III. AHMET
Yirmi Üçüncü Osmanlı Sultânı
Babası: IV. Mehmet
Annesi: Emetullah Râbia Gülnuş Sultan
Doğum Târihi: 30 Aralık 1673
Vefât Târihi: 1 Temmuz 1736 (62 y.)
Saltanat Müddeti: 22 Ağustos 1703 - 1 Ekim 1730
Türbesi: İstanbul’dadır.
Sultan II. Mustafa'nın öz kardeşi olan
Sultan III. Ahmet, iyi bir tahsil ve terbiye görmüş, ünlü hocalardan dersler
almıştı.
Sultan III. Ahmet, ağabeyi Sultan II. Mustafa'nın
tahttan indirilmesi üzerine 22 Ağustos 1703 târihinde 30 yaşında iken Edirne'de tahta geçti. Osmanlı Devleti açısından önemli bir yere sâhip
olan Lâle Devri
boyunca pâdişahlık yapan Sultan III. Ahmet, hattat ve şâirdi. "Necib" mahlasıyla şiirler
yazdı. Ayrıca mûsıkî ile de yakından ilgileniyordu. Dîvan şâirlerinden Urfalı Nâbî Efendi'nin hem kendisini hem de şiirlerini çok severdi.
Gençliği diğer Osmanlı şehzâdelerine göre bir hayli serbest geçti. Şehzâdelerin
öldürülmesi geleneği kalktığından, rahat bir hayat sürdü. İstediği her şeyle
ilgilendiği için bilgisi de, görgüsü de arttı. Avrupa'daki gelişmeleri inceleme fırsatı buldu ve matbaanın
Osmanlı Devleti’ne gelmesi için çok çaba sarf etti. 27 yıl gibi uzun bir süre
tahtta kalan Sultan III. Ahmet, çıkan Patrona Halil İsyânı sonunda, 1 Ekim 1730 târihinde
pâdişahlıktan çekildi.
Sultan III. Ahmet'in pâdişahlığının ilk
günleri, tamâmen disiplinden çıkmış yeniçerileri yatıştırma gayretleri ile
geçti. Ancak kendisini pâdişah yapan yeniçerilere karşı etkili olamadı. Sultan III. Ahmet'in sadrâzamlığa getirdiği Çorlulu Ali Paşa, ona idârî konularda yardımcı olmaya çalıştı, hazîne için yeni düzenlemelerde bulundu ve Sultan III. Ahmet'e
rakipleriyle mücâdelesinde destek oldu.
Sultan III. Ahmet zamânında Rusya ile olan ilişkilerde gerginlik yaşandı. Bunun sebebi
Rusya'nın Orta Asya üzerinde yayılma siyâseti izlemesi, Balkanlar’daki toplumları Slavlaştırmaya çalışması, açık ve sıcak denizlere inmek
istemesiydi.
Saltanâtı Dönemindeki Önemli Olaylar
Prut Savaşı
Rusya, Osmanlı Devleti ile mücâdelesinde kendi lehine bir zemin
yaratmak istiyordu. Osmanlı Devleti içinde yaşayan Ortodoks toplumları kışkırtarak Osmanlı Devleti'ni zayıflatacak ve
yapacağı savaşlarda
daha önce kaybettiği toprakları geri alacaktı. Eflak ve Boğdan beylerini
Osmanlılara karşı kışkırtan Rus Çarı Deli Petro, Poltava Savaşı'nda (28 Haziran 1709), İsveç Kralı XII. Karl'ı (Demirbaş Şarl) yenince, Demirbaş Şarl Osmanlılara sığınarak 1 Şubat
1713'e kadar beş yıl süre ile Bender'de mültecî olarak kaldı. İsveç
Kralı’nı kovalayan Rus birliklerinin
Osmanlı topraklarına akınlar
düzenlemesi üzerine, Osmanlı Devleti Rusya'ya karşı savaş îlan etti (1711).
Sadrâzamlığa getirilen Baltacı Mehmed Paşa, 100.000 kişilik bir orduyla Tuna'yı geçerek Eflak'a girerken, Osmanlı Donanması da Karadeniz'e açıldı. Osmanlı kuvvetleri, Kırım ordusunun
da desteği ile Rus birliklerini Prut Nehri kıyısında çember
içine aldılar. O an için kurtuluş imkânı bulunmayan Rus Çarı Deli Petro, Moskova'ya bir mektup yazarak durumun zorluğunu ve ümitsizliğini
anlattı. Çariçe I.Katerina araya girerek Osmanlı Devleti’ne barış teklifinde bulundu.
Hem Kırım Hânı,
hem de İsveç Kralı saldırıya geçilip Rus ordusunun yok
edilmesini savunuyorlardı. Ancak Baltacı Mehmed Paşa, yeniçerilere güvenmiyordu.
Kuşatma sırasında yeni bir Kutsal İttifâk’ın
oluşturulabileceği düşüncesine sâhip olan ve Osmanlı Ordusu’nun çok yıpranacağı endişesini taşıyan Baltacı Mehmed Paşa
barış yapılmasını kabul etti (21 Temmuz 1711). İmzâlanan Prut Antlaşması ile Azak Kalesi Osmanlılara geri
verildi. Ruslar,
İstanbul'da devamlı bir elçi bulundurmayacak ve
İsveç Kralı Demirbaş Şarl'ın
serbestçe ülkesine dönmesine izin vereceklerdi.
Osmanlı Devleti kazandığı bu başarıdan
sonra, daha önce kaybedilen Mora Yarımadası'nı da geri almak istiyordu. Venedikli korsanların Osmanlı ticâret gemilerine saldırmaları ve Mora
halkının Osmanlı Devletinin yönetimi altına girmek istemesi Venedikliler’e savaş açılmasına neden oldu
(8 Aralık 1714). Silahdar Ali Paşa, Modon, Koron ve Navarin'i alarak Mora'yı fethetti (22 Ağustos 1715).
Pasarofça Antlaşması
Avusturya'nın Karlofça Antlaşması gereğince Mora'nın Venediklilere geri verilmesini istemesi üzerine, Avusturya'ya da savaş
açıldı. Sadrâzam Dâmad Silahdar Ali Paşa Osmanlı Ordusu ile birlikte
Macaristan'a girdi. Petervaradin'de Savoy Prensi Eugen komutasındaki Avusturya ordusu Osmanlı kuvvetlerini bozguna uğrattı (5 Ağustos 1716) ve Sadrâzam
Silahdar Ali Paşa şehit düştü. Bu bozgundan sonra 18 Ağustos 1717 târihinde Belgrad
düşman eline geçti. Silahdar Ali Paşa'nın yerine sadrâzamlığa getirilen Dâmad İbrâhim Paşa barış teklif etti. Yapılan Pasarofça Antlaşması’na göre yukarı Sırbistan, Belgrad ve Banat yaylası Avusturya'ya; Dalmaçya, Bosna ve Arnavutluk kıyıları Venedik'e verildi, Mora Yarımadası Osmanlılarda kaldı (1 Temmuz 1718).
1724 yılında İran'da taht kavgaları başlamıştı. Bu durumdan yararlanarak
İran'ı ele geçirmek isteyen Rusya harekete geçti. İran'ın Rusya'nın eline geçmesini istemeyen
Osmanlı Devleti İran'a sefer düzenledi. Ruslarla
yapılan İstanbul Antlaşması’na göre Azerbaycan'da alınan yerler Osmanlılarda kalacak, Derbent, Bakü ve Dağıstan Ruslara bırakılacaktı.
Lâle Devri
1718 yılında imzâlanan Pasarofça
Antlaşması’ndan sonra Osmanlı Devleti’nde yeni bir dönem başlamıştı.
1730 yılındaki Patrona Halil İsyânı’na kadar, 12 yıl süren bu döneme Lâle Devri denir. Sultan III. Ahmet ve Dâmad İbrâhim Paşa barışçı bir siyâsetten yanaydılar. Lâle Devri de bu barışçı politikaların bir ürünü olarak ortaya çıkmıştı.
