I. AHMET
On Dördüncü Osmanlı Sultânı
Babası:
III. Mehmet
Annesi:
Handan Sultan
Vefât
Târihi: 22 Kasım 1617
Saltanat
Müddeti: 21 Aralık 1603 - 22 Kasım 1617
Sultan I. Ahmet, Kânûnî Sultan Süleyman'dan sonraki pâdişahlar içinde devlet işleriyle yoğun şekilde uğraşan
ilk pâdişah olarak kabul edilir. Sultan I. Ahmet
yakalandığı tifüs hastalığından kurtulamayarak 21 Kasım'ı 22 Kasım'a bağlayan
gece 1617 yılında 27 yaşında vefât etti ve Sultanahmet Câmii yanındaki türbesine defnedildi.
Saltanâtında, hânedan verâset sistemini değiştirip Kardeş Katli Yasası’nı kaldırmıştır. Yerine "âilenin aklı başındaki en büyük
üyesi pâdişah olur" sistemini getirmiştir. Bu yeni yasanın, şehzâdeler arasındaki rekâbetin ve taht kavgalarının, taht için
gerçekleştirilen kardeş katillerinin önlenmesi açısından Osmanlı târihinde çok
büyük önemi vardır.
Pâdişahlık Öncesi
Babası III. Mehmet'in üç oğlundan
ikincisi olarak dünyâya gelmiştir. Ağabeyi Mahmut, babası tarafından
boğdurulmuştur. Küçük kardeşi Mustafa'nın akıl sağlığını bu olay sonrasında
kaybetmesi kuvvetle muhtemeldir. Askerî ve idârî işlerle ilgili bir şehzâde
olarak bilinen Mahmut, bir rivâyete göre babasının askerî işleri ele alış
şeklini eleştirmiş ve bunun üzerine öldürülmüştür. Ahmet ise ağabeyine nazaran
daha sessiz ve ağırbaşlı bir şehzâde olarak kabul edilmektedir. Ahmet 13 ya da
14 yaşında babasının vefâtı üzerine pâdişah olmuştur. Ancak bu yaşına rağmen
henüz sünnet edilmemiştir. Babasının pek de ilgili olmaması nedeniyle sünneti
gecikmiş ve sünneti ancak pâdişah olduktan sonra yapılmıştır.
Saltanâtı
Zitvatorok Antlaşması
Sultan I. Ahmet tahta geçtiği sırada
Avusturya Savaşı devam ediyordu.
Osmanlı kuvvetleri Belgrad'dan Budin'e doğru ilerlemekteydi. Peşte (25 Eylül 1604) ve Hatvan kaleleri
savaş yapılmadan kolaylıkla ele geçirildi. Osmanlı Ordusu ilerleyerek Budin'in
kuzeyinde bulunan Vaç Kalesi’ni ele geçirdi (16 Ekim 1604). Osmanlı Ordusu, Sultan I. Ahmet'in buyruğu üzerine Belgrad üzerinden
Budin'e yürüdü. 29 Ağustos 1605'te Estergon Kalesi kuşatıldı ve tam karşısındaki
Ciğerdelen Kalesi
fethedildi. 8 Eylül'de Vişgrad, 19 Eylül'de Saint Thomas kaleleri fethedildi. 3 Ekim 1605'te ise Estergon Kalesi teslim alındı.
Osmanlılar da, Avusturyalılar da art arda yapılan
bunca savaştan dolayı sosyal ve ekonomik yönden çok yıpranmışlardı. Daha önce
yapılan barış görüşmelerinden bir sonuç çıkmamıştı. Ancak 11 Kasım 1606'da
Estergon-Komorin arasında Zitva Suyu’nun Tuna Irmağı’na döküldüğü yerde imzâlanan Zitvatorok Antlaşması’yla barış sağlandı.
Antlaşmaya göre Eğri, Estergon, Kanije kaleleri
Osmanlılarda; Raab (Yanıkkale) ve Komarom kaleleri Avusturyalılarda kalacaktı. Avusturya bir kereye mahsus olmak üzere 70.000 altın savaş tazmînâtı ödeyecekti. Osmanlı Pâdişâhı Avusturya İmparatoru’na "Roma İmparatoru (Caesar / Kaiser)" unvânıyla hitap edecek, her üç yılda bir karşılıklı armağanlar gönderilecekti.
Avusturya'nın Macaristan için ödemekte olduğu yıllık 30.000 altın vergi kaldırılacaktı.
Avusturya Arşidükü
protokolde Osmanlı Pâdişâhı’na eşit sayılacaktı. Bu madde ile Osmanlı Devleti
Avusturya'ya karşı olan üstünlüğünü kaybetmiştir. Zitvatorok Antlaşması Osmanlıların lehine
gibi görünse de Osmanlı Devleti artık eski gücünde değildi. Bu antlaşma ile
Osmanlı Devleti'nin Avusturya karşısındaki üstünlüğü sona ermiş, siyâsî dengeler Osmanlı
aleyhine bozulmaya başlamıştır.
Önemli Olaylar
Anadolu Beyliklerinin en uzun ömürlülerinden birisi olan Ramazanoğulları Beyliği,
Yavuz Sultan Selim döneminde 1510 yılından sonra Osmanlılara tâbi olmuştu. I. Ahmet
dönemine denk gelen 1609 yılından sonra Adana’nın Halep'e; Sis ve Tarsus'un da Kıbrıs Beylerbeyliğine bağlanmasıyla Ramazanoğulları Beyliği sona ermiştir. I. Ahmet,
böylece Ramazanoğulları Beyliğine resmen son verdi.
Safevîlerle İlişkiler
Sultan I. Ahmet tahta geçtiği sırada,
Osmanlı İmparatorluğu batıda Avusturya, doğuda Safevî Devleti ile savaş hâlindeydi.
Osmanlı Ordusu Sinan Paşa * komutasında Nahçıvan üzerinden Revan'a yürüdü. Bu arada yeniçeriler Van'a dönülmesini istiyorlardı. Osmanlı Ordusu kışı Van'da geçirdi.
Tebriz'i geri almak için yapılan savaşta Osmanlı Ordusu, Şah Abbâs'ın ordularını Salmas yörelerinde yendi. Ancak Erzurum Beylerbeyi Sefer Paşa'nın
çekilen düşman kuvvetlerini izleyip asıl ordudan ayrılmasını fırsat bilen Şah Abbas,
ordu merkezine ânî bir saldırıda bulundu. Yenilgiye uğrayan Sinan Paşa önce Van'a, daha sonra da Diyarbakır'a çekildi. Şah Abbas Şirvan, Şemahi ve Gence'yi kolaylıkla ele geçirdi. Osmanlı İmparatorluğu Avrupa'da devam eden Avusturya Savaşı ve iç isyanlarla uğraştığı için İran Cephesi’nde başarılı olamıyordu. Sadrâzam
Nasuh Paşa *, Şah Abbâs'ın barış önerisini kabul etti.
1612 yılında yapılan Nasuh Paşa Antlaşması’yla 9 yıl süren Osmanlı - Safevî Savaşı sona erdi. Yapılan antlaşmayla, Safevîler Osmanlı Devleti’ne 200 deve yükü ipek vermeyi kabul
ettiler. 1615 yılına kadar süren barış dönemi Şah Abbâs'ın antlaşmayı bozması
üzerine sona erdi. Yapılan savaşlarda Osmanlılar çok kayıp verdi. Sultan II. Osman (Genç Osman) döneminde, Nasuh Paşa Antlaşması temel alınarak yapılan Serav Antlaşması ile barış tekrar
sağlanacaktı. (26 Eylül 1618).
