1 Ocak 2015 Perşembe

I. AHMET




I. AHMET

On Dördüncü Osmanlı Sultânı


Babası: III. Mehmet 
Annesi: Handan Sultan
Doğum Târihi: 18 Nisan 1590, Manisa
Vefât Târihi: 22 Kasım 1617
Saltanat Müddeti: 21 Aralık 1603 - 22 Kasım 1617
Türbesi: İstanbul’dadır.

Sultan I. Ahmet, Kânûnî Sultan Süleyman'dan sonraki pâdişahlar içinde devlet işleriyle yoğun şekilde uğraşan ilk pâdişah olarak kabul edilir. Sultan I. Ahmet yakalandığı tifüs hastalığından kurtulamayarak 21 Kasım'ı 22 Kasım'a bağlayan gece 1617 yılında 27 yaşında vefât etti ve Sultanahmet Câmii yanındaki türbesine defnedildi.

Saltanâtında, hânedan verâset sistemini değiştirip Kardeş Katli Yasası’nı kaldırmıştır. Yerine "âilenin aklı başındaki en büyük üyesi pâdişah olur" sistemini getirmiştir. Bu yeni yasanın, şehzâdeler arasındaki rekâbetin ve taht kavgalarının, taht için gerçekleştirilen kardeş katillerinin önlenmesi açısından Osmanlı târihinde çok büyük önemi vardır.


Pâdişahlık Öncesi

Babası III. Mehmet'in üç oğlundan ikincisi olarak dünyâya gelmiştir. Ağabeyi Mahmut, babası tarafından boğdurulmuştur. Küçük kardeşi Mustafa'nın akıl sağlığını bu olay sonrasında kaybetmesi kuvvetle muhtemeldir. Askerî ve idârî işlerle ilgili bir şehzâde olarak bilinen Mahmut, bir rivâyete göre babasının askerî işleri ele alış şeklini eleştirmiş ve bunun üzerine öldürülmüştür. Ahmet ise ağabeyine nazaran daha sessiz ve ağırbaşlı bir şehzâde olarak kabul edilmektedir. Ahmet 13 ya da 14 yaşında babasının vefâtı üzerine pâdişah olmuştur. Ancak bu yaşına rağmen henüz sünnet edilmemiştir. Babasının pek de ilgili olmaması nedeniyle sünneti gecikmiş ve sünneti ancak pâdişah olduktan sonra yapılmıştır.


Saltanâtı



Zitvatorok Antlaşması

Sultan I. Ahmet tahta geçtiği sırada Avusturya Savaşı devam ediyordu. Osmanlı kuvvetleri Belgrad'dan Budin'e doğru ilerlemekteydi. Peşte (25 Eylül 1604) ve Hatvan kaleleri savaş yapılmadan kolaylıkla ele geçirildi. Osmanlı Ordusu ilerleyerek Budin'in kuzeyinde bulunan Vaç Kalesi’ni ele geçirdi (16 Ekim 1604). Osmanlı Ordusu, Sultan I. Ahmet'in buyruğu üzerine Belgrad üzerinden Budin'e yürüdü. 29 Ağustos 1605'te Estergon Kalesi kuşatıldı ve tam karşısındaki Ciğerdelen Kalesi fethedildi. 8 Eylül'de Vişgrad, 19 Eylül'de Saint Thomas kaleleri fethedildi. 3 Ekim 1605'te ise Estergon Kalesi teslim alındı.

Osmanlılar da, Avusturyalılar da art arda yapılan bunca savaştan dolayı sosyal ve ekonomik yönden çok yıpranmışlardı. Daha önce yapılan barış görüşmelerinden bir sonuç çıkmamıştı. Ancak 11 Kasım 1606'da Estergon-Komorin arasında Zitva Suyu’nun Tuna Irmağı’na döküldüğü yerde imzâlanan Zitvatorok Antlaşması’yla barış sağlandı.

Antlaşmaya göre Eğri, Estergon, Kanije kaleleri Osmanlılarda; Raab (Yanıkkale) ve Komarom kaleleri Avusturyalılarda kalacaktı. Avusturya bir kereye mahsus olmak üzere 70.000 altın savaş tazmînâtı ödeyecekti. Osmanlı Pâdişâhı Avusturya İmparatoru’na "Roma İmparatoru (Caesar / Kaiser)" unvânıyla hitap edecek, her üç yılda bir karşılıklı armağanlar gönderilecekti. Avusturya'nın Macaristan için ödemekte olduğu yıllık 30.000 altın vergi kaldırılacaktı. Avusturya Arşidükü protokolde Osmanlı Pâdişâhı’na eşit sayılacaktı. Bu madde ile Osmanlı Devleti Avusturya'ya karşı olan üstünlüğünü kaybetmiştir. Zitvatorok Antlaşması Osmanlıların lehine gibi görünse de Osmanlı Devleti artık eski gücünde değildi. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti'nin Avusturya karşısındaki üstünlüğü sona ermiş, siyâsî dengeler Osmanlı aleyhine bozulmaya başlamıştır.


Önemli Olaylar

Anadolu Beyliklerinin en uzun ömürlülerinden birisi olan Ramazanoğulları Beyliği, Yavuz Sultan Selim döneminde 1510 yılından sonra Osmanlılara tâbi olmuştu. I. Ahmet dönemine denk gelen 1609 yılından sonra Adana’nın Halep'e; Sis ve Tarsus'un da Kıbrıs Beylerbeyliğine bağlanmasıyla Ramazanoğulları Beyliği sona ermiştir. I. Ahmet, böylece Ramazanoğulları Beyliğine resmen son verdi.


Safevîlerle İlişkiler

Sultan I. Ahmet tahta geçtiği sırada, Osmanlı İmparatorluğu batıda Avusturya, doğuda Safevî Devleti ile savaş hâlindeydi. Osmanlı Ordusu Sinan Paşa * komutasında Nahçıvan üzerinden Revan'a yürüdü. Bu arada yeniçeriler Van'a dönülmesini istiyorlardı. Osmanlı Ordusu kışı Van'da geçirdi.

Tebriz'i geri almak için yapılan savaşta Osmanlı Ordusu, Şah Abbâs'ın ordularını Salmas yörelerinde yendi. Ancak Erzurum Beylerbeyi Sefer Paşa'nın çekilen düşman kuvvetlerini izleyip asıl ordudan ayrılmasını fırsat bilen Şah Abbas, ordu merkezine ânî bir saldırıda bulundu. Yenilgiye uğrayan Sinan Paşa önce Van'a, daha sonra da Diyarbakır'a çekildi. Şah Abbas Şirvan, Şemahi ve Gence'yi kolaylıkla ele geçirdi. Osmanlı İmparatorluğu Avrupa'da devam eden Avusturya Savaşı ve iç isyanlarla uğraştığı için İran Cephesi’nde başarılı olamıyordu. Sadrâzam Nasuh Paşa *, Şah Abbâs'ın barış önerisini kabul etti.