Lâle Devri’nde edebiyat, kültür ve
sanat alanında gelişmeler olduğu gibi, teknik konularda da Avrupalı devletlerden etkilenilerek bâzı yenilikler
gerçekleştirildi. Bu dönemde Avrupa'ya ilk kez geçici elçiler gönderildi. 1727 yılı ortalarında Osmanlı Devleti’nde de
matbaa kurulması için düzenlenen pâdişah fermânı üzerine, Paris Elçisi Yirmisekiz Mehmed Çelebi'nin oğlu Saîd Efendi ve İbrâhim Müteferrika ilk matbaayı kurdular (16 Aralık 1727).
Lâle Devri’nde Yalova'da bir kâğıt fabrikası kuruldu. İstanbul'da sık sık çıkan yangınları daha hızlı kontrol altına almak
için, yeniçeriler içinden bir itfâiye örgütü oluşturuldu. Yine İstanbul'da bir kumaş fabrikası ve bir çini
îmâlathânesi açıldı. Her tarafta birçok köşk, saray ve lâle bahçeleri yapıldı. Ayrıca Doğu
kültürünün klasik eserleri ilk kez Türkçeye çevrildi. İstanbul'da halk yıllar süren savaşlardan sonra böyle bir dönem yaşamanın mutluluğu içerisinde
idi.
Patrona Halil İsyânı
Dâmad İbrâhim Paşa'nın açtığı zevk ve sefâhet
devrinden memnun olmayan, bu yapılanları israf olarak gören bir kitle
oluşmuştu. Bu topluluk İran Seferi’nden olumsuz haberler gelmesi üzerine, harekete geçmiş, câmilerde ve diğer yerlerde propaganda yaparak ayaklanmanın zeminini oluşturmaya başlamıştı.
Yeniçerilerin içerisinde de huzursuzluk belirmişti. 17. Ağa Bölüğü yeniçerisi Patrona Halil ve yandaşları 25 Eylül 1730'da ayaklanmayı başlatmışlar
ancak halkın onlara katılmaması endişesiyle bu girişimlerinden vazgeçmişlerdi.
İsyancılar üç gün sonra Bayezit Câmii’nin Kaşıkçılar Kapısı tarafından yürüyüşe geçerek ayaklanmayı resmen başlattılar.
Esnafı da dükkânlarını kapatarak kendilerine katılmaya iknâ eden isyancılar, hapishâneleri boşalttılar ve yeniçerilerden de yardım
gördüler. Yeniçeri ağalarından Hasan Paşa onlara karşı harekete geçtiyse de başarılı olamadı.
Bu gelişmeler üzerine Sultan III. Ahmet
isyancıların ne istediklerinin sorulmasını istedi. İsyancılar, Sadrâzam Dâmad İbrâhim Paşa ile birlikte 37 kişinin kendilerine teslim edilmesini istediler. Lâle Devri’nin
önemli kişilerinden olan Dâmad İbrâhim Paşa ve bâzı devlet adamları îdam edilerek isyancılara teslim edildi. İsyan sırasında şehir
tahrip edildi. İsyancılar Sâdâbâd Köşkü'nü yaktılar. Ayrıca Dîvan şâirlerinden Nedim de isyan sırasında öldü.
Patrona Halil ve diğer isyancı başları, bu sefer de tüm isteklerini
yerine getiren Sultan III. Ahmet'in tahtan indirilmesini istedi. Kendisine ve âilesine
zarar verilmemesi durumunda tahttan çekileceğini bildiren Sultan III. Ahmet, 1
Ekim 1730'da Osmanlı tahtını Şehzâde Mahmut'a bıraktı.
Yeni Câmi Turhan Vâlide Sultan Türbesi’ne defnedilmiştir.
Yeni Câmi Turhan Vâlide Sultan Türbesi’ne defnedilmiştir.
Mimârî Çalışmalar
İnce ve hassas bir rûha sâhip olan
Sultan III. Ahmet, Sadrâzam Dâmad İbrâhim Paşa ile uyum içerisinde çalışmış, bu
sırada yaşanan Lâle Devri'nde
sanata, edebiyâta ve toplumsal hayata özgün bir anlayış getirilmişti. Sultan III.
Ahmet, Topkapı Sarayı
ile Yeni Câmi'de
birer kütüphâne,
Ayasofya'da Bâb-ı Hümâyun'un karşısında Türk sanat şâheserlerinden
sayılan bir çeşme (Sultan III. Ahmet Çeşmesi) ve İstanbul'un su ihtiyâcını karşılamak amacıyla da Deryâ-yı Sim adlı bir su bendi inşâ ettirmiştir.
Bunlardan başka Üsküdar'da Yeni Vâlide Câmii, Çorlulu Ali Paşa Medresesi,
İbrâhim Paşa Külliyesi, İstanbul'da Yeni Postâne arkasında dârülhadis ve sebil, Ortaköy Câmii önündeki çeşme, Üsküdar Şemsipaşa'da Hüsrev Ağa Câmii önündeki çeşme (Dâmad İbrâhim Paşa Çeşmesi) ve Çubuklu Câmii yanındaki Mesîre Çeşmesi gibi eserler yine bu
dönemde yapılmıştır.
Erkek Çocukları
I. Abdülhamit, III. Mustafa, Süleyman,
Bayezit, Mehmed, İbrâhim, Numan, Selim, Ali, Îsâ, Murad, Seyfeddîn, Abdülmecid,
Abdülmelik
Kız Çocukları
Emine, Rabia, Habibe, Zeyneb, Zübeyde, Esmâ,
Hatice, Rukiye, Sâliha, Atike, Reyhan, Esime, Ferdane, Nazife, Nâile, Ayşe,
Fatma, Emetullah, Ümmüselma, Emine, Rukiye, Zeyneb, Sabiha.
Dönemin Sadrâzamları
Sührablı Kavanoz Nişancı Ahmed Paşa: * (1703-1703)
Vezir Silahdar Hüseyin Paşa'nın kethüdâlarındandır. Şişman ve kısa boylu olduğu için "Kavanoz" lâkabı
verilmiştir. Nusretnâme'de "Gerdel Kıyâfet" deniliyor. Sührab Mehmed
Paşa'nın yetiştirmelerinden olduğu için "Sührablı" lâkabı ile de
anılır.
Saraya alınarak hazîne kethüdâsı iken II. Mustafa zamânında vezirlikle Sayda Vâliliğine tâyin edilmiş ve Amcazâde Hüseyin Paşa *'ya da dâmat olmuştur. Ahmed Paşa, sonra Mısır ve Diyarbakır beylerbeyiliklerinde ve Hanya Muhâfızlığında bulunarak Elmas Mehmed Paşa * sadâretinde emekli edilip
Kadıköy'de oturmuş ve kayınpederi Amcazâde Hüseyin Paşa sadrâzam olunca ikinci defâ
Hanya Muhâfızlığına gönderilmiş ve 1698'de nişancı olmuştur. Rami Mehmed Paşa * sadâretinde ve 1703 Şubat’ta İstanbul Gümrüğü mukâtaasından günde 400 Akçe ile tekrar emekli edilmiş olan Ahmed Paşa Edirne'den İstanbul'a gelerek kayınpederinin Anadoluhisarı'ndaki yalısında oturmuştur.
1707'deki Edirne Vakâsı’nın zuhûru üzerine İstanbul'daki isyan elebaşları bunu isyan mahalline dâvet edip önce İstanbul Kaymakamı ve arkasından vezîriâzam yaparak Edirne
üzerine yürümüşler ve III. Ahmet'in cülûsu üzerine de sadrâzam yaptırmışlardır.
Kavanoz Ahmed Paşa, 88 gün sadârette kaldı.