Celâlî İsyanları
Yavuz Sultan Selim döneminde binlerce
taraftarı ile ayaklanan Bozoklu Celal, Osmanlı Devleti için büyük problem olmuştu. Bu isyanlar
bastırıldı ise de Anadolu'da
meydana gelen iç isyanlar
ve karışıklıklara yine "Celâlî İsyanları" denildi. Sultan I. Ahmet döneminde Celâlî
İsyanları tekrar patlak verdi. Tavîl Ahmed, Canbolatoğlu, Kalenderoğlu ve Deli Hasan ayaklanmaları bunlardan en önemlileridir. Bu sırada sadrâzam olan Kuyucu Murad Paşa * son derece sert bir
askerdi. Acıma nedir bilmezdi. Öldürttüklerini açtığı kuyulara attırmak gibi bir
alışkanlığı olduğundan kendisine "Kuyucu" lâkabı takıldığı söylenir.
Kuyucu Murad Paşa'nın ısrarlı ve sert politikaları sonunda Celâlî İsyanları zor
da olsa bastırıldı.
Islahatlar
Yeni Verâset Sistemi
Yıldırım Bayezit döneminde başlayıp, Fâtih Sultan Mehmet döneminde kânunlaşan "Kardeş Katli Yasası"nı kaldırmıştır. Yerine "Ekber ve Erşed Sistemi"ni (âilenin aklı başında olan en büyük üyesi) getirmiştir. Böylece oğullarından üçü pâdişah olmuştur. Bunlar
sırası ile; Genç Osman, IV. Murat ve İbrâhim'dir. Ayrıca kardeşi Mustafa'yı da
önceki pâdişahlar gibi katletmemiş, yaşamasına izin vermiştir. Nitekim kardeşi
Mustafa da pâdişah olmuştur. Bu yeni kânun, kardeş katlini ve kanlı tahta
geçişleri önlemesi açısından Osmanlı târihi açısından büyük öneme hâizdir.
Bununla berâber uzun yıllar zindanda bekleyen şehzâdelerin, aklî yönden sağlıkları bozulmuş ve bu dönemden sonra
"deli pâdişahlar" görülmeye başlanmıştır.
Mîmârî Çalışmaları
4 Ocak 1610'da altı büyük minâreli ve
16 şerefeli Sultanahmet Câmii'nin temel atma merâsimi yapıldı. Dînine bağlı bir insan
olan Sultan I. Ahmet, câminin temelleri kazılırken eteğinde toprak taşıdı. 9 Haziran 1617'de inşaâtı biten
Sultanahmet Câmii ibâdete açıldı. Ayrıca Şehzâdebaşı Kuyucu Murad Paşa Külliyesi,
İstanbul Mesih Mehmed Paşa Câmii, Elmalı Ömer Paşa Câmii onun zamânında
yaptırılan önemli mîmârî eserler arasındadır.
Dönemin Sadrâzamları
Malkoç Yavuz Ali Paşa: * (1603-1604)
Bosna’da yaşayan Malkoçeviç Âilesi’nden gelir. Âilesinin adından dolayı "Malkoç" sanıyla
tanınır. Devşirme olarak Enderûn’a alındı. Burada çeşitli görevlerde çalıştıktan sonra silahdar oldu. 1601‘de Mısır Beylerbeyliğine atanarak saraydan taşraya çıkarıldı.
Yeniçerilerin ayaklanmaları sırasında Yemişçi Hasan Paşa *’nın sadrâzamlıktan uzaklaştırılması üzerine bu göreve atandı. Mısır’dan gelinceye kadar Cerrah Mehmed Paşa * sadâret kaymakamlığını yürüttü. Yeni sadrâzam Mısır Eyâleti’nde Pîrî Bey’i bıraktı ve bir bölük askerle yola çıktı. Yol boyunca
çeşitli eyâletlerdeki ayaklanmacıları cezâlandırdı. Şam ve Adana’da bâzı zorbaları îdam ettirdi. Konya’da da halka acımasız davrananları kentten kovdu. 29 Aralık
1604’te İstanbul’a ulaştı.
İstanbul’a gelmeden önce III. Mehmet
ölmüştü. Yerine geçen oğlu I. Ahmet, Ali Paşa’nın Halep’ten getirdiği 1.200.000 altınla cülus bahşişi dağıttı ve sadrâzamı görevinde bıraktı. Sadrâzam Ali Paşa
sürmekte olan İran ve Avusturya savaşları dolayısıyla, her iki cepheye birer komutan
göndererek İstanbul’da kalmak istediyse de, pâdişah buna râzı olmadı ve
Avusturya Cephesi’ne
gitmesi için hatt-ı hümâyun gönderdi.
İran Cephesi’ne Cığalazâde Sinan Paşa * komutan oldu. Baharın
ilk günlerinde sefere çıkmaya karar veren Yavuz Ali Paşa, hareket etmeden önce büyük eyâlet vâlileriyle
ulemânın ileri gelenlerini görevden alarak yerlerine kendi adamlarını atadı. Pâdişah I. Ahmet
ise, Ali Paşa’nın cepheye hareket etmesinin ardından atamaları durdurdu ve
kendine göre değişiklikler yapmaya başladı. Bu arada Hâfız Ahmed Paşa’nın da sadâret kaymakamlığı sırasındaki etkinlikleri Yavuz Malkoç Ali Paşa’yı üzdü.
İstediği parayı
ve yardımı alamadan Belgrad’a kadar ilerledi ve burada üzüntüsünden öldü (26 Temmuz
1604).
Sokolluzâde Lala Mehmed Paşa: * (1604-1606)
Sokollu Mehmed Paşa *'nın amcasının oğludur. Küçük yaşta Topkapı Sarayı'na girdi. Enderun'dan yetişti.
Şehzâde lalalıklarında bulunduğundan “Lala” nâmıyla meşhur oldu. Bâzı târihî
kaynaklarda lâkabının “Lâle” olduğu ve Sokollu Âilesi’ne mensûbiyeti yazılıdır. Enderun'da peşkir ağası iken büyük mîrahurlukla Bîrûn hizmetine alındı. 1591’de yeniçeri ağası oldu.
1595’te Macaristan Seferi’ne Vezîriâzam Sinan Paşa ile
katılıp, muhârebelerde çok gayret ve kahramanlık gösterdi. Sefer dönüşü Karaman, sonra Anadolu Beylerbeyliğine tâyin edildi. 1596’da,
Rumeli Beylerbeyliğine terfî ederek, III. Mehmet ile Eğri Seferi’ne katıldı. Eğri Kuşatması ve Haçova Meydan Muhârebesi’nde Rumeli Beylerbeyilik vazîfesiyle büyük yararlıklar gösterdi.
Avusturya Seferleri’nde uzun yıllar hizmet ederek, Kanije ve İstolni Belgrad kuşatmalarına katıldı. 18 Kasım 1602 Budin Müdâfaası’nda Avusturya Ordusu’nu geri çekilmek zorunda bıraktı. Bu seferdeki üstün gayret ve muvaffakiyetlerinden dolayı üçüncü vezirliğe terfî ederek, 11 Mayısta Macaristan Serdarlığına tâyin edildi.
5 Ağustos 1604’te vezîriâzamlığa getirilen Lala Mehmed Paşa, Avusturya Seferi için garp serdarlığına getirilince, 25 Eylülde Peşte’yi, ardından da Vaç ve Hatvan kalelerini
zapt etti.