1612 yılında yapılan Nasuh Paşa Antlaşması’yla 9 yıl süren Osmanlı - Safevî Savaşı sona erdi. Yapılan antlaşmayla, Safevîler Osmanlı Devleti’ne 200 deve yükü ipek vermeyi kabul ettiler. 1615 yılına kadar süren barış dönemi Şah Abbâs'ın antlaşmayı bozması üzerine sona erdi. Yapılan savaşlarda Osmanlılar çok kayıp verdi. Sultan II. Osman (Genç Osman) döneminde, Nasuh Paşa Antlaşması temel alınarak yapılan Serav Antlaşması ile barış tekrar sağlanacaktı. (26 Eylül 1618).


Celâlî İsyanları

Yavuz Sultan Selim döneminde binlerce taraftarı ile ayaklanan Bozoklu Celal, Osmanlı Devleti için büyük problem olmuştu. Bu isyanlar bastırıldı ise de Anadolu'da meydana gelen iç isyanlar ve karışıklıklara yine "Celâlî İsyanları" denildi. Sultan I. Ahmet döneminde Celâlî İsyanları tekrar patlak verdi. Tavîl Ahmed, Canbolatoğlu, Kalenderoğlu ve Deli Hasan ayaklanmaları bunlardan en önemlileridir. Bu sırada sadrâzam olan Kuyucu Murad Paşa * son derece sert bir askerdi. Acıma nedir bilmezdi. Öldürttüklerini açtığı kuyulara attırmak gibi bir alışkanlığı olduğundan kendisine "Kuyucu" lâkabı takıldığı söylenir. Kuyucu Murad Paşa'nın ısrarlı ve sert politikaları sonunda Celâlî İsyanları zor da olsa bastırıldı.


Islahatlar



Yeni Verâset Sistemi

Yıldırım Bayezit döneminde başlayıp, Fâtih Sultan Mehmet döneminde kânunlaşan "Kardeş Katli Yasası"nı kaldırmıştır. Yerine "Ekber ve Erşed Sistemi"ni (âilenin aklı başında olan en büyük üyesi) getirmiştir. Böylece oğullarından üçü pâdişah olmuştur. Bunlar sırası ile; Genç Osman, IV. Murat ve İbrâhim'dir. Ayrıca kardeşi Mustafa'yı da önceki pâdişahlar gibi katletmemiş, yaşamasına izin vermiştir. Nitekim kardeşi Mustafa da pâdişah olmuştur. Bu yeni kânun, kardeş katlini ve kanlı tahta geçişleri önlemesi açısından Osmanlı târihi açısından büyük öneme hâizdir. Bununla berâber uzun yıllar zindanda bekleyen şehzâdelerin, aklî yönden sağlıkları bozulmuş ve bu dönemden sonra "deli pâdişahlar" görülmeye başlanmıştır.


Mîmârî Çalışmaları

4 Ocak 1610'da altı büyük minâreli ve 16 şerefeli Sultanahmet Câmii'nin temel atma merâsimi yapıldı. Dînine bağlı bir insan olan Sultan I. Ahmet, câminin temelleri kazılırken eteğinde toprak taşıdı. 9 Haziran 1617'de inşaâtı biten Sultanahmet Câmii ibâdete açıldı. Ayrıca Şehzâdebaşı Kuyucu Murad Paşa Külliyesi, İstanbul Mesih Mehmed Paşa Câmii, Elmalı Ömer Paşa Câmii onun zamânında yaptırılan önemli mîmârî eserler arasındadır.


Dönemin Sadrâzamları



Malkoç Yavuz Ali Paşa: * (1603-1604)

Bosna’da yaşayan Malkoçeviç Âilesi’nden gelir. Âilesinin adından dolayı "Malkoç" sanıyla tanınır. Devşirme olarak Enderûn’a alındı. Burada çeşitli görevlerde çalıştıktan sonra silahdar oldu. 1601‘de Mısır Beylerbeyliğine atanarak saraydan taşraya çıkarıldı.

Yeniçerilerin ayaklanmaları sırasında Yemişçi Hasan Paşa *’nın sadrâzamlıktan uzaklaştırılması üzerine bu göreve atandı. Mısır’dan gelinceye kadar Cerrah Mehmed Paşa * sadâret kaymakamlığını yürüttü. Yeni sadrâzam Mısır Eyâleti’nde Pîrî Bey’i bıraktı ve bir bölük askerle yola çıktı. Yol boyunca çeşitli eyâletlerdeki ayaklanmacıları cezâlandırdı. Şam ve Adana’da bâzı zorbaları îdam ettirdi. Konya’da da halka acımasız davrananları kentten kovdu. 29 Aralık 1604’te İstanbul’a ulaştı.

İstanbul’a gelmeden önce III. Mehmet ölmüştü. Yerine geçen oğlu I. Ahmet, Ali Paşa’nın Halep’ten getirdiği 1.200.000 altınla cülus bahşişi dağıttı ve sadrâzamı görevinde bıraktı. Sadrâzam Ali Paşa sürmekte olan İran ve Avusturya savaşları dolayısıyla, her iki cepheye birer komutan göndererek İstanbul’da kalmak istediyse de, pâdişah buna râzı olmadı ve Avusturya Cephesi’ne gitmesi için hatt-ı hümâyun gönderdi.

İran Cephesi’ne Cığalazâde Sinan Paşa * komutan oldu. Baharın ilk günlerinde sefere çıkmaya karar veren Yavuz Ali Paşa, hareket etmeden önce büyük eyâlet vâlileriyle ulemânın ileri gelenlerini görevden alarak yerlerine kendi adamlarını atadı. Pâdişah I. Ahmet ise, Ali Paşa’nın cepheye hareket etmesinin ardından atamaları durdurdu ve kendine göre değişiklikler yapmaya başladı. Bu arada Hâfız Ahmed Paşa’nın da sadâret kaymakamlığı sırasındaki etkinlikleri Yavuz Malkoç Ali Paşa’yı üzdü. İstediği parayı ve yardımı alamadan Belgrad’a kadar ilerledi ve burada üzüntüsünden öldü (26 Temmuz 1604).


Sokolluzâde Lala Mehmed Paşa: * (1604-1606)

Sokollu Mehmed Paşa *'nın amcasının oğludur. Küçük yaşta Topkapı Sarayı'na girdi. Enderun'dan yetişti.

Şehzâde lalalıklarında bulunduğundan “Lala” nâmıyla meşhur oldu. Bâzı târihî kaynaklarda lâkabının “Lâle” olduğu ve Sokollu Âilesi’ne mensûbiyeti yazılıdır. Enderun'da peşkir ağası iken büyük mîrahurlukla Bîrûn hizmetine alındı. 1591’de yeniçeri ağası oldu.