Azli kararlaştırılınca takdim etmiş
olduğu bâzı telhisleri hakkında îzâhat vermek üzere saraya dâvet edildi. Sünnet Odası’nda pâdişahla görüştükten sonra ders günü olduğu için Sofa Köşkü’nde, şeyhülislamla berâber bulunduğu ve hafta içinde Fenerbahçe'de pâdişâha ziyâfet vereceğini anlattığı sırada silahdar ağa vâsıtasıyla kendisinden Sadâret Mührü alındı ve halefi olan
Moralı Enişte Hasan Paşa * ile gizlice görüştükten sonra hesâbını vermek üzere bostancıbaşı
dâiresinde
tevkif olundu (17 Kasım 1703). 3 gün burada kaldı ve vezirvezirliği de alınarak hazırlanan çektiri (kadırga) ile Sakız Adası'na gönderilerek kendisine bir miktar da has tâyin edildi. Kavanoz Ahmed Paşa, 13 Aralık 1704’te
İnebahtı Muhâfızı Doğramacı Mehmed Paşa'nın
vefâtı üzerine vezirliğinin tekrar verilmesiyle İnebahtı'ya tâyin olundu ve 1705 Eylül'de orada vefât etti.
Silahdar Mehmed Halîfe, Nusretnâme'sinde Kavanoz Ahmed Paşa'yı "Rusiyyül asıl asferüllevn kasirül karne, gerdel kıyâfet, hasud,
hasis, sâhib denaet, tamahkâr, ucûbe-i heykel" diye tavsif etmekte ve Hadîkatü'l-Vüzerâ'da ve ondan naklen Enderun Târihi’nde de kısa boylu, şişman bir şahsı hor görerek
kötülemektedir.
Moralı Dâmad Hasan Paşa (Enişte Hasan Paşa): * ** (1703-1704)
Enderun’dan yetişmiş, IV. Mehmet zamânında silahdar olmuş, II. Süleyman'ın cülûsu üzerine 12 Kasım 1688'de Mısır Beylerbeyliği ile saraydan çıkarılıp az sonra IV. Mehmet'in kızı Hatice Sultan ile
evlenmiştir. Daha sonra Sakız Muhâfızlığına tâyin olunan Hasan Paşa zamânında muhârebe dolayısıyla ada Venediklilerin hücûmuna uğradığından, müdâfaadan âciz kalan muhâfız paşa teslim olmak sûretiyle
Sakız'ı
Venediklilere
teslim etmeye mecbur olmuştur. Bu vaziyet üzerine Edirne'ye getirilen Hasan Paşa Kapı Arası’nda hapsedilip iyice eziyet gördükten sonra 1694 Aralık'ta
affolunarak Azak Muhâfızlığına gönderilmiştir.
Bu sırada II. Ahmet'in yerine geçen II. Mustafa, eniştesi olması
sebebiyle Hasan Paşa'yı rikâb-ı hümâyun kaymakamlığına tâyin etmiş ve az sonra
Halep Beylerbeyi yapmış ise de,
İstanbul Kaymakamlığına nakleylemiş ve arkasından da tekrar rikâb-ı hümâyun kaymakamlığı
yapmıştır.
Enişte Hasan Paşa, Karlofça Antlaşması yapılırken orduda bulunmuş ve daha sonra da diğer vazîfeleri müteâkip
İstanbul'da zevcesi Hatice Sultan ile birlikte Bâb-ı Hümâyun karşısındaki Kaya Sultan kızı Fatma Sultan Sarayı’nda misâfir bulunduğu sırada III. Ahmet tarafından saraya dâvet
olunarak Kavanoz Ahmed Paşa yerine sadrâzam olmuştur (17 Kasım
1703). Hasan Paşa'nın sadâreti Edirne Vakâsı’ndan sonraki karışıklığın devam ettiği zamâna rastladı.
Kendisi, tedbirli ve iş bilir, kurnaz
bir vezirdi.
11 ay devam eden sadâretinde epey temizlik yaparak hükûmette istikrârı yeniden têmin
etti.
Hasan Paşa, Kızlar Ağası Abdurrahman Ağa'nın yerine pâdişah tarafından vâlidesinin
baş ağası Uzun Süleyman Ağa'nın tâyin edileceğini haber aldığından bu tâyini önlemek
istedi. Çünkü Süleyman Ağa daha kızlar ağası olmadan pâdişah üzerinde etkili
olarak vezîriâzamın işlerini bozmakta idi. Hasan Paşa, onun yerine Hazînedar Mehmed Ağa'yı uygun gördü ise de, Süleyman Ağa'nın nüfûzundan
korkan Mehmed Ağa, sadâkat yüzünden keyfiyeti Süleyman Ağa'ya söylediğinden,
Uzun Süleyman Ağa vezîriâzam aleyhinde pâdişâha telkin yapmaya başladı. III. Ahmet,
vezîriâzamın bir kısım işlerinin gareze dayalı olduğunu öğrenmiş olup kızlar ağası
olan Uzun Süleyman Ağa'nın telkinleri de bunu arttırınca değiştirilmesine karar
verdi ve kızlar ağasının tavsiyesiyle yerine Kandiye Muhâfızı Kalaylıkoz Ahmed Paşa'yı getirtmeyi uygun görüp becerikliliğine güvendiği Kayıkçı İbrâhim adında
birisini gizlice Kandiye'ye gönderip İstanbul'a dâvet etti.
Ahmed Paşa geldiği gibi, Hasan Paşa'yı
azlederek Kalaylıkoz'u vezîriâzam yaptı (28 Eylül 1704). Enişte Hasan Paşa, azlini müteâkip zevcesi Hatice Sultan'la berâber bir
müddet İzmit'te oturup 16 Eylül 1707’de Mısır Beylerbeyliğine tâyinle zevcesi sultan İstanbul'a getirtildi. Hasan Paşa daha sonra, yâni 26 Ekim 1709'da
Trablusşam Beylerbeyliğine tâyin olunarak 1712 Ocak'ta
Ruslarla muhârebe dolayısıyla Anadolu'dan sefere asker sürmeye ve eşkıyâ teftişi üzerine mêmur edildi. 1712
Nisan'da Anadolu Vâliliğine tâyin olunan Hasan Paşa, aynı sene 23 Kasım'da merkezi
Urfa olan Rakka Eyâleti’ne naklolundu. Hasan Paşa, 1713 Mayıs’ta orada vefât etti.
Hadîkatü’l-Vüzerâ Zeyli, Enişte Hasan Paşa'yı âkil ve kâmil bir vezir olarak kaydetmekte
olup vefâtında 60 yaşlarına yakındı. Enderun Târihi de mâlumatlı, cesur,
tedbirli ve cömert olduğunu yazıyor. Müverrih Nâimâ da Edirne Vakâsı’na dâir kaleme almış olduğu risâlesinde medh ve senâsında
bulunuyor. Üsküdar Doğancılar'daki Nasûhî Tekkesi'ni Enişte Hasan Paşa yaptırmış olup tekkenin dışında tramvay yolu üzerindeki çeşme de kendisine âittir. Bunlardan başka Antakya'da Bakras civârında Karamorta'daki câmi, imâret ve hanı da Hasan Paşa yaptırmıştır.
Kalaylıkoz Hacı Ahmed Paşa: * (1704-1704)
Kayserilidir. Baltacı Ocağı’ndan yetişti, saray hizmetlerinde
bulundu. Beylerbeyi olarak Cidde’ye gönderildi. Burada yedi yıl kaldı. Daha sonra Van Beylerbeyi, 1688′de kaptanıderyâ oldu. 1690′da azledilerek
Bozcaada Muhâfızlığına gönderildi. Daha sonra Trabzon, Sivas ve Kıbrıs beylerbeyiliklerinde bulundu.