1604-1605 kışını Belgrad kışlağında geçiren
Paşa, 3 Ekim 1605’te Estergon’u fethederek “Estergon Fâtihi” unvânını aldı. Avusturya içlerine bir akın
tertiplenerek, düşmanın askerî mevkileri tahrip edilip, Körmend ve Steinamanger şehirleri zapt edilerek, pek çok esir ve ganîmet alındı.
İstanbul’dan gönderilen murassa tâcı 20 Kasım’da Erdel Prensi ve Macar Kralı îlan edilen İstvan Bocskay’ın başına koyan Lala Mehmed Paşa, bölgeyi tekrar Osmanlı himâye
ve tâbiiyeti altına aldı.
1606 yılının Haziran ayında Celâlî âsîleri ile İran üzerine serdar tâyin edildiği sırada
Üsküdar’da felç geçirerek vefât etti. Cenâzesi Eyüp’e getirilerek, Sokollu Mehmed Paşa *’nın türbesine defnedildi.
Lala Mehmed Paşa, tedbirli, tecrübeli,
vakar sâhibi ve askerlerin çok sevdiği bir devlet adamıydı. Hudut tecrübesi
fazla olduğundan, seferlerdeki
icraatlarıyla devlete büyük hizmetlerde bulundu.
Boşnak Derviş Mehmed Paşa: * (1606-1606)
Bosnalıdır. Bostancı Ocağı’nda eğitim görmüştür. Nispeten genç yaşında
"bostancıbaşı" olduğu için “Civan Bey” olarak da anılırdı. Genç I.
Ahmet'in gözüne girip teveccühünü kazandı. 1605'te vezirlikle berâber kaptanıderyâ olarak da görev
verildi. I. Ahmet'in annesi olan Handan Sultan oğlunu bu kişiye inanmaması için
iknâ etmeye çalıştı ama Handan Sultan 12 Kasım 1512'de öldü. 15 yaşında olan I.
Ahmet, Kaptanıderyâ Derviş Mehmed Paşa'nın daha çok têsiri altına girdi.
Sadrâzam ve Avusturya Cephesi Serdâr-ı Ekremi Lala Mehmed Paşa *, Avusturya ile sulh anlaşması imzalamak için Zitvatorok'ta müzâkereler yapılmakta iken İstanbul'a döndü. I. Ahmet'in yakını olan kaptanıderyâ, sultâna sadrâzamı İran Cephesi'ne serdar olarak göndermesi
için telkinler yapmakta idi. I. Ahmet de Lala Mehmed Paşa'yı İran Serdârı yapmakta çok
kararlıydı. Huzûra çıkan Lala Mehmed Paşa, Avusturya Savaşı’nın daha
halledilmemiş tarafları olduğunu, bunun için İran Seferi’ne gitmesinin doğru olmadığını arz etti. Fakat I. Ahmet
inat etti ve hattâ lalasını îdam etmekle tehdit etti. Buna çok üzülen Lala Mehmed Paşa bir
felç geçirdi ve birkaç gün sonra vefat etti.
Derviş Mehmed Paşa 21 Haziran 1606 târihinde
sadrâzam olarak tâyin edildi. Lala Mehmed
Paşa'nın servetinin bir kısmının ordu gereksinimlerini karşılamak için kullanılmasına
ve diğer kısmının da Lala Mehmed Paşa'nın yetim çocuklarına verilmesi için sultandan izin çıkmıştı. Fakat Derviş Mehmed Paşa, hazîne darlığı sebebiyle bu
servetin tümünü müsâdere ettirdi. İngiliz İstanbul Elçisi Sir Henry Lello, Derviş Mehmed Paşa'nın hazîne darlığını
bahâne ederek vakıfların fazla gelirlerini aldığını ve zengin Yahudilerden, bedelini sonradan ödemek sözüyle, gümüş ve
mücevherat toplattırdığını bildirir. İstanbul'da halktan her şahıs başına 1.000
Akçe rüşvet aldığı da iddia
edilmiştir.
Diğer taraftan da sadrâzam olmak geri niyetiyle,
görevi istemeyen Lala Mehmed Paşa'yı İran Seferi Serdârı olmak için zorlamaya
I. Ahmet'i iknâ eden Derviş Mehmed Paşa, kendisi sadrâzam olunca İran Seferi’ne
gitmekten kaçınmıştır. Yerine bostancıbaşı olan Ferhad Ağa'ya
paşalık verdirtmiş ve onu serdar olarak Celâlîler üzerine ve doğuya
göndertmiştir. Ferhad Paşa, Celâlî İsyânı’nı bastırmak için önce gittiği Aydın ve Saruhan yörelerinde halka
büyük eziyetler yapmış ve buranın halkından büyük gruplar bu zulmün şikâyetini Dîvân-ı Hümâyun’a yapmak için İstanbul sokaklarını
doldurmuştur. I. Ahmet bundan çok etkilenmiştir.
Derviş Mehmed Paşa’nın saray yakınındaki Demirkapı'da konağı bulunmakta idi. Bu
konağı yaptırmak için bir Yahudi’yi emin tutmuş ama yapım
masraflarını ödemeyip tümünü bu Yahudi emîne ödetmiştir. Bu Yahudi de gizliden
"konak mahzeninden saraya gizli bir yol açtırıp pâdişâha suikast yapacağını"
dedikodu olarak yaymaya başlamıştır. Bu uyduruk dedikodular I. Ahmet'in
kulağına gidince 16 yaşında tecrübesiz olan I. Ahmet birden hiç soruşturma
yapmadan Derviş Mehmed Paşa'nın îdâmına karar vermiştir. 9 Aralık 1606'da sadrâzam, I. Ahmet tarafından
saraya dâvet edilmiş ve şehzâdeler muallimhânesine girdiği zaman saray acemîlerinin hücûmuyla boğulup îdam edilmiştir.
İngiltere'nin İstanbul elçisi Sir Henry Lello ise hâtırâtında Derviş
Mehmed Paşa'nın, görmüş olduğu tüm sadrâzamlar ve sadâret kaymakamları arasında
en ehliyetlisi olduğunu bildirir ama zâlim olduğunu da ifâde eder.
Çok sert ve asabî olan bu hâin sadrâzam, Lala Mehmed Paşa *'nın vefâtından sonra sadrâzam olmuş ve dîvan çavuşuna hemen şu sözleri söylemişti: “Dîvan efendileri beni sâir sadrâzamlar
gibi zannetmesinler, onlarla kıyas etmesinler. Ben bugünün işini yarına
bırakanın boynunu vurdururum.” Hakîkaten de ilk dîvan toplantısında beylerbeyliğinden
mâzul bir zâtın îdâmı ilk icraâtı olmuştur.
Derviş Paşa kendisi için bir konak
yaptırmaya karar vermiş ve bunu bir Yahudi mîmâra sipâriş etmişti. Konak bitmek üzereyken Derviş Paşa inşaâtı
gezmeye gelmiş, dolaşmış ve durumu beğenmişti. Yahudi mîmâra hesap defterini
sordu. Yahudi mîmar defteri takdim edince, defterdeki rakamları gören sadrâzam hemen hiddetini izhar
etti. Yahudi mîmar hemen defteri kaptığı gibi yırttı ve paşaya “Masraf filan yok,
kulunuz da malınızdır” dedi. Derviş Paşa memnun olarak inşaattan ayrıldı.