1595’te Macaristan Seferi’ne Vezîriâzam Sinan Paşa ile katılıp, muhârebelerde çok gayret ve kahramanlık gösterdi. Sefer dönüşü Karaman, sonra Anadolu Beylerbeyliğine tâyin edildi. 1596’da, Rumeli Beylerbeyliğine terfî ederek, III. Mehmet ile Eğri Seferi’ne katıldı. Eğri Kuşatması ve Haçova Meydan Muhârebesi’nde Rumeli Beylerbeyilik vazîfesiyle büyük yararlıklar gösterdi.

Avusturya Seferleri’nde uzun yıllar hizmet ederek, Kanije ve İstolni Belgrad kuşatmalarına katıldı. 18 Kasım 1602 Budin Müdâfaası’nda Avusturya Ordusu’nu geri çekilmek zorunda bıraktı. Bu seferdeki üstün gayret ve muvaffakiyetlerinden dolayı üçüncü vezirliğe terfî ederek, 11 Mayısta Macaristan Serdarlığına tâyin edildi.

5 Ağustos 1604’te vezîriâzamlığa getirilen Lala Mehmed Paşa, Avusturya Seferi için garp serdarlığına getirilince, 25 Eylülde Peşte’yi, ardından da Vaç ve Hatvan kalelerini zapt etti.

1604-1605 kışını Belgrad kışlağında geçiren Paşa, 3 Ekim 1605’te Estergon’u fethederek “Estergon Fâtihi” unvânını aldı. Avusturya içlerine bir akın tertiplenerek, düşmanın askerî mevkileri tahrip edilip, Körmend ve Steinamanger şehirleri zapt edilerek, pek çok esir ve ganîmet alındı.

İstanbul’dan gönderilen murassa tâcı 20 Kasım’da Erdel Prensi ve Macar Kralı îlan edilen İstvan Bocskay’ın başına koyan Lala Mehmed Paşa, bölgeyi tekrar Osmanlı himâye ve tâbiiyeti altına aldı.

1606 yılının Haziran ayında Celâlî âsîleri ile İran üzerine serdar tâyin edildiği sırada Üsküdar’da felç geçirerek vefât etti. Cenâzesi Eyüp’e getirilerek, Sokollu Mehmed Paşa *’nın türbesine defnedildi.

Lala Mehmed Paşa, tedbirli, tecrübeli, vakar sâhibi ve askerlerin çok sevdiği bir devlet adamıydı. Hudut tecrübesi fazla olduğundan, seferlerdeki icraatlarıyla devlete büyük hizmetlerde bulundu.


Boşnak Derviş Mehmed Paşa: * (1606-1606)

Bosnalıdır. Bostancı Ocağı’nda eğitim görmüştür. Nispeten genç yaşında "bostancıbaşı" olduğu için “Civan Bey” olarak da anılırdı. Genç I. Ahmet'in gözüne girip teveccühünü kazandı. 1605'te vezirlikle berâber kaptanıderyâ olarak da görev verildi. I. Ahmet'in annesi olan Handan Sultan oğlunu bu kişiye inanmaması için iknâ etmeye çalıştı ama Handan Sultan 12 Kasım 1512'de öldü. 15 yaşında olan I. Ahmet, Kaptanıderyâ Derviş Mehmed Paşa'nın daha çok têsiri altına girdi.

Sadrâzam ve Avusturya Cephesi Serdâr-ı Ekremi Lala Mehmed Paşa *, Avusturya ile sulh anlaşması imzalamak için Zitvatorok'ta müzâkereler yapılmakta iken İstanbul'a döndü. I. Ahmet'in yakını olan kaptanıderyâ, sultâna sadrâzamı İran Cephesi'ne serdar olarak göndermesi için telkinler yapmakta idi. I. Ahmet de Lala Mehmed Paşa'yı İran Serdârı yapmakta çok kararlıydı. Huzûra çıkan Lala Mehmed Paşa, Avusturya Savaşı’nın daha halledilmemiş tarafları olduğunu, bunun için İran Seferi’ne gitmesinin doğru olmadığını arz etti. Fakat I. Ahmet inat etti ve hattâ lalasını îdam etmekle tehdit etti. Buna çok üzülen Lala Mehmed Paşa bir felç geçirdi ve birkaç gün sonra vefat etti.

Derviş Mehmed Paşa 21 Haziran 1606 târihinde sadrâzam olarak tâyin edildi. Lala Mehmed Paşa'nın servetinin bir kısmının ordu gereksinimlerini karşılamak için kullanılmasına ve diğer kısmının da Lala Mehmed Paşa'nın yetim çocuklarına verilmesi için sultandan izin çıkmıştı. Fakat Derviş Mehmed Paşa, hazîne darlığı sebebiyle bu servetin tümünü müsâdere ettirdi. İngiliz İstanbul Elçisi Sir Henry Lello, Derviş Mehmed Paşa'nın hazîne darlığını bahâne ederek vakıfların fazla gelirlerini aldığını ve zengin Yahudilerden, bedelini sonradan ödemek sözüyle, gümüş ve mücevherat toplattırdığını bildirir. İstanbul'da halktan her şahıs başına 1.000 Akçe rüşvet aldığı da iddia edilmiştir.

Diğer taraftan da sadrâzam olmak geri niyetiyle, görevi istemeyen Lala Mehmed Paşa'yı İran Seferi Serdârı olmak için zorlamaya I. Ahmet'i iknâ eden Derviş Mehmed Paşa, kendisi sadrâzam olunca İran Seferi’ne gitmekten kaçınmıştır. Yerine bostancıbaşı olan Ferhad Ağa'ya paşalık verdirtmiş ve onu serdar olarak Celâlîler üzerine ve doğuya göndertmiştir. Ferhad Paşa, Celâlî İsyânı’nı bastırmak için önce gittiği Aydın ve Saruhan yörelerinde halka büyük eziyetler yapmış ve buranın halkından büyük gruplar bu zulmün şikâyetini Dîvân-ı Hümâyun’a yapmak için İstanbul sokaklarını doldurmuştur. I. Ahmet bundan çok etkilenmiştir.

Derviş Mehmed Paşa’nın saray yakınındaki Demirkapı'da konağı bulunmakta idi. Bu konağı yaptırmak için bir Yahudi’yi emin tutmuş ama yapım masraflarını ödemeyip tümünü bu Yahudi emîne ödetmiştir. Bu Yahudi de gizliden "konak mahzeninden saraya gizli bir yol açtırıp pâdişâha suikast yapacağını" dedikodu olarak yaymaya başlamıştır. Bu uyduruk dedikodular I. Ahmet'in kulağına gidince 16 yaşında tecrübesiz olan I. Ahmet birden hiç soruşturma yapmadan Derviş Mehmed Paşa'nın îdâmına karar vermiştir. 9 Aralık 1606'da sadrâzam, I. Ahmet tarafından saraya dâvet edilmiş ve şehzâdeler muallimhânesine girdiği zaman saray acemîlerinin hücûmuyla boğulup îdam edilmiştir.