1696′da Trabzon Beylerbeyi iken Azak Kalesi’ni geri almaya mêmur edildi, fakat başaramadı. Bu sebeple
bir süre gizlendi. II. Mustafa devrinde ortaya çıkarak kendisini affettirdi. III.
Ahmet devrinde dostlarının têsiri ile sadrâzam tâyin edildi (1704), yine
beceriksizliğinden dolayı azledildi. Limnni Adası’na
sürüldü.
Tekrar affedilerek birkaç yerde daha beylerbeyilik yaptı.
"Kalaylıkoz" lâkabı, süs ve gösterişi
sevdiğinden dolayı verilmiştir. Aralık 1714'te vefât etmiştir. Sarıklara yeni bir düzen vermek istemesiyle meşhurdur.
Pakçemüezzin Baltacı Mehmed Paşa: * (1704-1706), (1710-1711)
Çorum'un Osmancık İlçesi’ne bağlı, bugün kendi adını taşıyan köyde doğmuştur.
Genç yaşta ilim merakı ile Trablusgarp, Tunus ve Cezâyir'e kadar gitmiştir. Daha sonra İstanbul'a dönmüş ve akrabalarından Hacı Sefer Ağa vâsıtası ile
saraya girmiştir. Burada önce baltacı olmuştur. Güzel sesli
olduğundan mûsıkîye heveslenmiş ve müezzin olup "Mehmed Halîfe" nâmını; temiz yüzlü ve akça-pakça bir insan olduğu
için de "Pakçemüezzin" lâkabını kazanmıştır. Ardından kâtipliğe heveslenen Baltacı Mehmed Paşa, yazıcılığa ve 1703 Aralık ayında mîrahorluğa tâyin edilmiştir.
1704 yılının kasım ayında kaptanıderyâ; 21 Aralık 1704'te de birinci kez sadrâzam olmuştur. 3 Mayıs
1706'da azledilip Sakız Adası'na sürülmüştür. Daha sonra Erzurum Beylerbeyliğine ve Sakız Muhâfızlığına getirilmiştir. 1709 yılının Ocak ayında Halep Beylerbeyliğine atanan Baltacı Mehmed Paşa, 18 Ağustos 1710'da tekrar sadrâzam
olmuş ve serdâr-ı ekrem
sıfatıyla Rus Seferi’ne
çıkmıştır. Prut Savaşı
sırasında, Deli Petro'nun
ordusunun
etrâfını sarmışken, Çariçe I.Katerina'nın araya girmesi üzerine veya isyan belirtileri gösteren yeniçerilere güvenmemesi nedeniyle barışı kabul etmiştir. I. Katerina'nın
Baltacı ile bir ilişki yaşadığı da söylenmektedir. 22 Temmuz 1711'de taraflar
arasında bir antlaşma yapılmıştır. Antlaşmanın imzâlanmasından III. Ahmet de memnun
olmuştu. Ancak ordusunu muhâsaradan kurtaran Çar I.
Petro'nun, vaatlerini yerine getirmemesi, sadrâzama karşı İstanbul'da bir muhâlefet grubunun oluşmasına yol açtı.
Baltacı ile Katerina arasında ne tür bir ilişki kurulduğuna dâir zaman içinde
geniş kapsamlı söylentiler, tartışmalar ve literatür oluşmuştur. Ancak bilimsel
anlamda yapılan araştırmaların, Prut Savaşı sırasında Baltacı ile Katerina arasında bir buluşmanın gerçekleşmediğini ortaya koyduğu
söylenmektedir.
Prut Seferi’nden dönüşünde azledilerek
(20 Kasım 1711) Aralık 1711'de Midilli'ye, daha sonra Temmuz 1712'de Limni Adası’na sürülmüştür. 1712 yılının Temmuz ayında Limni Adası’nda vefât etmiştir.
Ortaköy'de yaptırdığı bir câmi bulunmaktadır.
Çorlulu Dâmad Ali Paşa: * (1706-1710)
1669’da Çorlu’da doğdu. Çorlulu bir çiftçi veya berberin oğluydu. Kapıcıbaşılardan Türkmen Kara Bayram Ağa çok zeki olduğunu anlayıp, evlatlık aldı. Enderun’da yetişti. II. Mustafa zamânında silahdar oldu (1700). Silahdarlığında, bütün saray mêmuriyetlerinin
rütbe ve derecelerini tâyin eden yeni bir nizamnâme vücûda getirdi. Nizamnâmesinde, kendi makâmını da Enderûn-ı Hümâyun’un
en büyük zâbitliği
derecesine çıkardı. Sarayda
pâdişahla sadrâzam arasındaki haberleşmeyi dârüssaâde ağaları yerine getirirken, bu
hizmeti de silahdar ağanın yapmasını karara bağladı.
1703'te silahdarlıktan alınıp, Kubbe vezirliği ile saraydan
uzaklaştırıldı. Önce sadâret kaymakamlığına, III. Ahmet'in tahta çıkmasından sonra da Halep Beylerbeyliğine tâyin edildi. Aynı sene dördüncü Kubbe vezirliğine tâyin
olunan Ali Paşa, 1704'te Trablusşam Beylerbeyliğine getirildi. İki ay sonra tekrar Kubbe vezirliğine
getirildi.
1705'te Baltacı Mehmed Paşa'nın sadâretten azli üzerine sadrâzam oldu. Poltava Savaşı’nda Ruslara yenilen Demirbaş Şarl'ı desteklemesi ve Osmanlı Devleti’ni harbe sürüklemesi
üzerine, sadrâzamlıktan azlolundu ve Midilli’ye sürgüne gönderildi (1710). 1711'de burada îdam edildi. Ali Paşa, servetini hayırlı eserlere harcamış olup,
câmi, çeşme, dârülhadis, kütüphâne, tekke,
imâret, hamam, şadırvan yaptırmıştır.
İstanbul Çemberlitaş’taki medresesi çarşı olarak kullanılmaktadır.
Köprülüzâde Dâmad Numan Paşa: * (1710-1710)
Köprülü Fâzıl Mustafa Paşa *’nın büyük
oğludur. Demirkapılı Fâzıl Süleyman, Kayserili Hâfız Ahmet Efendi gibi çağının
önde gelen âlimlerinden ders aldı. Babasının ölümünden sonra bir süre Köprülü Âilesi’nin vakıflarını yönetti.
1696’da İkinci Avusturya Seferi’ne katıldı. 1700’de Pâdişah II. Mustafa’nın kızı Ayşe
Sultan’la nişanlandı; altıncı vezir olarak Dîvân-ı Hümâyun'a
girdi. Bu târihten başlayarak Erzurum ve Anadolu beylerbeyiliklerinde bulundu. II. Mustafa’nın tahttan indirilmesine yol açan Edirne Vakâsı’ndan
(1703) sonra iki kez Eğriboz, iki kez Kandiye Muhâfızlığı yaptı. 1710’da Ayşe
Sultan’la evlendi ve beylerbeyi olarak Bosna’ya tâyin oldu. Ancak sonra
Bosna’ya gönderilmeyerek Belgrad Muhâfızlığına tâyin edildi. Köprülülerin silsile hâlinde memleket idâresindeki ve de Numan
Paşa’nın vilâyetlerdeki başarıları dolayısıyla halk tarafından sadâreti arzu edilmekteydi.
Numan Paşa hakkındaki düşünceleri pâdişah da duymuştu. Bunun
üzerine Sadrâzam Çorlulu Ali Paşa’nın azledilmesiyle Numan Paşa 11 Haziran 1710’da sadrâzamlığa getirildi. Bu görevde yeterince etkili olamadığı ve
adamlarının yolsuzluklarının önüne geçemediği gerekçesiyle iki ay sonra
görevden alınarak Eğriboz Muhâfızlığına gönderildi.
1714’te Karadağ’daki
ayaklanmayı bastırmakla görevlendirildi. 1715’te Belgrad Muhâfızı, 1716’da Kıbrıs Beylerbeyi oldu. Üç ay sonra bu görev de sorumluluğunda kalmak üzere
yeniden Bosna Serdarlığına gönderildi. Pasarofça Antlaşması’na kadar (21 Temmuz 1718) kaldığı bu sürede Avusturyalıların Bosna’ya yaptıkları saldırıyı durdurmakta ve Zvornik kuşatmasının kaldırılmasında büyük yararlılıkları görüldü. Kendi
isteği üzerine yeniden Girit’e gönderildiyse de, adaya geldiğinden kısa bir süre sonra
hastalandı ve Kandiye’de öldü. Cenâzesi İstanbul’a getirilerek Dîvanyolu’ndaki Köprülüler Türbesi’ne
defnedildi.
Numan Paşa dürüst, ağır başlı, riyâ
bilmez, doğruluktan ayrılmaz bir insandı. De Ferriol, onun sadrâzamlıktan çok şeyhülislamlığa yakıştığını yazmaktadır.
Silahdar İbrâhim Ağa’nın naklettiğine göre, III. Ahmet Numan Paşa’nın geldiğini
haber alınca dizlerindeki ipek yorganı bir şal
yorgan ile değiştirir, onun hazır olduğu bir mecliste âdap ve vakar üzere
otururdu.
Vâlilikte bulunduğu yerlerde, düşmanlar kendisinden “Hoca Paşa”
diye bahsederlerdi. Mêmuriyetine âit haslardan hiçbir şey almaz, bütün masraflarını
babasından kalan mülklerinin geliri ile karşılardı.
Numan Paşa ölümünde elli yaşını bile
doldurmamıştı, fakat çok vilâyet ve sancak gezmiş olduğundan, eyâlet
idâresinde oldukça tecrübeliydi. Bilhassa kelam ve hadis ilminde çok derin bir ihtisâsı vardı. Hz. Peygamberin
hayatları ile İmam Sehl bin Abdullah Tüsterî’nin nutuklarını toplayarak birer eser yazmış ve bir de
mantık kitabı kaleme almıştır.
Kendisinden bir sene sonra vezir olan ve Şeyhülislam Feyzullah Efendi’ye dâmat olan Abdullah Paşa
ile 1718’de aynı rütbeyi elde eden ve zamânın değerli bir şâiri olan Esad Paşa, Numan Paşa’nın küçük
kardeşleriydi.
Gürcü Ağa Yusuf Paşa: * (1711-1712)
İstanbul’daki düşmanları tarafından, çarı elden kaçırmakla suçlanan
Baltacı Mehmed Paşa görevden alındı;
yerine Gürcü Yusuf Paşa vezîriâzam oldu (20 Kasım 1711).
III. Ahmet'in îdam ettirdiği ikinci vezîriâzamdır.
Doğum yeri ve târihi bilinmemektedir.
Yeniçeri Ocağı’nda
yetişmiştir. Osmanlı Ordusu’nda ve sancaklarda muhtelif görevlerde bulunduktan sonra 1710 senesinde yeniçeri ağalığına tâyin edilmiştir. Yeniçeri ağası olarak 1711’de Prut Savaşı’na
katılmıştır. Bu savaşta
göstermiş olduğu başarılar ile ün yapmıştır. Prut Antlaşması ile sonuçlanan bu
savaş sonrasında, Pâdişah III. Ahmet seferin sonuçlarından memnun kalmadığı için Baltacı Mehmed
Paşa’yı sadrazamlıktan
almış ve yerine Yusuf Paşa’yı sadrâzam tâyin etmiştir. Fakat sadrâzam
değişikliği gizli tutulmuş, Osmanlı Ordusu Edirne’ye geldiğinden, Kapıcılar Kethüdâsı Türk Mehmed Ağa
tarafından Sadrâzamlık Mührü ve hatt-ı hümâyun Yusuf Paşa’ya
ulaştırılmıştır. Yusuf Paşa da sadrâzam olarak orduyu İstanbul’a getirmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun 133. sadrâzamı olan
Yusuf Paşa, 11 ay 22 gün bu makamda kalmıştır.
Sadrâzamlığı döneminde, Ruslar ile yeni bir anlaşma imzâlanmış ise de Ruslar bu anlaşmaya riâyet etmemişlerdir. Bunun üzerine Pâdişah III. Ahmet tekrar bir Rus Seferi düzenlemek istemiştir. Yusuf Paşa ise ordunun yorgun ve hazırlıksız olduğunu savunarak yapılmak istenen sefere karşı çıkmıştır. Bu gelişmeler sonrasında Aralık 1712’de görevden alınmış ve Rodos Adası’na gönderilmiştir. Yusuf Paşa, 1714 senesinde Rodos Adası’nda îdam edilmiştir. Îdam edilmesinde rakiplerinin büyük etkisi olmuştur. Rodos’ta bir mezarı olduğu gibi, İstanbul Aksaray semtinde de kabri bulunmaktadır. Ayrıca Aksaray’da bir okul ve çeşme yaptırmıştır. Yusuf Paşa Sıbyan Mektebi olarak bilinen bu okul bir dönem, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde Yusuf Paşa Halk Kütüphânesi olarak da hizmet vermiştir.
Sadrâzamlığı döneminde, Ruslar ile yeni bir anlaşma imzâlanmış ise de Ruslar bu anlaşmaya riâyet etmemişlerdir. Bunun üzerine Pâdişah III. Ahmet tekrar bir Rus Seferi düzenlemek istemiştir. Yusuf Paşa ise ordunun yorgun ve hazırlıksız olduğunu savunarak yapılmak istenen sefere karşı çıkmıştır. Bu gelişmeler sonrasında Aralık 1712’de görevden alınmış ve Rodos Adası’na gönderilmiştir. Yusuf Paşa, 1714 senesinde Rodos Adası’nda îdam edilmiştir. Îdam edilmesinde rakiplerinin büyük etkisi olmuştur. Rodos’ta bir mezarı olduğu gibi, İstanbul Aksaray semtinde de kabri bulunmaktadır. Ayrıca Aksaray’da bir okul ve çeşme yaptırmıştır. Yusuf Paşa Sıbyan Mektebi olarak bilinen bu okul bir dönem, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde Yusuf Paşa Halk Kütüphânesi olarak da hizmet vermiştir.
Bahadır ve cesur bir kişiliğe sâhip
olmasına rağmen Yeniçeri Ocağı’nda görev yapmasından dolayı bürokrasi ve siyâsî işlerde pek bilgi sâhibi
değildir. Yeniçeri ağalığından sadrâzamlığa yükseldiği için “Ağa Yusuf Paşa” unvânıyla tanınmıştır. Sözünü ve
kanaatini saklamayan bir devlet adamıdır. Pâdişahla ters düşmesinin sebebi de
bu olmuştur. Yusuf Paşa’nın ayrıca Türkçeyi iyi konuşamadığı da kaynaklarda
belirtilmiştir. Günümüzde, İstanbul Aksaray semtinde kendi adıyla anılan otobüs
ve tramvay durağı vardır. Bundan dolayı her gün binlerce İstanbullunun dilinde
Yusuf Paşa adı anılmaktadır.
Silahdar Köle Süleyman Paşa: * (1712-1713)
Dârüssaâde Ağası Yusuf Ağa'nın Abaza kölesidir. Onun tarafından saraya verilerek yetişmiştir. III. Ahmet zamânında silahdar olmuş ve 1705 Ocak’ta
vezirlikle saraydan çıkarak Halep Beylerbeyi tâyin edilmiştir. Daha
sonra Ağrıboz Muhâfızlığında ve Kıbrıs Vâliliğinde ve Kubbe vezirliğinde bulunmuş olan Süleyman Paşa 1709 Eylül'ünde tevkîî olmuş ve bu sırada sadâret değişimi dolayısıyla
yeni sadrâzamın gelmesine kadar vazîfesine ilâveten rikâb-ı hümâyun kaymakamlığında bulunmuştur.
Yusuf Paşa'nın azlinden sonra, saraydan
yetişerek pâdişâhın ahlak ve meşrebine vukûfu dolayısıyla Silahdar Dâmad Ali Paşa'nın tavsiyesiyle sadrâzam oldu (12 Kasım
1712). Bu sırada İsveç Kralı’nın memleketine dönmesi işi halledilecekti. Kralın hareketi için istediği şeyler verildiği hâlde XII. Karl bahâneler
göstererek gitmiyordu. Bunun bu hâline kızan sadrâzam, meseleyi şeyhülislamla görüştü; şâyet kral gitmemekte inat ederse huduttan
içeriye memleket dâhiline alınmasına karar verilip bu hususta Kırım Hânı Devlet Giray ile Bender seraskerine emir verdi. Filhakîka gitmemekte ısrar eden İsveç Kralı huduttan
zorla alınarak Edirne civârında Dimetoka'ya nakledildi ise de, devletin misâfiri hakkında yapılan bu
lâyıksız muâmele dedikoduya neden olduğundan hem sadrâzam ve hem de Kırım Hânı ve şeyhülislam azledildiler.
Süleyman Paşa'nın yerine Dâmad Ali
Paşa'nın tavsiyesiyle "İbrâhim Hoca" diye meşhur olan İbrâhim Paşa vezîriâzam oldu (4 Nisan 1713).
Süleyman Paşa azlini müteâkip kaptan paşa oldu, sadâreti zamânındaki
haslarından
ve zulmen elde ettiği iddiâ edilen paralardan dolayı kendisinden sefer iâşesi olarak 80 kese Akçe istendi. Süleyman Paşa, bu istenilen parayı tamâmen hazîneye veremediği için kaptan paşa olmasından sekiz ay sonra
azlolunarak İstanköy Adası’na sürüldü (Kasım 1713). Süleyman Paşa adaya gitmesini
müteâkip derhâl Girit Vâliliğine tâyin edilmiş ve oradan da
4 Ekim 1714 senesinde Rodos Adası’na naklolunmuş ise de, adaya gelir gelmez orada ikâmete
mêmur edilerek 1715 Ekimde katline ferman gönderilerek kesilen başı rikâb-ı hümâyuna yollanmıştır. O zamanlar hayatta olan Fındıklılı Mehmed Halîfe,
katlinin sebebinin bilinmediğini yazıyor. Sadâreti beş ay kadar olup İstanbul'da Dîvanyolu'nda bir muallimhânesi ile bir de hanı vardır. Bunun katlinde de Dâmad Ali Paşa'nın parmağı
vardı.
Kel Hoca İbrâhim Paşa: * (1713-1713)
Osmanlı Donanması'nda donanma hocası olarak görev yaptı. Kayıkçılıkla meşgul iken sırasıyla, kalyon kaptanı,
riyale kaptanı,
patrona kaptanı
ve sonunda kaptanıderyâ oldu. Sadrâzamlık görevinin başında Silahdar Dâmad Ali Paşa'yı öldürterek nüfûzundan kurtulmak isterken, III. Ahmet'in
durumdan haberdar olmasıyla boğdurularak öldürüldü ve servetine el konuldu.
Silahdar Dâmad Ali Paşa: * (1713-1716)
İznik Gölü kıyısındaki Sölöz köyünde mukîm Hacı Hüseyin Ağa'nın oğludur. II. Ahmet
devrinde Enderûn'a, oradan da Silahdar Ocağı’na alındı. Pâdişah II. Mustafa'nın gözüne girmesi sâyesinde
tarafından saray teâmülüne aykırı olarak Has Oda'ya alındı ve akabinde pâdişâhın sır kâtibi oldu. III. Ahmet'in beş yaşındaki kızı Fatma Sultan ile nişanlandı
ve ikinci vezir rütbesiyle saraydan çıktı. Pâdişâha yakınlığı sâyesinde sadrâzamların idâresine têsir edebilmeyi başaran Ali Paşa, sadâret makâmına getirildi.
Bu makamdaki ilk başarısı, İngiltere ve Hollanda devletlerinin de tavassutuyla Ruslarla anlaşıp Prut Antlaşması'nı yeni esaslara göre belirlemek oldu.
Sadrâzamlığı başlangıcında 1699
Karlofça Antlaşması ile Venediklilerin eline geçen Mora sorunları ile uğraşmıştır. Venedikliler bu anlaşma
hükümleri tamâmen ihlal ederek Karadağ'daki isyânı teşvik edip isyancılara yardım edince ve İstanbul-Mısır seferleri yapan Osmanlı ticâret ve Hac gemilerine saldırınca
Venedik'e karşı yeni bir savaş başlatmıştır.
Komutası altındaki ordu Venediklileri Mora'da yenilgilere uğratmış; altı hafta içinde
Korint, Anapoli, Modon, Koron ve Navarin kaleleri
de dâhil olmak üzere tüm Mora Yarımadası fethedilmiş, ayrıca
Girit fethedildikten sonra hâlâ Venediklilerin elinde kalan Suda ve Spinalonga kaleleri
de Türk Donanması’nın
da katkısıyla zapt edilmiş, böylece tüm Mora ve Girit Venediklilerden temizlenmişti.
Mora'nın yeniden fethedilmesi başarısından sonra komutasındaki
Osmanlı Ordusu kuzeye Avusturya'ya karşı sefere geçmiştir. Sadrâzamın serdarlığı altındaki Osmanlı Ordusu Petervaradin Savaşı'nda Savoy Prensi Eugen komutanlığı altındaki Avusturya ordusuna
yenik düşmüş ve Silahdar Dâmad Ali Paşa bu savaşta askerlerine cesâret vermek
isteyip cephenin ön saflarına ilerleyince alnından vurularak hayâtını
kaybetmiştir. Bu nedenle târihte "Şehit Ali Paşa" adı ile anılır olmuştur. Sadâreti döneminde ilmiyye sınıfında ıslahatlar yaptı, çocuk yaşta olanlara müderrislik unvânı verilmesini yasakladı. Mısır'a köle olarak getirilen zenci Habeşîlerin gayri insânî olan hadım edilmelerini kaldırdı. Zeâmet müessesesinde reformlar yaptı. Döneminde ayrıca, İzmir'e bir sabunhâne, İznik'te doğduğu köyde ve Mora'da fethettiği Anapoli'de birer câmi ve İstanbul'da bir kütüphâne yaptırttı.
Hacı Halil Paşa: * (1716-1717)
Büyük birâderi Sinan Ağa bostancıbaşı iken bu da Bostancı Ocağı’na kaydedilmiştir. Birâderinin vefâtından sonra 1694'te şatırlar kethüdâlığı ile Bağdat Beylerbeyi Kalaylıkoz Ahmed Paşa'ya intisap etmiş ise de, sonra tekrar ocağına dönerek bostancıbaşı
olmuştur.
Halil Ağa bu hizmette dört buçuk sene
kalmış ve bu sırada, yâni Dâmad Ali Paşa sadâretinde, Avusturya ile muhârebe ihtimâli arttığından
11 Ocak 1716'da mütesellim göndermek şartıyla beylerbeyilik ile Erzurum Beylerbeyliğine tâyin edilerek Niş Kalesi'nin tâmiri için acele o tarafa gönderilmiş ve daha sonra
Belgrad Muhâfızlığına tâyin olunmuştur. Varadin Muhârebesi’ndeki mağlûbiyet ve Dâmad Ali Paşa'nın şehâdeti üzerine
Halil Paşa ordu erkânının ittifâkıyla serdâr-ı ekrem seçilerek bu intihab pâdişah tarafından tasdik
olunup Mühr-i Hümâyun
gönderilmiş ve bu sûretle sadrâzam ve serdâr-ı ekrem
olmuştur (1716 Ağustos).
Yeni serdâr-ı ekrem ertesi sene, 1717
Haziran'da cepheye hareket edip Belgrad önünde mağlup olduğundan (1717 Ağustos), Niş'e çekilmiştir. Bu mağlûbiyet dolayısıyla ordu erkânı mesûliyeti
Halil Paşa'ya yükleyerek kendisine yakışıksız sözlerle hakâret etmeleri üzerine
makâmında kalmasına imkân olmadığından orduda bulunan vezirlerden Nişancı Mehmed Paşa sadrâzam ve serdâr-ı ekrem
olmuştur (1717 Ağustos).
Halil Paşa'ya azlini müteâkip Selânik Sancağı verilerek o tarafa
gönderilmiş ve arkasından tuğ ve sancağı alınarak bütün
mallarının ve yanındaki âlât ve mühimmâtının müsâderesiyle Sultâniye Kalesi’nde oturması emrolunduktan başka, katli için de sâbık
Çavuşbaşı İsmâil Ağa mêmur edilmiştir. İsmâil Ağa elindeki fermanla doğruca Selânik Mahkemesi’ne varıp ileri gelenleri oraya
celp ederek fermânı okutmuş ise de, Halil Paşa vaziyetten haberdar olarak kıyâfetini
değiştirerek akşam karanlığından istifâde ile kaleden çıkıp İstanbul'a gelmiş, bostancı hasekilerinden Kirli Kâsımoğlu Abdi Haseki'nin evinde saklanmıştır.
Bir müddet sonra ev sâhibinin hizmetkârı Bekir adındaki bostancı, Halil
Paşa'nın yerini vezîriâzam kethüdâsına ve onun da vezîriâzama haber vermesi üzerine Halil Paşa yakalanmış ise de, bâzı
devlet adamlarının şefâatleriyle öldürülmeyerek Midilli Adası’na
sürgün edilmiştir (7 Haziran 1720).
Halil Paşa aynı sene 17 Ağustos’ta Ömer
Paşa'nın yerine Boğazhisarı Muhâfızlığına tâyin olundu. Halil Paşa,
kendisini evinde saklamış olan Abdi Haseki'nin iyiliği nedeniyle onu kendisine kethüdâ yapmış ise de, bunun halka karşı mezâlimi şikâyet
edildiğinden katledildiği gibi, Halil Paşa'nın vezirliği alınarak Limni veya Midilli'de ikâmete mêmur edilmiştir (22 Kasım 1720).
Halil Paşa menfasında (sürgün yerinde)
yedi sene kaldı ve Aralık 1727’de Karlıeli Sancağı ile berâber Ağrıboz Muhâfızlığı’na ve daha sonra yâni 1728 Ocak’ta Girit Vâliliğine ve 1728 Ağustos'ta Hanya Muhâfızlığına ve 1733 Haziran’da tekrar Girit Vâliliğine tâyin edilmiş
ve aynı senede orada vefât etmiştir.
Sadâreti bir seneden biraz ziyâde olup
ölümünde yaşı seksene yakındı. Ağır başlı, güler yüzlü, derviş meşreb bir vezir olup sadâreti idâreye
kudreti yoktu. Bilhassâ muhârebe zamânında orduordunun sevk ve idâresinden âcizdi. Kendisinin ordu erkânı
tarafından serdar vekâletine intihâbı dolayısıyla pâdişah, beylerbeyi rütbesinde
iken sadrâzam tâyin
eylemek sûretiyle ordunun intihâbını kabul eylemişti. Kendisinin sadâret ve serdâr-ı ekremliği zamânında azil ve nasb işleri Reisülküttab Süleyman Efendi'nin elinde olduğundan Halil Paşa'nın azli
üzerine Süleyman Efendi de sürgün edilerek harp imdâdiyesi olarak kendisinden epey para sızılmak sûretiyle
ölümden kurtulmuştur.
Tevkîî Nişancı Mehmed Paşa (Kayserili Mehmed Paşa) : * ** (1717-1718)
Ticâretle Mısır'a adını salan Hacı Ali adında Kayseri'nin Erkilet köyünden birinin oğludur. Bâzı küçük hizmetlerde bulunduktan
sonra İstanbul’a gelmiş, Halep Beylerbeyliğine tâyin olunan Abaza Süleyman Paşa'nın emrinde çalışmıştır. Efendisi sadâret kaymakamı ve sonra da sadrâzam ve kaptan paşa olduğu zamanlarda
onun kethüdâlığını yapmış, Süleyman Paşa Kandiye Muhâfızı olunca kethüdâlıktan istifâ eylemiştir. Şehit Ali Paşa'nın sadâreti esnâsında rikâb-ı hümâyunda sipâhî ağalığı vekâletinde bulunarak
1716'da Varadin Seferi'ne
yetiştirmek üzere Dukakin Sancağı’ndan yaya asker yazmaya mêmur
edilerek ve bu sırada Mevkufatçı İbrâhim Efendi ile tanışarak dost olmuştur.
Mehmed Efendi, Dukakin'den tedârik ettiği askerle orduya geldiği zaman Varadin mağlûbiyeti olup Ali Paşa şehit düşmüştü. Fakat bunun
hizmeti takdir olunarak kendisine Halep muhassıllığı verilmiştir. Mehmed
Efendi, Halep'e
giderken Edirne'ye uğramış ve dostu İbrâhim Efendi, o sırada vezirlikle rikâb-ı hümâyun kaymakamı olduğu için kendisini Halep'e göndertmeyerek kapıcılar kethüdâlığına tâyin ettirmiş ve dört ay sonra da vezirlikle nişancı yaptırmıştır (1717 Şubat). III. Ahmet muhârebe dolayısıyla orduda emin
ve muktedir birisinin bulunarak vezîriâzamı idâre ve teşvik etmesini arzu ettiğinden, aynı sene içinde
Nişancı Mehmed Paşa ordu ile cepheye hareket etmiştir. Belgrad önündeki mağlûbiyet netîcesinde ordunun Niş'e çekilmesi üzerine Hacı Halil Paşa'nın yerine kimin sadrâzam yapılması düşünüldüğü
sırada pâdişah, Rikâb-ı Hümâyun Kaymakamı Dâmad İbrâhim Paşa'yı tâyin etmek isteyerek ısrar
etti ise de, böyle pek nâzik bir zamanda mesûliyeti üzerine almak istemeyen İbrâhim
Paşa, bu sırada rikâb-ı hümâyunda bulunmasının daha iyi olacağını arz eylediğinden, orduda
bulunan Nişancı Mehmed Paşa sadrâzam ve serdâr-ı ekrem tâyin edilmiştir (1717 Ağustos).
1718'de ordunun cepheye hareketi esnâsında
Avusturya ile sulh müzâkeresine Sadâret Kaymakamı Dâmad İbrâhim
Paşa'nın têsiriyle III. Ahmet muvafakat etmiş ise de, Vezîriâzam Mehmed Paşa,
sulhe karşı olduğu için tebdîli îcap eylemesi üzerine Dâmad İbrâhim Paşa o
mevkie getirilmiştir (10 Mayıs 1718).
Mehmed Paşa azlini müteâkip aynı sene
ve aynı ay ortalarında Venediklilerin eline geçmiş olan Preveze ve Dubniçe kalelerini
geri almak için Yanya Sancağı ile Narda seraskerliğine tâyin olunmuş ise de, orada seraskerliği îcap ettirecek bir iş olmadığından 1718 Eylül’de
Tırhala
ve Niğbolu
sancakları ile Niş muhâfızlığına tâyin olunmuştur.
1719'da Van Beylerbeyliğine tâyin edildi. Fakat bu sırada Kandiye Muhâfızı Köprülüzâde Numan Paşa'nın vefâtı dolayısı ile aynı senede (Şubat) Kandiye Muhâfızlığına
gönderildi ve daha sonra Mısır Beylerbeyi oldu. Kısa bir
kesinti ile Mısır Beylerbeyliğinde altı seneden ziyâde kaldı. Burada serkeşleri temizlemek sûretiyle
istikrârı têmin eyledi.
1728 Temmuz'da Ebu Bekir Paşa ile
becâyiş sûretiyle Cidde Vâlisi oldu ve oraya
gittikten az sonra 1728'de vefât ederek Cennetü’l-Muallâ'ya defnolundu.
Sadâreti dokuz aya yakın olup ölümünde altmış yaşlarında idi. Orta
derecede bir kâbiliyeti vardı. Nusretnâme, "Ermeni Mehmed Paşa" diye tezyif etmekte,
pâdişâhın
bunun yalancı şöhretine ve kibirliliğine tahammül edemediğini ve sulhe aleyhtar
olduğunu söyleyerek bundan dolayı azledildiğini yazmaktadır. III. Ahmet zamânında
İngiltere elçisi
Montegü'nün zevcesi bunun konağına giderek hanımıyla
görüşmüş olup konaklarının debdebesiz ve hayatlarının mütevâzı olduğunu beyan
ediyor.
Nevşehirli Dâmad İbrâhim Paşa: * (1718-1730)
İsmi Lâle Devri ve Nevşehir ile özdeşleşmiş ünlü Osmanlı devlet adamıdır. Enderûn-ı Hümâyun’dan, yâni Osmanlı saray üniversitesinden
yetişen sadrâzamların on üçüncüsü ve Osmanlı sadrâzamlarının yüz yirmincisidir.
İzdin Voyvodası Ali Ağa’nın oğlu olan İbrâhim Paşa, Nevşehir'de dünyâya geldi. İş bulmak için İstanbul'a gelmiş ve Eski Saray Masraf Kâtibi
Mustafa Efendi’nin delâletiyle (tavsiyesiyle) 1689'da sarayın Helvacı Ocağı’na, daha sonra sarayın Baltacılar Ocağı’na kaydolmuştur. İbrâhim Efendi hizmetleri ile zamanla
yükselip dârüssaâde ağasının yazıcı halîfesi
olarak pâdişâhın bulunduğu Edirne'ye gitti. Şehzâde Ahmet'in pâdişah olmasından sonra
1703'te dârüssaâde ağası yazıcılığına tâyin edildi. Bu vazîfedeyken
pâdişâhın îtimat ve teveccühünü kazandı. Ancak sadrâzam olan Çorlulu Ali Paşa onu Edirne'ye gönderdi.
1715'te Mora Seferi’ne çıkan Vezîriâzam Silahdar Dâmad Ali Paşa, İbrâhim Efendi'yi mevkufatçılıkla berâberinde götürdü. Buranın alınmasından sonra da
tahrir (kâtiplik) işi ile vazîfelendirildi.
İbrâhim Efendi, Avusturyalılarla yapılan Petervaradin Savaşı’nda bulundu. Mağlûbiyetten sonra vaziyeti pâdişâha arz
etmek üzere bir arîza ile ordu tarafından Edirne'ye gönderildi. III. Ahmet çok güvendiği İbrâhim Efendi'yi
geri göndermeyerek birinci ruznâmeci yaptı. Birkaç gün sonra da sadâret kaymakamlığına tâyin etti.
İbrâhim Paşa, 1717'de Şehit Silahdar Dâmad
Ali Paşa'nın ölümüyle dul kalmış bulunan III. Ahmet'in kızı Fatma Sultan’la nikâhlanarak
dâmat oldu. İbrâhim Paşa’nın teşebbüsleri sâyesinde
Avusturyalılarla barış yapılmasının kararlaştırılmasından sonra, vezîriâzamlığa getirilerek Avusturya ile Pasarofça Antlaşması'nı imzâladı. Aynı yıl Venediklilerle de barış yapıldı.
İbrâhim Paşa’nın on üç yıl süren sadrâzamlığı zamânında İran ile bir kez savaş yapıldı. Ancak
oluşturulan genel barış ortamında devlet bir huzur dönemine girmiştir. Lâle,
Çırağan, Sâdâbâd ve diğer mesîrelerde, helva sohbetleri düzenlenmesi de bu
dönemde oldu. Bunun yanı sıra ilk matbaanın têsisi ve sanâyi müesseselerinin
kurulması onun gayretleri ile gerçekleşti.
İbrâhim Paşa, Patrona Halil İsyânı’nda âsîler tarafından kafası kesilerek öldürüldü. Devlet işlerine
vakıf, düşünceli, mutedil, kadirşinâs, kâbiliyetli insanların kadrini bilen bir
devlet adamıydı. Pâdişâhın teveccühünü kazanmakla ve bütün işleri eline almakla
şımarmamış, kendisine fenâlık yapanlara dahi iyilikte bulunmuştur. Bilinmeyen
yönlerinden biri Melâmî olmasıdır.
Dâmad İbrâhim Paşa'nın hayır eserleri
oldukça fazladır. Bunların başında, zevcesi Fatma Sultan’la berâber İstanbul'da Şehzâde Câmii yakınında
yaptırdıkları dershâne (dârülhadis), talebeye mahsus odalar, sebil, kütüphâne gelir. İstanbul'un muhtelif yerlerinde çeşme, sebil ve mesîre yerleri yaptırmıştır. Ayrıca doğum yeri olan ve o târihte
Niğde'ye bağlı olan Muşkara köyünü, başka yerlerden ahâliyi getirip, aşîretleri iskân ile burayı kazâ yaptı ve kasabayı sur
ile genişletti. Muşkara adını kaldırıp Nevşehir diye adlandırdığı bu yerde iki câmi, bir medrese ve medrese talebesiyle fakir halk için imâret yaptırdı. İstanbul'da kitap satan esnafta bulunan nâdîde kitapların, ucuz
fiyatla satın alınarak Avrupa'ya gönderildiğini öğrenen İbrâhim Paşa, bu eserlerin
yurt dışına çıkışını yasaklayıp kütüphâneler têsis etti. Ayrıca İstanbul'da bir
çini fabrikası ve çuha fabrikasının yanında hatayî kumaş fabrikasının têsisi, İbrâhim Paşa'nın gayret
ve çalışmalarıyla olmuştur. Lâle Devri ile başlayan park ve bahçecilik de bu gayretli sadrâzam sâyesinde
gerçekleşti. Ancak 1730 yılındaki Patrona Halil İsyânı ile yakılıp yıkılan
bu bahçelerin benzerleri daha sonra Avrupa'da görüldü.
Silahdar Dâmad Mehmed Paşa: * (1730-1731)
Kavaf esnafından "Hantal" lâkabı ile
tanınan birinin oğludur. Enderûn’a girdikten sonra, Kiler Odası'nda yetiştirildi. Has Oda'da kiler kethüdâsıyken, 1723’te silahdâr-ı şehriyârî oldu. 1728’de, III. Ahmet’in 9 yaşındaki kızı Ayşe Sultan’a
dâmat adayı oldu ve Kubbealtı vezirliğine atandı. Nevşehirli Dâmad İbrâhim Paşa’nın öldürülmesi üzerine, 1 Ekim 1730’da sadrâzamlığa atandı. Ancak bir gün sonra, III. Ahmet’in tahttan ayrılması üzerine, görevine son verilmek istendiyse de I. Mahmut, onu makâmında
bıraktı.
Sadrâzamlığı sırasında, Patrona Halil ve adamlarını ortadan kaldırıldı. 22 Ocak 1731’de
görevinden alındı ve Halep Beylerbeyliğine gönderildi. 1733’te Diyarbakır, 1733’te ikinci kez Halep ve Sayda, 1735’te Bağdat beylerbeyiliklerinde bulundu. 1736’da Anadolu Beylerbeyi oldu. Aynı yıl
yeniden Halep Vâliliğine getirildi ve burada öldü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapabilirsiniz.