câmi yaptırmıştır. Kabri de İnegöl’dedir.


Gedik Ahmed Paşa* ** (1474-1477)

Kökeni bilinmemektedir. II. Murat döneminde iç oğlanı olarak saraya girmiş olması devşirme kökenli olduğunu akla getirmekle birlikte, devşirme olmaması da pekâlâ mümkündür. Arnavut kökenli olduğu savı özellikle, bir keresinde Arnavutluk Seferi’ne çıkmak istememiş olmasına dayandırılmaktadır. Ancak bu tutumunun ırkdaşlarına karşı cenk etmek istememenin dışında gerekçeleri de olabilir.

II. Mehmet zamânında kısa bir süre Rumeli Beylerbeyliği yaptıktan sonra 1461'de İshak Paşa'nın yerine Anadolu Beylerbeyliğine getirilmiştir. İlk olarak 1461'de Koyulhisar'ın fethiyle kendisini gösterdi. 1469'da Karamanoğullarından Ereğli ve Aksaray'ı ele geçirdi; II. Mehmet'in oğlu Şehzâde Mustafa'yı Karaman Beylerbeyi olarak Konya'ya yerleştirdi. Ertesi yıl Eğriboz'un fethiyle sonuçlanan sefere katıldı. Ardından vezirliğe yükseltildi. 1471'de Alâiye'yi, ertesi yıl Silifke, Mokan ve Gorigos kalelerini aldı. Akkoyunlu Devleti'nin askerî yardımıyla topraklarını geri almaya çalışan Karamanoğlu Pîr Ahmed ve kardeşi Karamanoğlu Kâsım Bey'i yenilgiye uğrattı. Osmanlılar ile Akkoyunlular arasındaki Otlukbeli Savaşı’nın (1473) zaferle sonuçlanmasında önemli rol oynadı.

1474'te îdam edilen Velî Mahmud Paşa'nın yerine vezîriâzam oldu. Yine Karamanoğulları'ndan Ermenek ve Manyan hisarlarını aldı.

1475'te Kırım'daki Ceneviz kolonilerinin fethiyle görevlendirildi. Haziran 1475'te Kefe, Sûdak ve Azak'ı aldı. Kefe'de Cenevizler tarafından hapse atılmış olan Kırım Hânı Mengli Giray'ı zindandan çıkardı ve onunla bir anlaşma yaptı. Buna göre, Mengli Giray Kırım Hânı olarak Osmanlı himâyesini kabul etti. Başarıları dolayısıyla kendisini üstün görmeye başlayan Gedik Ahmed Paşa, 1477'de görevlendirildiği İşkodra Seferi’ne çıkmaktan kaçınması üzerine vezîriâzamlıktan azledilerek Rumeli Hisarı'na hapsedildi. 1478'de serbest bırakıldı ve kaptanıderyâlığa getirildi. 1479'da Kefalonya, Zanta ve Aya Mavra adalarını fethetti.

1480'de İtalya sâhillerine çıkarak Napoli Krallığının elinde bulunan Otranto'yu fethetti. Ertesi yıl Otranto'dan hareketle yeni fetihlere hazırlanırken Fâtih Sultan Mehmet'in ölümü üzerine geri çağırıldı.

Haziran 1481'de II. Bayezit ile Cem Sultan arasında Yenişehir'de yapılan savaşa son anda katılan ve savaşın II. Bayezit'in kazanmasında rol oynayan Gedik Ahmed Paşa, buna rağmen Cem taraftarı olduğuna dâir şüpheleri yok edemedi ve hapse atıldı.

Gedik Ahmed Paşa'nın hapsedilmesi kapıkullarının ayaklanmasına yol açtı. Bunun üzerine serbest bırakılan Gedik Ahmed Paşa, Karamanoğlu Kâsım Bey'in isyânını bastırmak için Konya'da bulunan Şehzâde Abdullah'a yardıma gönderildi. Kâsım Bey kış sebebiyle Suriye'ye kaçınca, Gedik Ahmed Paşa isyânın bastırılmasında beklenen başarıyı sağlayamadı.

II. Bayezit, Cem'in tarafına geçeceği kuruntusundan bir türlü kurtulamadığı Gedik Ahmed Paşa'yı Edirne'deki Yeni Saray'da verilen ziyâfette boğdurttu. Gedik Ahmed Paşa'nın katli üzerine yeniçeriler Edirne Subaşı'nı öldürdülerse de isyan bastırıldı.

Edirne'de defnedilen Gedik Ahmed Paşa, Afyonkarahisar'da bir külliye, Lâdik'te bir mescit ve bir köprü, Kütahya'da bir mektep ve bir arasta yaptırmıştır. İstanbul'daki eserlerinden sâdece bulunduğu Gedikpaşa semtine adını veren Gedikpaşa Hamamı günümüze ulaşmıştır.

Fâtih Sultan Mehmet tarafından kendisine tevdî edilen adını taşıyan vakıf günümüze kadar gelmiştir. Fâtih'in fermânı ile vakfın yönetimi, XV. yüzyıldan cumhuriyete kadar Gedik Ahmed Paşa'nın evlâd-ı kebirleri tarafından yönetilmiştir. 1924 yılında çıkarılan Vakıflar Kânûnu ile yönetim Gedik Ahmed Paşa ahfâdı adına Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından idâre edilmektedir. Vakıf kayıtlarında XV. yüzyıldan günümüze kadar bütün evlâd-ı kebirleri kayıtlıdır. Ayrıca Fâtih’in sağ koludur.

Bir rivâyete göre XVII. yüzyıldan îtibâren Aydın bölgesinin hâkim âilelerinden olan Arpazlı Âilesi Gedik Ahmed Paşa'nın soyundandır.













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yapabilirsiniz.