Şâir Hâletî onun hakkında, çok tenkitçi “Hadd-i Mestan” adlı bir hiciv şiiri yazmıştır.

İngiltere'nin İstanbul elçisi Sir Henry Lello ise hâtırâtında Derviş Mehmed Paşa'nın, görmüş olduğu tüm sadrâzamlar ve sadâret kaymakamları arasında en ehliyetlisi olduğunu bildirir ama zâlim olduğunu da ifâde eder.

Sicill-iOsmânî’de şöyle değerlendirilmiştir: “İnatçı, hîleci ve güçsüzdü.”

Çok sert ve asabî olan bu hâin sadrâzamLala Mehmed Paşa *'nın vefâtından sonra sadrâzam olmuş ve dîvan çavuşuna hemen şu sözleri söylemişti: Dîvan efendileri beni sâir sadrâzamlar gibi zannetmesinler, onlarla kıyas etmesinler. Ben bugünün işini yarına bırakanın boynunu vurdururum.” Hakîkaten de ilk dîvan toplantısında beylerbeyliğinden mâzul bir zâtın îdâmı ilk icraâtı olmuştur.

Derviş Paşa kendisi için bir konak yaptırmaya karar vermiş ve bunu bir Yahudi mîmâra sipâriş etmişti. Konak bitmek üzereyken Derviş Paşa inşaâtı gezmeye gelmiş, dolaşmış ve durumu beğenmişti. Yahudi mîmâra hesap defterini sordu. Yahudi mîmar defteri takdim edince, defterdeki rakamları gören sadrâzam hemen hiddetini izhar etti. Yahudi mîmar hemen defteri kaptığı gibi yırttı ve paşaya “Masraf filan yok, kulunuz da malınızdır” dedi. Derviş Paşa memnun olarak inşaattan ayrıldı. Fakat Yahudi mîmar, ırkının bütün desâis ve hîlelerine vâkıf bir kâfirdi. Nâtamam olan inşaâtın hemen içinde bir kazı yaptırıp bu tünelin istikâmetini saraya doğru yaptırdı. Bir de gizli çıkış kapısı yaptıktan sonra durumu saraya jurnalledi. Bostancıbaşı gelip durumu gördü. Vaziyeti pâdişah hazretlerine bildirdi. Bu tünelden gizlice saraya girecek olan Derviş Paşa pâdişâha suikast yapacağı suçuyla itham olundu. Bu tezgâh ve itham Derviş Paşa’nın işini bitirmişti. Huzûr-u şâhânede bulunan bir çadır ipiyle boğduruldu. Bir müddet geçip de öldü zannedilen paşanın bir ayağı oynayınca herkes korktu. Fakat cesur ve genç pâdişah soğukkanlılığını muhâfaza ederek hançerini çekip Derviş Paşa’nın kellesini gövdesinden bizzat kendisi ayırdı.

Bu Derviş Paşa o zamâna kadar hiçbir İslam devletinde ve Osmanlı’da görülmemiş, ancak Avrupa'da tatbik olunan bir vergi koymuştu. Bu verginin adı “Pencere Vergisi”ydi. Onun ölümü üzerine bu küffar taklidi vergi de kalkmıştı.


Kuyucu Murad Paşa: * (1606-1611)

1585'teki Osmanlı - İran Savaşı sırasında atının ayağının tökezlemesi sonucu bir çukura düştü ve İranlılar tarafından esir alındı. Bu târihten sonra kendisine "Kuyucu" lâkabı takılarak, "Kuyucu Murad Paşa" olarak anılmaya başlandı. Çeşitli kaynaklarda göre, çoğunluğu Anadolu Türkmen halkından oluşan yaklaşık 50-150 bin kişiyi katlettirdiği tahmîni yürütülmüştür. Celâlî İsyanlarını bastırmak adı altında pek çok Osmanlı vatandaşının îdam edilmesini sağlamıştır. Acımasızlığı ve vahşiliğiyle pek çok kişinin gözünde nefret uyandırmıştır. Osmanlı Devleti’nin otoritesini sağlamak amacıyla reâyâya baskı yapılmasını savunmuş, bu uğurda oldukça sert bir baskı politikası uygulamıştır.

Peçevî, Kuyucu Murad Paşa'yı, "Bu ol vezîriâzamdır ki, memâlik-i Âl-i Osmân’ı eşkıyâdan temizlemiştir ve 500 yıl önce Şeyh-i Ekber Hazretleri (Muhyiddîn-i Arabî), 'Kuyucu Koca' diye ona işâret ile kitabına yazmıştır. Saltanâtın nâmusunu korumakta, kesin kararlı idi. Celâlî diye adı çıkan kimsenin ‘Cuhud, îmâna gelmez, merd-i mülhid, tövbekâr olmaz’ dizesinin anlamına uygun olarak, ne îmânına, ne Müslümanlığına, ne de tövbesine kesinlikle güvenmezdi. Ölümden gayrı bir araçla onun doğru yola getirilebileceğine inanmazdı!" şeklinde kısaca anlatmakta ve daha fazla îzâhın gerekli olmadığını ilâve etmektedir.

Aslen Sırp olan Kuyucu Murad Paşa, sırasıyla kethüdâ, sancakbeyi ve ardından Diyarbakır, Anadolu ve Rumeli Beylerbeyliği yapmış ve nihâyet 1606 yılında vezîriâzam olmuştur.