Fakat Yahudi mîmar, ırkının bütün desâis ve hîlelerine vâkıf bir kâfirdi.
Nâtamam olan inşaâtın hemen içinde bir kazı yaptırıp bu tünelin istikâmetini
saraya doğru yaptırdı. Bir de gizli çıkış kapısı yaptıktan sonra durumu saraya
jurnalledi. Bostancıbaşı gelip durumu gördü. Vaziyeti pâdişah hazretlerine
bildirdi. Bu tünelden gizlice saraya girecek olan Derviş Paşa pâdişâha suikast
yapacağı suçuyla itham olundu. Bu tezgâh ve itham Derviş Paşa’nın işini
bitirmişti. Huzûr-u şâhânede bulunan bir çadır ipiyle boğduruldu. Bir müddet
geçip de öldü zannedilen paşanın bir ayağı oynayınca herkes korktu. Fakat cesur
ve genç pâdişah soğukkanlılığını muhâfaza ederek hançerini çekip Derviş Paşa’nın
kellesini gövdesinden bizzat kendisi ayırdı.
Bu Derviş Paşa o zamâna kadar hiçbir İslam devletinde ve Osmanlı’da görülmemiş, ancak Avrupa'da tatbik olunan bir vergi koymuştu. Bu verginin
adı “Pencere Vergisi”ydi.
Onun ölümü üzerine bu küffar taklidi vergi de kalkmıştı.
Kuyucu Murad Paşa: * (1606-1611)
1585'teki Osmanlı - İran Savaşı sırasında atının
ayağının tökezlemesi sonucu bir çukura düştü ve İranlılar tarafından esir
alındı. Bu târihten sonra kendisine "Kuyucu" lâkabı takılarak, "Kuyucu
Murad Paşa" olarak anılmaya başlandı. Çeşitli kaynaklarda göre, çoğunluğu Anadolu Türkmen halkından oluşan yaklaşık 50-150 bin kişiyi katlettirdiği tahmîni
yürütülmüştür. Celâlî İsyanlarını bastırmak adı altında pek çok Osmanlı vatandaşının îdam edilmesini sağlamıştır. Acımasızlığı ve vahşiliğiyle pek
çok kişinin gözünde nefret uyandırmıştır. Osmanlı Devleti’nin otoritesini
sağlamak amacıyla reâyâya baskı yapılmasını savunmuş, bu uğurda oldukça sert
bir baskı politikası uygulamıştır.
Peçevî, Kuyucu Murad Paşa'yı, "Bu
ol vezîriâzamdır ki, memâlik-i Âl-i Osmân’ı eşkıyâdan temizlemiştir ve
500 yıl önce Şeyh-i Ekber Hazretleri (Muhyiddîn-i Arabî), 'Kuyucu Koca' diye ona
işâret ile kitabına yazmıştır. Saltanâtın nâmusunu korumakta,
kesin kararlı idi. Celâlî diye adı çıkan
kimsenin ‘Cuhud, îmâna gelmez, merd-i mülhid, tövbekâr olmaz’ dizesinin
anlamına uygun olarak, ne îmânına, ne Müslümanlığına, ne de
tövbesine kesinlikle güvenmezdi. Ölümden gayrı bir araçla onun doğru yola
getirilebileceğine inanmazdı!" şeklinde kısaca anlatmakta ve daha
fazla îzâhın gerekli olmadığını ilâve etmektedir.
Aslen Sırp olan Kuyucu Murad Paşa, sırasıyla kethüdâ, sancakbeyi ve ardından
Diyarbakır, Anadolu ve Rumeli Beylerbeyliği yapmış ve nihâyet
1606 yılında vezîriâzam olmuştur.
III. Murat saltanâtında Anadolu’da başlayan Celâlî İsyanları, III. Mehmet saltanâtında artarak devam etmiş ve özellikle mezhep mücâdelesini esas
alan Kalenderoğlu İsyânı ile,
Anadolu yakılıp kavrulmaya başlamıştır. Anadolu’nun isyanlarla kıvrandığı ve bu sebeple de Osmanlı Devleti’nin târihinde
bir ilke imzâ atarak 1606 târihli Zitvatorok Antlaşması’nı mecbûriyetten imzâlaması üzerine, Kuyucu Murad Paşa, Osmanlı Pâdişâhı’nın fermânıyla aşağıdaki icraatlarda bulunmuştur:
- Murad Paşa'nın üzerine yürüdüğü ilk Celâlî, Konya'daki Saracoğlu Ahmed'dir ve çevresine 30.000 kişi toplayacağını söyleyen bu eşkıyâ hemen îdam edilmiştir. Bunu Silifke ve Adana’yı işgal etmiş olan Cemşid ve Muslu Çavuş eşkıyâlarının temizlenmesi tâkip etmiştir.
- İkinci önemli sorun, bir türlü durdurulamayan Canbolatoğlu ve Lübnan ile Suriye taraflarında ayaklanan Dürzî eşkıyâeşkıyâlardır. Canbolatoğlu ile 1607 yılında İskenderun yakınlarında yaptığı muhârebeyi kazanan Murad Paşa, Canbolatoğlu’nu teslim olmaya ve Dürzî liderlerini de kaçmaya mecbur etmiştir.
- En büyük sorunu teşkil eden Kalenderoğlu Pîrî Mehmed’e gelince, aslında eski bir çavuş, kethüdâ ve hattâ mütesellim olarak görev yapan bu şahıs, 1604'te isyan etmiş ve Anadolu Beylerbeyi’ni mağlup ederek Manisa ve çevresini hâkimiyeti altına almıştı. Üzerine yürüyen Murad Paşa’dan çekinen Kalenderoğlu önce Ankara Sancakbeyliğini kabul etmiş, ancak halk kabul etmeyince yeniden isyan ederek ve Canbolatoğlu kuvvetlerinden kaçanları da çevresine toplayarak 30.000 kişilik bir kuvvetle Bursa ve çevresini yakıp yıkmıştır (1607). Bu olay İstanbul’da duyulunca büyük heyecan uyandırmıştır. İstanbul’a gelmesinden korkulan Kalenderoğlu’nun üzerine gönderilen Osmanlı Kuvvetleri bozguna uğramış ve komutanları öldürülmüştür. Bu bozgun Batı Anadolu'daki birçok şehrin de yakılıp yıkılmasına sebep olmuştur. Kovalamacalar sonunda Murad Paşa, 1608 yılında Göksun taraflarında Kalenderoğlu ile karşı karşıya gelmiş ve kuvvetlerini dağıtınca Kalenderoğlu destek aldığı İran’a sığınmıştır. Ona destek veren Tavîlin Meymûn ve benzeri eşkıyâlar da netîcede İran Şâhı'na ilticâ etmişlerdir.
- Murad Paşa’nın görevi bununla da bitmemiştir. Bayburt’ta Murat Haniler ve Beyşehir’de Emir Şâhî denilen eşkıyâları tamâmen ortadan kaldırmıştır. Bu seferler esnâsında sefer güzergâhı üzerinde bulunan isyanların da bastırıldığı bilinmektedir. Bunlardan en iyi bilineni şuanda Giresun sınırları içerisinde bulunan Gelvaris Düzü (Çimeni) denilen düzlükte isyancıları katledip kuyulara doldurduğu bilinir. Yüzyıla yakın bir süredir Osmanlı Devleti’ni alt üst eden Celâlî İsyanlarını böylece sona erdirmiştir. Târihlerin kaydettiğine göre, Kuyucu Murad Paşa’nın üç sene süren bu eşkıyâ temizleme hareketi sırasında, 50.000 küsur eşkıyâ öldürülmüştür (belirtilen rakamlar 150.000'e kadar varmaktadır).