III. Murat saltanâtında Anadolu’da başlayan Celâlî İsyanları, III. Mehmet saltanâtında artarak devam etmiş ve özellikle mezhep mücâdelesini esas alan Kalenderoğlu İsyânı ile, Anadolu yakılıp kavrulmaya başlamıştır. Anadolu’nun isyanlarla kıvrandığı ve bu sebeple de Osmanlı Devleti’nin târihinde bir ilke imzâ atarak 1606 târihli Zitvatorok Antlaşması’nı mecbûriyetten imzâlaması üzerine, Kuyucu Murad Paşa, Osmanlı Pâdişâhı’nın fermânıyla aşağıdaki icraatlarda bulunmuştur:
  1. Murad Paşa'nın üzerine yürüdüğü ilk Celâlî, Konya'daki Saracoğlu Ahmed'dir ve çevresine 30.000 kişi toplayacağını söyleyen bu eşkıyâ hemen îdam edilmiştir. Bunu Silifke ve Adana’yı işgal etmiş olan Cemşid ve Muslu Çavuş eşkıyâlarının temizlenmesi tâkip etmiştir.
  2. İkinci önemli sorun, bir türlü durdurulamayan Canbolatoğlu ve Lübnan ile Suriye taraflarında ayaklanan Dürzî eşkıyâeşkıyâlardır. Canbolatoğlu ile 1607 yılında İskenderun yakınlarında yaptığı muhârebeyi kazanan Murad Paşa, Canbolatoğlu’nu teslim olmaya ve Dürzî liderlerini de kaçmaya mecbur etmiştir.
  3. En büyük sorunu teşkil eden Kalenderoğlu Pîrî Mehmed’e gelince, aslında eski bir çavuş, kethüdâ ve hattâ mütesellim olarak görev yapan bu şahıs, 1604'te isyan etmiş ve Anadolu Beylerbeyi’ni mağlup ederek Manisa ve çevresini hâkimiyeti altına almıştı. Üzerine yürüyen Murad Paşa’dan çekinen Kalenderoğlu önce Ankara Sancakbeyliğini kabul etmiş, ancak halk kabul etmeyince yeniden isyan ederek ve Canbolatoğlu kuvvetlerinden kaçanları da çevresine toplayarak 30.000 kişilik bir kuvvetle Bursa ve çevresini yakıp yıkmıştır (1607). Bu olay İstanbul’da duyulunca büyük heyecan uyandırmıştır. İstanbul’a gelmesinden korkulan Kalenderoğlu’nun üzerine gönderilen Osmanlı Kuvvetleri bozguna uğramış ve komutanları öldürülmüştür. Bu bozgun Batı Anadolu'daki birçok şehrin de yakılıp yıkılmasına sebep olmuştur. Kovalamacalar sonunda Murad Paşa, 1608 yılında Göksun taraflarında Kalenderoğlu ile karşı karşıya gelmiş ve kuvvetlerini dağıtınca Kalenderoğlu destek aldığı İran’a sığınmıştır. Ona destek veren Tavîlin Meymûn ve benzeri eşkıyâlar da netîcede İran Şâhı'na ilticâ etmişlerdir.
  4. Murad Paşa’nın görevi bununla da bitmemiştir. Bayburt’ta Murat Haniler ve Beyşehir’de Emir Şâhî denilen eşkıyâları tamâmen ortadan kaldırmıştır. Bu seferler esnâsında sefer güzergâhı üzerinde bulunan isyanların da bastırıldığı bilinmektedir. Bunlardan en iyi bilineni şuanda Giresun sınırları içerisinde bulunan Gelvaris Düzü (Çimeni) denilen düzlükte isyancıları katledip kuyulara doldurduğu bilinir. Yüzyıla yakın bir süredir Osmanlı Devleti’ni alt üst eden Celâlî İsyanlarını böylece sona erdirmiştir. Târihlerin kaydettiğine göre, Kuyucu Murad Paşa’nın üç sene süren bu eşkıyâ temizleme hareketi sırasında, 50.000 küsur eşkıyâ öldürülmüştür (belirtilen rakamlar 150.000'e kadar varmaktadır).
Celâlî bahânesiyle yoksul Anadolu köylüsünün kitleler hâlinde katledilmesine Ermeni râhip Kemahlı Grigor'un 1595-1640 yılları arasını kapsayan kronolojisinde de değinilmektedir. Ermeni râhip de Kuyucu Murad Paşa'dan övgüyle söz etmekle birlikte, katledilen köylülerden oluşan tepeleri de yazmaktadır: "Görenlerin bize bizzat anlattıklarına göre Murad Paşa bütün konakladığı yerlerde önceden kuyular kazdırır ve bütün Celâlîleri, muzır adamları öldürüp bu kuyulara attırır, oraya indirilen birkaç adam da atılanları istif ederdi. Vakâdan dört sene sonra kış mevsiminde oradan geçerken ev büyüklüğünde olan kuyuları görmüştük. Birkaç tânesi çökmüş olduğundan odun ve toprakla kapatılmıştı. İşte böylelikle ortadan kaldırılan mel’unlar duman gibi yok olarak Allah'ın şânından mahrum kaldılar." Bu şekilde, Canbolatoğlu'yla olan karşılaşmasından sonra 26 bin kişinin başını kestirerek tepe yaptığı iddiâ edilir.

"O gün, gün batımına kadar rüûs-u maktüa-ı a'dadan (kesilmiş düşman başlarından) defterlerle adetleri zapt edilen, yirmi altı bin kelle-i büride (kesik baş) işgâh-ı serdâr-ı Behram iktidâra (Behram kudretle serdârın önünde) getürülüp otağ-ı zernitak (altın kuşaklı otağ) önünde püşte-var (tepe hâlinde) yığıldı. Yirmi neferden fazla cellatlar, darb-ı rikabdan (ense vurmaktan) dinlenmeyip güruh güruh getirilen eşkıyâların kellelerini kat' ederlerdi"

Nâimâ, Kuyucu Murad'ın çocuk öldürmesine tanık oluşunu şu şekilde anlatmaktadır: 

"... Bir gün pişgâh-ı otakta (otağın önünde) iskemle üzerinde oturup hafrolunan (kazılan) bi're (kuyuya) gelen adamları katlettirip doldurmağa meşgul idi. O sırada gördü, halk verasında (arkasında) bir atlı sipâhî, bir sabîyi (çocuğu) kenduye redif edip (ardından getirip) geçup gide. Paşa emreyledi varıp sabîyi at arkasından indirip huzûruna götürdüler. Oğlancığa:
- Sen ne yerdensin? Celâlî arasına neden düştün?, dedikte, sabî doğru söyleyip,
- Falan diyardanım, kıtlık sebebinden babam beni alıp bunlara katıldı. Boğazımız tokluğuna yanlarınca gezerdik, dedi.
- Baban ne idi?, deyu sorıcak,
- Şeştar çalardı ve anınla doyunurdu. Vezîriâzam Murad Paşa başını sallayarak acı acı güldü.
- Hay, Celâlîleri şevke götürürdü, deyup, çocuğun katline işâret etti. İşâret üzerine çocuğu cellatlara verdiler. Fakat cellatlar;
- Bu sabî mâsûmu nice öldürelim, deyu çekilip her biri bir tarafa gidip göz yumdu. Murad Paşa emrinin neden geciktiğini sordukta, cellatların çocuğu merhamet edip istinkaf ettiklerini bildirdiklerinde, Paşa:
- Yeniçerilerden birisi öldürsün, deyu buyurdu. Yeniçeri dilâverlerine teklif olduklarından onlar dahi, sabîye bakıp;
- Biz cellat mıyız? Cellatlar bile merhamet etti. Vezir kendi iç oğlanlarına emretti ki sabîyi öldüreler. Anlar dahi huzûrundan dağılı kabul etmediklerinden oğlancık meydanda kalıp onu öldürecek adam bulunmadıkta, ihtiyar vezir arkasından kürkünü bırakıp ve kalkıp sabîyi kendi eliyle alıp, kuyunun kenarına getürüp başını vurup boğazını sıkıp helâk ve kendi eliyle kuyuya inkaa etti."

İsmâil Hâmî Dânişmend ise, hakkında şu ifâdeleri kullanmaktadır: 

"Anadolu Türk'ünün ebediyyen lânetle anacağı Kuyucu Murad, ihtiyarlığından dolayı "Koca" lâkabıyla da tanınan doksanlık bir zâlimdi. Kuyucu yalnız âsîlerle taraftarlarını değil, onlara her nasılsa ekmek ve su vermiş zavallılardan başka civarlarda bulunan komşularını bile kılıçtan geçirtecek derecede kana ve bilhassa Türk kanına susamış bir canavardır."

Kuyucu Murad Paşa doksan yaşına kadar istikâmetli bir hayat yaşamış ve pâdişâhın "Baba" iltifâtına mazhar olduktan sonra ölmüştür.


Gümülcineli Dâmad Nasuh Paşa: * (1611-1614)

Gümülcineli bir Hıristiyan’ın oğlu iken toplanan devşirmeler içinde zekâsı ve akıllıca davranışları ile temâyüz etmiş ve saraya baltacı olarak girmişti. Gösterdiği muvaffakiyet sâyesinde kısa zamanda çavuş rütbesiyle saraydan ve az sonra Kürdistan'ın ileri gelen zenginlerinden ve komutanlarından Mîr Şeref’in kızlarından biri ile evlenmişti.

Zamanla mevkilerini yükseltmiş ve nihâyet sadrâzam olmuş aynı zamanda Sultan Ahmet'in on üç yaşındaki kızı Ayşe Sultan ile nişanlanmıştı. Fakat şunu unutmuştu: Her yükselişin esas muvaffakiyeti zirvede durabilmekle kâbildir. “Ne oldum değil, ne olacağım” sözünü dâimâ hatırda tutmak gerekir. Sadrâzam olmak belki çok şeydir fakat her şey değildir. Pâdişâhın kuvvetli yumruğu bir gün tepende patlar. Kendini sağ sâlim görürsen buna şükredersin çünkü hayâtını bile kaybedersin. İşte bu Nasuh Paşa’da ikinci şık yâni ölümle netîcelendi. Şöyle ki; sadrâzam otoritesine mâni olan üç kişinin îdâmını pâdişahtan istedi. Bunlar sultânın hocası, kızlar ağası ve şeyhülislam efendi idi. Pâdişah bu talebi konuşmaya değer bile bulmadı.

Edirne'ye tekrar ava giden Sultan Ahmet, av sırasında Kırım Hânı'nın şehzâdelerinden Mehmed Giray'ı yanında tepeden tırnağa silahlı adamları ile gördü. Buna da canı çok sıkıldı. Mehmed Giray sadrâzamın dâvetlisi olarak geldiğini söylediyse de pâdişah hazretleri Mehmed Giray'ın derhâl tutuklanıp Yedikule Zindanı'na kapatılmasını emir buyurdu ve öyle yapıldı. Çünkü pâdişah, Osmanlı Devleti’nin Kırım Hanları ile yaptıkları antlaşmada Hânedân-ı Âl-i Osman'da erkek kalmazsa Kırım Hanlığı otomatikman Devlet-i Osmâniye’nin başına geçecekti. Bu anlaşma Sultan Ahmet'in aklına düşünce bu durumun kendisine bir suikast tertîbi olduğu şeklinde tefsir ederek tutuklatma kararından vazgeçmediği gibi Dersaâdet’e döndü.

Cuma Selamlığına gittiği bir câmide, meczûbun biri kendisine yanaşıp öyle bir feryatla şu şikâyette bulundu: "Sadrâzamın ağalarından biri zevcemi iğvâ etti, bunun hükmünün yerine getirilmesini isterim” dedi. Bu talepten ve talebin yapılışından ziyâde olayın çirkinliği pâdişâhı çok üzdü. Nasuh Paşa ise bu olaydan bîhabermiş gibi eski isteğinde yâni yukarıda adı geçen zevâtın îdâmını tekrar talep edince pâdişah gâyet açık bir şekilde talebi reddetti.

Nasuh Paşa “Hiçbir isteğim yerine getirilmiyor. Hiçbir sözüm tutulmuyor. Böyle devam etmez, ya isteklerim kabul edilir yâhut da Mühr-i Hümâyun'u alır bu üç bendenizden birine verirsiniz, ben de kendimi zehirlerim” deyince pâdişah: “Vah hâin demek ki lalam Murad Paşa’yı da sen zehirledin, şimdi defol!” diye buyurdu. Nasuh Paşa’ya bir müddet sonra bir cumâ günü selamlığa berâber çıkalım diye haber gönderen pâdişah, paşanın gelmemesini bir hakâret telakkî ederek bostancının eline verdiği bir irâde-i hümâyun ile îdâmını emretti. Ve Nasuh Paşa’nın evinde hüküm infaz olundu (1615).

Sadrâzamlığı öncesinde, 1599 yılında Osmanlı - İran Barış Antlaşması’nın imzâlanmasını sağlayarak dönemin önemli bir diplomatik başarısına imzâ atmıştır.

Bağdat'tan eski İpek Yolu’nu tâkip ederek İstanbul'a dönerken bugünkü Nallıhan ilçe merkezinin bulunduğu yerde konaklar. Bir vâdi içindeki bağlık, bahçelik ve ormanlık bu alan çok hoşuna gider. Buraya kırk odalı bir han, bir hamam ve bir câmi yaptırır. O günden îtibâren Nallıhan ilçe merkezi burada gelişerek büyümüştür.


Öküz Kara Mehmed Paşa: * ** (1614-1616), (1619-1619)

"Öküz" sıfatı bâzı kaynaklarda iddiâ edildiğinin aksine "Oğuz" kelimesinin değişikliğe uğramış hâli olmayıp, babasının Karagümrük'te öküz nalbantlığı yapmış olması ile alâkalıdır. 1567'de bir yolunu bularak Enderûn’a girip eğitim almıştır. Önce sarayda Has Oda ağası ve sonra silahdarlığa yükselmiştir. Nisan 1607'de saraydan çıkma yapıp vezirlik rütbesi ile Mısır Beylerbeyi olarak görev verilmiştir. Bu görevi sırasında Mısır'da yaptığı icraat ve ıslahatlar ile isim yapmış, Mekke'de ve Hac yolu üzerinde üzerinde sular getirmiş ve kaleleri tâmir ettirmiştir.

II. Osman, tahta çıktıktan sonra, baş hocası Hâce-i Sultânî Ömer Efendi'ye meşîhat pâyesi verdi. Bu sûretle imparatorlukta sadrâzam ve şeyhülislamdan başka, eşit pâye taşıyan üçüncü bir şahsiyet ortaya çıktı. II. Osman usûle aykırı bu davranışıyla aynı günde Sadâret Kaymakamı Sofu Mehmed Paşa'yı azletti. Yerine eniştesi Dâmad Öküz Kara Mehmed Paşa sadâret kaymakamı oldu. Sadrâzam Dâmad Halil Paşa * **, serdâr-ı ekrem olarak İran Cephesi'ndeydi. İki ay sonra, İran ile barış antlaşması imzâlayarak İstanbul'a dönen Dâmad Halil Paşa'yı görevinden azlederek yerine Dâmad Öküz Kara Mehmed Paşa'yı sadârete getirdi. 11 ay sonra da 23 Aralık 1619'da Dâmad Öküz Kara Mehmed Paşa'yı azletti. Kaptanıderyâ Güzelce Çelebi Ali Paşa, sadrâzam oldu. 1619 yılında ölmüştür. Mezarı Halep'tedir. 

İran Seferi'nde Safevîlere yenik düşmüş olmasından ötürü azledilmesi sonrasında tâyin edildiği Aydın Beylerbeyliği esnâsında Batı Anadolu ticâretinin gelişmesini teşvik için Kuşadası'nda inşâ ettirdiği kervansaray (sonradan ticârî merkez yabancı tâcirlerin tercihiyle İzmir'e kaymıştır) onun adını taşımaktadır. İran Seferi esnâsında, Niğde'nin Ulukışla İlçesi’nde de bir kervansaray inşâ ettirmiş olup, bu yapı sonradan Faruk Nâfiz Çamlıbel'in "Han Duvarları" şiirinin ilham kaynağını oluşturmuştur.


“Devlet hizmetlerinde doğruluğu, hakşinaslığı, cesâreti ve cömertliği ile tanınmıştır. Vakûr ve ciddî olup hükûmet reisliğinde orta derecede iktidârı hâizdi.”

Çevresindekilerce gizliden gizliye "Öküz" olarak adlandırılmış olan Mehmed Paşa'nın komuta ettiği ve İran'a karşı düzenlenen bir seferde, ordu komuta heyeti kışlak çadırında toplanmış taarruz planlarını gözden geçirirlerken, birliklerin iâşesi ve taşıma işleri için getirilmiş öküzlerden biri çadırın aralığından kafasını uzatıp gözlerini Öküz Mehmed Paşa'ya dikmiş. Çevresindekiler gülmemek için kendilerini zor tutmuşlar, biraz tebessüm ederlerken öküz gitmiş. Ancak bir süre sonra tekrar gelip, başını yine içeri uzatmış ve yine uzun uzun Öküz Mehmed Paşa'yı süzmüş. Bu sefer çevresindekiler artık kendilerini tutamayıp kahkahaları basmışlar. Herkes gülmekten kırılırken, Öküz Mehmed Paşa, "Bu hayvan bana ne diyor biliyor musunuz?" diye sormuş. "'Hadi senin kim olduğunu anladım da, bu yanındaki eşekler neyin nesi?' diye soruyor."


Dâmad Halil Paşa: * ** *** (1616-1619), (1626-1628)

17 Kasım 1616-18 Ocak 1619 târihleri arasında, I. Ahmet saltanâtının son döneminde, I. Mustafa'nın ilk saltanâtında ve II. Osman saltanâtının ilk döneminde iki yıldan biraz fazla bir süre ve daha sonra IV. Murat saltanâtı döneminde 1 Aralık 1626-6 Nisan 1628 târihleri arasında bir buçuk yıla yakın bir süre olmak üzere, iki kez toplam üç yıl yedi ay yedi gün sadrâzamlık yapmıştır. Kahramanmaraş’ın Zeytun kasabasında doğmuş Ermeni asıllı devşirmelerdendir. Ağabeyi, III. Murat'ın yakın danışmanlarından olan Beylerbeyi Mehmed Paşa idi.

Eğitimini sarayda Enderun okulunda tamamladı. Sarayda önce doğancıbaşı ve sonra da çakırcıbaşı görevine atandı. Saraydan çıkması Temmuz 1607'de Maryol Hüseyin Paşa yerine yeniçeri ağası olarak tâyin edilmesi ile olmuştur. Bu görevde iken Celâlî İsyanlarının bastırılmasında bulunmuş; Kuyucu Murad Paşa *'nın başyardımcısı olarak bu başarıları ile Sadrâzam Kuyucu Murad Paşa tarafından tutulmaya başlanmıştır. Kuyucu Murad Paşa, Celâlîler İsyânı ile uğraşmayı bitirir bitirmez İstanbul'a gitmeden İran Serdâr-ı Ekremi tâyin edilmişti. Kuyucu Murad Paşa, kendinin İstanbul'a dönmesini istemeyenlerin başında Kaptanıderyâ Hâfız Ahmed Paşa'nın bulunduğunu öğrenmişti. Sadrâzam olan ve İran Cephesi’nde bulunan Kuyucu Murad Paşa * kendi adamı olarak kabul ettiği Maraşlı Dâmad Halil Paşa'yı 6 Şubat 1609'da Hâfız Ahmed Paşa yerine kaptanıderyâ olarak tâyin ettirmiştir.

Maraşlı Dâmad Halil Paşa'ya kaptanıderyâ görevi ile birlikte Cezâyir Beylerbeyi unvânı da verilmiştir. Halil Paşa bu ilk kaptanıderyâlık görevi sırasında ilk yılını Maltalı ve Floransalı korsanların Doğu Akdeniz'de Osmanlı ticâret gemilerine yaptıkları hücumları önlemeye çalışmakla geçirmiştir. Bu yıllarda Akdeniz'de Faslılar ve İspanyollara karşı bağımsızlık savaşları veren Hollandalılar birlikte İspanya aleyhinde bir ittifak kurmak için faaliyetlerde bulundu. Bu ittifak için müzâkerelerin açılması için 10 Temmuz 1610 târihli Lahey'e Hollanda hükûmetine gönderdiği bir nâme Hollanda arşivlerinde bulunmaktadır.

Halil Paşa'nın hâmîsi olan Kuyucu Murad Paşa * 1611'de öldü. Çok başarılı olan Mısır Beylerbeyi Öküz Kara Mehmed Paşa * İstanbul'a çağrılıp I. Ahmet'in çocuk yaşındaki kızı ile nikâh yapıldı ve saraya "dâmat" oldu. Sadrâzam Gümülcineli Dâmad Nasuh Paşa * da hem Kara Mehmed Paşa'yı ödüllendirmek ve hem de İstanbul'dan uzaklaştırmak isteğindeydi. Böylece 1612'de Halil Paşa, kaptanıderyâ görevinden azledildi ve yerine Öküz Kara Mehmed Paşa'ya kaptanıderyâlık görevi verildi. Halil Paşa İstanbul'da vezirlik görevine devam etti.

1613'te Öküz Mehmed Paşa'nın yerine ikinci defâ kaptanıderyâ görevine getirildi. Bu görevle Mayıs 1614'te 45 parça kadırga ile sefere çıktı. Bu seferde Malta Adası’na asker çıkarıp etrâfı vurdu. Oradan sonra Trablusgarp'a yöneldi. Burada "dayı" olan ve merkezden gönderilen Osmanlı beylerbeyilerini eyâlet işlerine karıştırmayan Safer Dayı'yı ele geçirip îdam ettirdi. Bundan sonra İstanbul'a döndü.

1617'de Dâmad Halil Paşa, Öküz Mehmed Paşa'nın azledilmesi üzerine birinci kez sadrâzamlık görevine getirildi. Bu sırada doğuda Şah Abbâs'a karşı yapılmakta olan 1603-1618 Osmanlı - Safevî Savaşı için serdâr-ı ekrem tâyin edildi ve cepheye gitti.

Halil Paşa, İran'da 1618'de Şah Abbâs'ın boşalttığı Tebriz'i ele geçirdi. Ama oradan Erdebil'e yürümekte iken Pul-i Şikeste'de İran Ordusu’nun bir pususuna düştü ve Osmanlı Ordusu büyük bir bozguna uğradı. Bundan sonra İran'la, 26 Eylül 1618'de Serav Antlaşması imzalandı. Bu başarısızlığı üzerine II. Osman 18 Ocak 1619'da Dâmad Halil Paşa'yı sadrâzamlık görevinden aldı.

Dâmad Halil Paşa İstanbul'a dönüp Üsküdar'da Pîr Aziz Mahmud Hüdâyî Dergâhı’na çekildi. Pîr Aziz Mahmud Hüdâyî aracılığı ile II. Osman'ın I. Ahmet’in ölümü ile kendisine pâdişahlık verilmemesi dolayısıyla olan küskünlüğü giderildi.

1620 yılında Dâmad Halil Paşa üçüncü kez kaptanıderyâ olarak görevlendirildi. Bu görevde iken II. Osman'ın katli ve I. Mustafa'nın ikinci defâ tahta çıkarılması ve bunlara dolayısıyla çıkan keşmekeş ve karışıklıklar sırasında I. Mustafa'nın annesi vâlide sultan üç defâ Dâmad Halil Paşa'ya sadrâzamlık teklif etti. Ama Dâmad Halil Paşa bu anarşi durumunda sadrâzam olmayı reddetti. 1620 yılı sonlarına doğru kaptanıderyâ görevinden de azledildi.

Altı ay sonra 1621'de dördüncü kez kaptanıderyâ oldu. 1623'te bu görevden azledilerek yerine Topal Recep Paşa * getirildi. Bu azilden sonra Dâmad Halil Paşa Malkara'ya sürgüne gönderildi.

8 Şubat 1626'da yeni bir sadrâzam tâyin edilmesi için sadâret kaymakamı olan Topal Recep Paşa konağında bir meşveret meclisi toplanıp buna devlet ricâli vezirler ve ulemâ katıldı. Bu toplantıda ilk defâ bu devlet ricâlinin oylaması ile bir sadrâzam adayı seçildi. Müezzinzâde Filibeli Hâfız Ahmed Paşa sadrâzamlıktan azledilerek yerine Dâmad Halil Paşa’nın seçilmesi önerisi, Pâdişah IV. Murat'a sunuldu. Pâdişah bunu kabul ederek Dâmad Halil Paşa ikinci kez sadrâzamlığa getirildi. 

Dâmad Halil Paşa kışın çok soğuk olmasına aldırmayarak alayla Üsküdar'a giderek o yaz İran'a sefer yapmak için hazırlıklara başlamak üzere orada ordugâha çekildi. Dâmad Halil Paşa orduyla İran Cephesi’ne hareket edip yolda iken Erzurum'da Abaza Mehmed Paşa'nın isyan etmiş olduğu haberini aldı. Bunun üzerine ordu ile Abaza Mehmed Paşa İsyânı’nı bastırmak için Erzurum'a yürüdü. Erzurum'u 70 gün kuşatmaya aldı ama Abaza Mehmed Paşa'nın direnmesi dolayısıyla bu şehri almada başarısız kaldı. Doğuda kış mevsiminin erken gelmesi nedeniyle, kış harekâtına hazır olmadığı için, Dâmad Halil Paşa Erzurum Kuşatması’nı kaldırıp ordu ile Tokat ordugâhına çekildi. Bu başarısızlığı dolayısıyla 16 yaşına girip ilk defâ devlet kararları almaya yetişkin olduğu kabul edilen IV. Murat'ın ilk politik icraatı olarak 6 Nisan 1628'de sadrâzamlıktan azledildi. Bundan sonra emekli edildi ve İstanbul'da yaşamaya başladı ve 1629'da vefat etti. Üsküdar'da şeyhi olan Aziz Mahmud Hüdâyî Efendi'nin dergâhı yanında yaptırmış olduğu türbesine defnedildi.

Dâmad Halil Paşa, İsmâil Hakkı Uzunçarşılı'ya göre orta derecede bir hükûmet başkanı olup, iki defâki sadâretinde başarılı bir iş göremedi. Dört defâ tâyin edildiği kaptanıderyâlıkta yüz ağartmıştır.

Yaşayıp görev yaptığı dönemlerde Genç Osman olayları anarşisi devirlerinin tehlikelerinden mürşidi olan Şeyh Aziz Mahmud Hüdâyî’nin koruyup desteklemesi ile kurtulmuştur.

Dâmad Halil Paşa’nın Fâtih'te Millet Kütüphânesi civârında câmi, çeşme ve sebili vardı. Üsküdar'da Hüdâyî Efendi Dergâhı yakındaki Kapıcı Tekkesi’ni de Dâmad Halil Paşa yaptırmıştır. Hüdâyî Dergâhı yakında olan türbesi, çeşmesi ve sebili Sultanahmet Câmii’nin mîmârı Sedefkâr Mehmed Ağa'nın eseridir.

Hakkında Vasâfî tarafından yazılmış Târih-i Halil Paşa adlı tercüme-i hâli ve yine aynı yazar tarafından hazırlanmış ve muhârebelerini anlatan Gazânâme-i Halil Paşa adlı yazma eserler İstanbul kütüphânelerinden Esad Efendi Kütüphânesi’nde bulunmaktadır.













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yapabilirsiniz.