Celâlî bahânesiyle yoksul Anadolu köylüsünün kitleler hâlinde
katledilmesine Ermeni râhip Kemahlı Grigor'un 1595-1640 yılları arasını kapsayan kronolojisinde de
değinilmektedir. Ermeni râhip de Kuyucu Murad Paşa'dan övgüyle söz etmekle
birlikte, katledilen köylülerden oluşan tepeleri de yazmaktadır: "Görenlerin bize bizzat anlattıklarına
göre Murad Paşa bütün konakladığı yerlerde önceden kuyular kazdırır ve bütün Celâlîleri,
muzır adamları öldürüp bu kuyulara attırır, oraya indirilen birkaç adam da
atılanları istif ederdi. Vakâdan dört sene sonra kış mevsiminde oradan geçerken
ev büyüklüğünde olan kuyuları görmüştük. Birkaç tânesi çökmüş olduğundan odun
ve toprakla kapatılmıştı. İşte böylelikle ortadan kaldırılan mel’unlar duman
gibi yok olarak Allah'ın şânından mahrum kaldılar." Bu şekilde, Canbolatoğlu'yla olan karşılaşmasından sonra 26 bin kişinin başını
kestirerek tepe yaptığı iddiâ edilir.
"O
gün, gün batımına kadar rüûs-u maktüa-ı a'dadan (kesilmiş düşman başlarından)
defterlerle adetleri zapt edilen, yirmi altı bin kelle-i büride (kesik baş) işgâh-ı
serdâr-ı Behram iktidâra (Behram kudretle serdârın önünde) getürülüp otağ-ı zernitak (altın
kuşaklı otağ) önünde püşte-var (tepe hâlinde) yığıldı. Yirmi neferden fazla cellatlar, darb-ı rikabdan
(ense vurmaktan) dinlenmeyip güruh güruh getirilen eşkıyâların kellelerini kat'
ederlerdi"
Nâimâ, Kuyucu Murad'ın çocuk öldürmesine tanık oluşunu şu şekilde
anlatmaktadır:
"... Bir gün pişgâh-ı otakta (otağın önünde) iskemle üzerinde oturup hafrolunan (kazılan) bi're (kuyuya) gelen adamları katlettirip doldurmağa meşgul idi. O sırada gördü, halk verasında (arkasında) bir atlı sipâhî, bir sabîyi (çocuğu) kenduye redif edip (ardından getirip) geçup gide. Paşa emreyledi varıp sabîyi at arkasından indirip huzûruna götürdüler. Oğlancığa:
"... Bir gün pişgâh-ı otakta (otağın önünde) iskemle üzerinde oturup hafrolunan (kazılan) bi're (kuyuya) gelen adamları katlettirip doldurmağa meşgul idi. O sırada gördü, halk verasında (arkasında) bir atlı sipâhî, bir sabîyi (çocuğu) kenduye redif edip (ardından getirip) geçup gide. Paşa emreyledi varıp sabîyi at arkasından indirip huzûruna götürdüler. Oğlancığa:
- Sen
ne yerdensin? Celâlî arasına neden
düştün?, dedikte, sabî doğru söyleyip,
- Falan diyardanım, kıtlık sebebinden babam beni alıp bunlara katıldı. Boğazımız tokluğuna yanlarınca gezerdik, dedi.
- Baban ne idi?, deyu sorıcak,
- Şeştar çalardı ve anınla doyunurdu. Vezîriâzam Murad Paşa başını sallayarak acı acı güldü.
- Hay, Celâlîleri şevke götürürdü, deyup, çocuğun katline işâret etti. İşâret üzerine çocuğu cellatlara verdiler. Fakat cellatlar;
- Falan diyardanım, kıtlık sebebinden babam beni alıp bunlara katıldı. Boğazımız tokluğuna yanlarınca gezerdik, dedi.
- Baban ne idi?, deyu sorıcak,
- Şeştar çalardı ve anınla doyunurdu. Vezîriâzam Murad Paşa başını sallayarak acı acı güldü.
- Hay, Celâlîleri şevke götürürdü, deyup, çocuğun katline işâret etti. İşâret üzerine çocuğu cellatlara verdiler. Fakat cellatlar;
- Bu
sabî mâsûmu nice öldürelim, deyu çekilip her biri bir tarafa gidip göz yumdu.
Murad Paşa emrinin neden geciktiğini sordukta, cellatların çocuğu merhamet
edip istinkaf ettiklerini bildirdiklerinde, Paşa:
- Yeniçerilerden birisi
öldürsün, deyu buyurdu. Yeniçeri dilâverlerine teklif olduklarından onlar dahi,
sabîye bakıp;
- Biz cellat mıyız? Cellatlar bile
merhamet etti. Vezir kendi iç oğlanlarına emretti ki sabîyi öldüreler. Anlar dahi huzûrundan dağılı kabul etmediklerinden oğlancık meydanda kalıp onu
öldürecek adam bulunmadıkta, ihtiyar vezir arkasından kürkünü bırakıp ve kalkıp
sabîyi kendi eliyle alıp, kuyunun kenarına getürüp başını vurup boğazını sıkıp helâk
ve kendi eliyle kuyuya inkaa etti."
İsmâil Hâmî Dânişmend ise, hakkında şu ifâdeleri
kullanmaktadır:
"Anadolu Türk'ünün ebediyyen lânetle anacağı Kuyucu Murad, ihtiyarlığından dolayı "Koca" lâkabıyla da tanınan doksanlık bir zâlimdi. Kuyucu yalnız âsîlerle taraftarlarını değil, onlara her nasılsa ekmek ve su vermiş zavallılardan başka civarlarda bulunan komşularını bile kılıçtan geçirtecek derecede kana ve bilhassa Türk kanına susamış bir canavardır."
"Anadolu Türk'ünün ebediyyen lânetle anacağı Kuyucu Murad, ihtiyarlığından dolayı "Koca" lâkabıyla da tanınan doksanlık bir zâlimdi. Kuyucu yalnız âsîlerle taraftarlarını değil, onlara her nasılsa ekmek ve su vermiş zavallılardan başka civarlarda bulunan komşularını bile kılıçtan geçirtecek derecede kana ve bilhassa Türk kanına susamış bir canavardır."
Kuyucu Murad Paşa doksan yaşına kadar istikâmetli
bir hayat yaşamış ve pâdişâhın "Baba" iltifâtına mazhar olduktan sonra ölmüştür.
Gümülcineli Dâmad Nasuh Paşa: * (1611-1614)
Gümülcineli bir Hıristiyan’ın oğlu iken toplanan devşirmeler içinde zekâsı ve akıllıca davranışları ile temâyüz etmiş
ve saraya
baltacı olarak girmişti. Gösterdiği muvaffakiyet sâyesinde kısa
zamanda çavuş rütbesiyle saraydan ve az sonra Kürdistan'ın ileri gelen zenginlerinden ve komutanlarından Mîr Şeref’in kızlarından biri ile evlenmişti.
Zamanla mevkilerini yükseltmiş ve nihâyet
sadrâzam olmuş aynı zamanda Sultan Ahmet'in on üç
yaşındaki kızı Ayşe Sultan ile nişanlanmıştı. Fakat şunu unutmuştu: Her
yükselişin esas muvaffakiyeti zirvede durabilmekle kâbildir. “Ne oldum değil, ne olacağım” sözünü dâimâ
hatırda tutmak gerekir. Sadrâzam olmak belki çok şeydir fakat her şey değildir.
Pâdişâhın kuvvetli yumruğu bir gün tepende patlar. Kendini sağ sâlim görürsen
buna şükredersin çünkü hayâtını bile kaybedersin. İşte bu Nasuh Paşa’da ikinci
şık yâni ölümle netîcelendi. Şöyle ki; sadrâzam otoritesine mâni olan üç
kişinin îdâmını pâdişahtan istedi. Bunlar sultânın hocası, kızlar ağası ve şeyhülislam efendi idi. Pâdişah bu talebi konuşmaya değer bile
bulmadı.
Edirne'ye tekrar ava giden Sultan Ahmet, av sırasında Kırım Hânı'nın şehzâdelerinden Mehmed Giray'ı yanında tepeden tırnağa silahlı adamları ile gördü. Buna
da canı çok sıkıldı. Mehmed Giray sadrâzamın dâvetlisi olarak geldiğini söylediyse de pâdişah hazretleri
Mehmed Giray'ın derhâl tutuklanıp Yedikule Zindanı'na kapatılmasını emir buyurdu ve öyle yapıldı. Çünkü
pâdişah, Osmanlı Devleti’nin Kırım Hanları ile yaptıkları antlaşmada Hânedân-ı Âl-i Osman'da erkek kalmazsa Kırım Hanlığı otomatikman Devlet-i Osmâniye’nin başına geçecekti. Bu
anlaşma Sultan Ahmet'in aklına düşünce bu durumun kendisine bir suikast tertîbi
olduğu şeklinde tefsir ederek tutuklatma kararından vazgeçmediği gibi Dersaâdet’e döndü.
Cuma Selamlığına gittiği bir câmide, meczûbun biri kendisine yanaşıp öyle bir feryatla şu
şikâyette bulundu: "Sadrâzamın
ağalarından biri zevcemi iğvâ etti, bunun hükmünün yerine getirilmesini
isterim” dedi. Bu talepten ve talebin
yapılışından ziyâde olayın çirkinliği pâdişâhı çok üzdü. Nasuh Paşa ise bu
olaydan bîhabermiş gibi eski isteğinde yâni yukarıda adı geçen zevâtın îdâmını tekrar talep edince pâdişah gâyet açık bir şekilde
talebi reddetti.
Nasuh Paşa “Hiçbir isteğim yerine getirilmiyor. Hiçbir sözüm tutulmuyor. Böyle
devam etmez, ya isteklerim kabul edilir yâhut da Mühr-i Hümâyun'u alır bu üç
bendenizden birine verirsiniz, ben de kendimi zehirlerim” deyince pâdişah: “Vah hâin demek ki lalam
Murad Paşa’yı da sen zehirledin, şimdi defol!” diye buyurdu. Nasuh Paşa’ya bir müddet sonra bir cumâ günü selamlığa berâber çıkalım
diye haber gönderen pâdişah, paşanın gelmemesini bir hakâret telakkî ederek bostancının eline verdiği bir irâde-i hümâyun ile îdâmını emretti. Ve Nasuh Paşa’nın evinde hüküm infaz olundu (1615).
Sadrâzamlığı öncesinde, 1599 yılında
Osmanlı - İran Barış Antlaşması’nın imzâlanmasını sağlayarak dönemin önemli bir
diplomatik başarısına imzâ atmıştır.
Bağdat'tan eski İpek Yolu’nu tâkip ederek İstanbul'a dönerken bugünkü Nallıhan ilçe merkezinin bulunduğu yerde konaklar. Bir vâdi içindeki bağlık, bahçelik ve ormanlık bu alan çok hoşuna gider. Buraya kırk odalı bir han, bir hamam ve bir câmi yaptırır. O günden îtibâren Nallıhan ilçe merkezi burada gelişerek büyümüştür.
Bağdat'tan eski İpek Yolu’nu tâkip ederek İstanbul'a dönerken bugünkü Nallıhan ilçe merkezinin bulunduğu yerde konaklar. Bir vâdi içindeki bağlık, bahçelik ve ormanlık bu alan çok hoşuna gider. Buraya kırk odalı bir han, bir hamam ve bir câmi yaptırır. O günden îtibâren Nallıhan ilçe merkezi burada gelişerek büyümüştür.
Öküz Kara Mehmed Paşa: * ** (1614-1616), (1619-1619)
"Öküz" sıfatı bâzı kaynaklarda iddiâ
edildiğinin aksine "Oğuz" kelimesinin değişikliğe uğramış hâli olmayıp, babasının
Karagümrük'te öküz nalbantlığı yapmış olması ile alâkalıdır. 1567'de bir yolunu bularak Enderûn’a girip eğitim almıştır. Önce sarayda Has Oda ağası ve sonra silahdarlığa yükselmiştir. Nisan 1607'de saraydan çıkma yapıp vezirlik rütbesi ile Mısır Beylerbeyi olarak görev
verilmiştir. Bu görevi sırasında Mısır'da yaptığı icraat ve ıslahatlar ile isim
yapmış, Mekke'de
ve Hac yolu üzerinde üzerinde sular
getirmiş ve kaleleri
tâmir ettirmiştir.
II. Osman, tahta çıktıktan sonra, baş hocası Hâce-i Sultânî Ömer Efendi'ye meşîhat pâyesi verdi. Bu sûretle imparatorlukta sadrâzam ve şeyhülislamdan başka, eşit pâye taşıyan üçüncü bir şahsiyet ortaya çıktı. II. Osman usûle aykırı bu davranışıyla aynı günde Sadâret Kaymakamı Sofu Mehmed Paşa'yı azletti. Yerine eniştesi Dâmad Öküz Kara Mehmed Paşa sadâret kaymakamı oldu. Sadrâzam Dâmad Halil Paşa * **, serdâr-ı ekrem olarak İran Cephesi'ndeydi. İki ay sonra, İran ile barış antlaşması imzâlayarak İstanbul'a dönen Dâmad Halil Paşa'yı görevinden azlederek yerine Dâmad Öküz Kara Mehmed Paşa'yı sadârete getirdi. 11 ay sonra da 23 Aralık 1619'da Dâmad Öküz Kara Mehmed Paşa'yı azletti. Kaptanıderyâ Güzelce Çelebi Ali Paşa, sadrâzam oldu. 1619 yılında ölmüştür. Mezarı Halep'tedir.
İran Seferi'nde Safevîlere yenik düşmüş olmasından ötürü azledilmesi sonrasında tâyin edildiği Aydın Beylerbeyliği esnâsında Batı Anadolu ticâretinin gelişmesini teşvik için Kuşadası'nda inşâ ettirdiği kervansaray (sonradan ticârî merkez yabancı tâcirlerin tercihiyle İzmir'e kaymıştır) onun adını taşımaktadır. İran Seferi esnâsında, Niğde'nin Ulukışla İlçesi’nde de bir kervansaray inşâ ettirmiş olup, bu yapı sonradan Faruk Nâfiz Çamlıbel'in "Han Duvarları" şiirinin ilham kaynağını oluşturmuştur.
II. Osman, tahta çıktıktan sonra, baş hocası Hâce-i Sultânî Ömer Efendi'ye meşîhat pâyesi verdi. Bu sûretle imparatorlukta sadrâzam ve şeyhülislamdan başka, eşit pâye taşıyan üçüncü bir şahsiyet ortaya çıktı. II. Osman usûle aykırı bu davranışıyla aynı günde Sadâret Kaymakamı Sofu Mehmed Paşa'yı azletti. Yerine eniştesi Dâmad Öküz Kara Mehmed Paşa sadâret kaymakamı oldu. Sadrâzam Dâmad Halil Paşa * **, serdâr-ı ekrem olarak İran Cephesi'ndeydi. İki ay sonra, İran ile barış antlaşması imzâlayarak İstanbul'a dönen Dâmad Halil Paşa'yı görevinden azlederek yerine Dâmad Öküz Kara Mehmed Paşa'yı sadârete getirdi. 11 ay sonra da 23 Aralık 1619'da Dâmad Öküz Kara Mehmed Paşa'yı azletti. Kaptanıderyâ Güzelce Çelebi Ali Paşa, sadrâzam oldu.
İran Seferi'nde Safevîlere yenik düşmüş olmasından ötürü azledilmesi sonrasında tâyin edildiği Aydın Beylerbeyliği esnâsında Batı Anadolu ticâretinin gelişmesini teşvik için Kuşadası'nda inşâ ettirdiği kervansaray (sonradan ticârî merkez yabancı tâcirlerin tercihiyle İzmir'e kaymıştır) onun adını taşımaktadır. İran Seferi esnâsında, Niğde'nin Ulukışla İlçesi’nde de bir kervansaray inşâ ettirmiş olup, bu yapı sonradan Faruk Nâfiz Çamlıbel'in "Han Duvarları" şiirinin ilham kaynağını oluşturmuştur.
İsmâil Hakkı Uzunçarşılı'ya göre:
“Devlet
hizmetlerinde doğruluğu, hakşinaslığı, cesâreti ve cömertliği ile tanınmıştır.
Vakûr ve ciddî olup hükûmet reisliğinde orta derecede iktidârı hâizdi.”
Çevresindekilerce gizliden gizliye
"Öküz" olarak adlandırılmış olan Mehmed Paşa'nın komuta ettiği ve
İran'a karşı düzenlenen bir seferde, ordu komuta heyeti kışlak
çadırında toplanmış taarruz planlarını gözden geçirirlerken, birliklerin iâşesi ve taşıma işleri için getirilmiş öküzlerden biri çadırın
aralığından kafasını uzatıp gözlerini Öküz Mehmed Paşa'ya dikmiş.
Çevresindekiler gülmemek için kendilerini zor tutmuşlar, biraz tebessüm
ederlerken öküz gitmiş. Ancak bir süre sonra tekrar gelip, başını yine içeri
uzatmış ve yine uzun uzun Öküz Mehmed Paşa'yı süzmüş. Bu sefer çevresindekiler
artık kendilerini tutamayıp kahkahaları basmışlar. Herkes gülmekten kırılırken,
Öküz Mehmed Paşa, "Bu hayvan bana ne
diyor biliyor musunuz?" diye sormuş. "'Hadi senin kim olduğunu anladım da, bu yanındaki eşekler neyin
nesi?' diye soruyor."
Dâmad Halil Paşa: * ** *** (1616-1619), (1626-1628)
17 Kasım 1616-18 Ocak 1619 târihleri
arasında, I. Ahmet saltanâtının son döneminde, I. Mustafa'nın ilk saltanâtında ve II. Osman saltanâtının ilk döneminde iki yıldan biraz fazla bir süre ve daha sonra
IV. Murat saltanâtı döneminde 1 Aralık 1626-6 Nisan 1628 târihleri arasında bir
buçuk yıla yakın bir süre olmak üzere, iki kez toplam üç yıl yedi ay yedi gün
sadrâzamlık yapmıştır. Kahramanmaraş’ın
Zeytun kasabasında doğmuş Ermeni asıllı devşirmelerdendir. Ağabeyi, III. Murat'ın yakın danışmanlarından
olan Beylerbeyi Mehmed Paşa idi.
Eğitimini sarayda Enderun okulunda tamamladı.
Sarayda önce doğancıbaşı ve sonra da çakırcıbaşı görevine atandı. Saraydan çıkması Temmuz 1607'de Maryol Hüseyin Paşa yerine yeniçeri ağası olarak tâyin edilmesi ile
olmuştur. Bu görevde iken Celâlî İsyanlarının bastırılmasında bulunmuş; Kuyucu Murad Paşa *'nın başyardımcısı olarak bu başarıları ile Sadrâzam Kuyucu
Murad Paşa tarafından tutulmaya başlanmıştır. Kuyucu Murad Paşa, Celâlîler
İsyânı ile uğraşmayı bitirir bitirmez İstanbul'a gitmeden İran Serdâr-ı Ekremi tâyin edilmişti. Kuyucu Murad Paşa, kendinin İstanbul'a
dönmesini istemeyenlerin başında Kaptanıderyâ Hâfız Ahmed Paşa'nın bulunduğunu
öğrenmişti. Sadrâzam olan ve İran Cephesi’nde bulunan Kuyucu Murad Paşa * kendi adamı olarak kabul
ettiği Maraşlı Dâmad Halil Paşa'yı 6 Şubat 1609'da Hâfız Ahmed Paşa yerine
kaptanıderyâ olarak tâyin ettirmiştir.
Maraşlı Dâmad Halil Paşa'ya
kaptanıderyâ görevi ile birlikte Cezâyir Beylerbeyi unvânı da
verilmiştir. Halil Paşa bu ilk kaptanıderyâlık görevi sırasında ilk yılını
Maltalı ve Floransalı korsanların Doğu Akdeniz'de
Osmanlı ticâret gemilerine yaptıkları hücumları önlemeye çalışmakla
geçirmiştir. Bu yıllarda Akdeniz'de Faslılar ve İspanyollara karşı bağımsızlık savaşları veren Hollandalılar birlikte İspanya
aleyhinde bir ittifak kurmak için faaliyetlerde bulundu. Bu ittifak
için müzâkerelerin açılması için 10 Temmuz 1610 târihli Lahey'e Hollanda hükûmetine gönderdiği bir nâme Hollanda
arşivlerinde bulunmaktadır.
Halil Paşa'nın hâmîsi olan Kuyucu Murad Paşa * 1611'de öldü. Çok başarılı olan Mısır Beylerbeyi Öküz Kara Mehmed Paşa * İstanbul'a çağrılıp I. Ahmet'in çocuk yaşındaki kızı ile nikâh
yapıldı ve saraya "dâmat" oldu. Sadrâzam
Gümülcineli Dâmad Nasuh Paşa * da hem Kara Mehmed Paşa'yı ödüllendirmek ve
hem de İstanbul'dan uzaklaştırmak isteğindeydi. Böylece 1612'de Halil Paşa, kaptanıderyâ
görevinden azledildi ve yerine Öküz Kara Mehmed Paşa'ya kaptanıderyâlık görevi
verildi. Halil Paşa İstanbul'da vezirlik görevine devam etti.
1613'te Öküz Mehmed Paşa'nın yerine
ikinci defâ kaptanıderyâ görevine getirildi. Bu görevle Mayıs 1614'te 45 parça
kadırga ile sefere çıktı. Bu seferde Malta Adası’na asker
çıkarıp etrâfı vurdu. Oradan sonra Trablusgarp'a yöneldi. Burada "dayı" olan ve merkezden gönderilen Osmanlı beylerbeyilerini eyâlet işlerine
karıştırmayan Safer Dayı'yı ele geçirip îdam ettirdi. Bundan sonra
İstanbul'a
döndü.
1617'de Dâmad Halil Paşa, Öküz Mehmed
Paşa'nın azledilmesi üzerine birinci kez sadrâzamlık görevine getirildi. Bu sırada doğuda Şah Abbâs'a
karşı yapılmakta olan 1603-1618 Osmanlı - Safevî Savaşı için serdâr-ı ekrem tâyin edildi ve cepheye
gitti.
Halil Paşa, İran'da 1618'de Şah Abbâs'ın boşalttığı Tebriz'i ele geçirdi. Ama oradan Erdebil'e yürümekte iken Pul-i Şikeste'de İran Ordusu’nun bir
pususuna düştü ve Osmanlı Ordusu büyük bir bozguna
uğradı. Bundan sonra İran'la, 26 Eylül 1618'de Serav Antlaşması imzalandı. Bu
başarısızlığı üzerine II. Osman 18 Ocak 1619'da Dâmad Halil Paşa'yı sadrâzamlık
görevinden aldı.
Dâmad Halil Paşa İstanbul'a dönüp
Üsküdar'da
Pîr Aziz Mahmud Hüdâyî Dergâhı’na
çekildi. Pîr Aziz Mahmud Hüdâyî aracılığı ile II. Osman'ın
I. Ahmet’in ölümü ile kendisine pâdişahlık verilmemesi dolayısıyla olan küskünlüğü giderildi.
1620 yılında Dâmad Halil Paşa üçüncü
kez kaptanıderyâ olarak görevlendirildi. Bu görevde iken II. Osman'ın katli ve I. Mustafa'nın ikinci defâ tahta
çıkarılması ve bunlara dolayısıyla çıkan keşmekeş ve karışıklıklar sırasında I.
Mustafa'nın annesi vâlide sultan üç defâ Dâmad Halil
Paşa'ya sadrâzamlık teklif etti. Ama Dâmad Halil Paşa bu anarşi durumunda sadrâzam olmayı reddetti. 1620 yılı sonlarına
doğru kaptanıderyâ görevinden de azledildi.
Altı ay sonra 1621'de dördüncü kez
kaptanıderyâ oldu. 1623'te bu görevden azledilerek yerine Topal Recep Paşa * getirildi. Bu azilden
sonra Dâmad Halil Paşa Malkara'ya sürgüne gönderildi.
8 Şubat 1626'da yeni bir sadrâzam tâyin
edilmesi için sadâret kaymakamı olan Topal Recep Paşa
konağında bir meşveret meclisi toplanıp buna devlet ricâli vezirler ve ulemâ katıldı. Bu
toplantıda ilk defâ bu devlet ricâlinin oylaması ile bir sadrâzam adayı
seçildi. Müezzinzâde Filibeli Hâfız Ahmed Paşa sadrâzamlıktan azledilerek yerine Dâmad Halil
Paşa’nın seçilmesi önerisi, Pâdişah IV. Murat'a sunuldu. Pâdişah bunu kabul
ederek Dâmad Halil Paşa ikinci kez sadrâzamlığa getirildi.
Dâmad Halil Paşa kışın çok soğuk olmasına aldırmayarak alayla Üsküdar'a giderek o yaz İran'a sefer yapmak için hazırlıklara başlamak üzere orada ordugâha çekildi. Dâmad Halil Paşa orduyla İran Cephesi’ne hareket edip yolda iken Erzurum'da Abaza Mehmed Paşa'nın isyan etmiş olduğu haberini aldı. Bunun üzerine ordu ile Abaza Mehmed Paşa İsyânı’nı bastırmak için Erzurum'a yürüdü. Erzurum'u 70 gün kuşatmaya aldı ama Abaza Mehmed Paşa'nın direnmesi dolayısıyla bu şehri almada başarısız kaldı. Doğuda kış mevsiminin erken gelmesi nedeniyle, kış harekâtına hazır olmadığı için, Dâmad Halil Paşa Erzurum Kuşatması’nı kaldırıp ordu ile Tokat ordugâhına çekildi. Bu başarısızlığı dolayısıyla 16 yaşına girip ilk defâ devlet kararları almaya yetişkin olduğu kabul edilen IV. Murat'ın ilk politik icraatı olarak 6 Nisan 1628'de sadrâzamlıktan azledildi. Bundan sonra emekli edildi ve İstanbul'da yaşamaya başladı ve 1629'da vefat etti. Üsküdar'da şeyhi olan Aziz Mahmud Hüdâyî Efendi'nin dergâhı yanında yaptırmış olduğu türbesine defnedildi.
Dâmad Halil Paşa kışın çok soğuk olmasına aldırmayarak alayla Üsküdar'a giderek o yaz İran'a sefer yapmak için hazırlıklara başlamak üzere orada ordugâha çekildi. Dâmad Halil Paşa orduyla İran Cephesi’ne hareket edip yolda iken Erzurum'da Abaza Mehmed Paşa'nın isyan etmiş olduğu haberini aldı. Bunun üzerine ordu ile Abaza Mehmed Paşa İsyânı’nı bastırmak için Erzurum'a yürüdü. Erzurum'u 70 gün kuşatmaya aldı ama Abaza Mehmed Paşa'nın direnmesi dolayısıyla bu şehri almada başarısız kaldı. Doğuda kış mevsiminin erken gelmesi nedeniyle, kış harekâtına hazır olmadığı için, Dâmad Halil Paşa Erzurum Kuşatması’nı kaldırıp ordu ile Tokat ordugâhına çekildi. Bu başarısızlığı dolayısıyla 16 yaşına girip ilk defâ devlet kararları almaya yetişkin olduğu kabul edilen IV. Murat'ın ilk politik icraatı olarak 6 Nisan 1628'de sadrâzamlıktan azledildi. Bundan sonra emekli edildi ve İstanbul'da yaşamaya başladı ve 1629'da vefat etti. Üsküdar'da şeyhi olan Aziz Mahmud Hüdâyî Efendi'nin dergâhı yanında yaptırmış olduğu türbesine defnedildi.
Dâmad Halil Paşa, İsmâil Hakkı Uzunçarşılı'ya göre orta derecede bir hükûmet başkanı olup, iki defâki
sadâretinde
başarılı bir iş göremedi. Dört defâ tâyin edildiği kaptanıderyâlıkta yüz ağartmıştır.
Yaşayıp görev yaptığı dönemlerde Genç Osman olayları anarşisi devirlerinin tehlikelerinden mürşidi olan Şeyh Aziz Mahmud Hüdâyî’nin koruyup desteklemesi ile kurtulmuştur.
Dâmad Halil Paşa’nın Fâtih'te Millet Kütüphânesi civârında câmi, çeşme ve sebili vardı. Üsküdar'da Hüdâyî Efendi Dergâhı yakındaki Kapıcı
Tekkesi’ni de Dâmad Halil Paşa yaptırmıştır. Hüdâyî Dergâhı yakında olan türbesi, çeşmesi ve sebili Sultanahmet Câmii’nin mîmârı Sedefkâr Mehmed Ağa'nın eseridir.
Hakkında Vasâfî tarafından yazılmış “Târih-i Halil Paşa” adlı tercüme-i
hâli ve yine aynı yazar tarafından hazırlanmış ve muhârebelerini anlatan “Gazânâme-i
Halil Paşa” adlı yazma
eserler İstanbul kütüphânelerinden Esad Efendi Kütüphânesi’nde bulunmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapabilirsiniz.