ABDÜLMECİT
Otuz Birinci Osmanlı Sultânı
Babası: II. Mahmut
Annesi: Bezmiâlem Sultan
Doğum Târihi: 25 Nisan 1823
Vefât Târihi: 25 Haziran 1861
Saltanat Müddeti: 29 Mayıs 1807 - 28 Temmuz 1808
Osmanlı Devleti'nin son dört pâdişâhının hepsinin babasıdır. Ayrıca en çok sayıda “oğlu pâdişahlık
yapmış olan” pâdişahtır.
Batı kültürüyle
yetiştirilmiştir. İyi Fransızca konuşur ve Batı müziğinden hoşlanırdı. Babası II. Mahmut gibi yenilik yanlısıydı. Babasının vefâtı üzerine tahta çıktı. I. Abdülmecit'in
tahta çıkışı sevinç uyandırmıştı. Tâlihi, Mustafa Reşid, Mehmed Emin Âlî Paşa,
Fuat Paşa * gibi devlet adamlarına rastlamasıydı. Saltanâtı sırasında en çok tutucuların muhâlefetiyle karşılaştı. Aracısız
halkın dertlerini halkın kendi ağzından dinleyen ilk pâdişahtır. Kendinden
sonra pâdişahlık makâmına ulaşan dört oğlu ile ilginç bir babadır.
Tanzîmat Fermânı Sultan Abdülmecit'in zamânında îlan edildi. Tanzîmât'ın
uygulamasında karşılaşılan güçlükleri yerinde görmek amacıyla yurt gezilerine
çıktı. 1844'te İzmit, Mudanya, Bursa, Gelibolu, Çanakkale, Limni, Midilli, Sakız'ı ziyâret etti; 1846'da Silistre'ye kadar uzanan bir Rumeli gezisi yaptı. Her yıl
Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye'yi bir nutukla açması, onun Meşrûtiyet düzenine yakınlığını
gösterir.
Abdülmecit, babası gibi tüberküloza
yakalanmıştı. Ihlamur Köşkü'nde öldüğünde (25 Haziran 1861) 39 yaşındaydı. Fâtih'te Sultanselim semtinde Yavuz Selim Câmii hazîresinde
Sultan Abdülmecit Türbesi'ne defnedildi.
Saltanâtı Dönemindeki Önemli Olaylar
1 Temmuz'da (1839) tahta çıktığında;
Mısır sorunu Nizip yenilgisiyle (24 Haziran 1839) çıkmaza girmiş durumdaydı. Babasının cenâze
töreni sırasında Başvekil Mehmed Emin Rauf Paşa'dan pâdişâhın mührünü zorla alan, Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye Reisi Koca Mehmed Hüsrev Paşa, kendisini sadrâzam îlan ettirdi (2
Temmuz 1839).
Henüz Nizip bozgunundan haberi olmayan pâdişah, sorunu çözmek için orduya ve donanmaya harekâtı durdurmaları için emir gönderdi. Mısır Beylerbeyi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'yı bağışladığını ve anlaşmak istediğini bildirmek üzere
Köse Âkif Efendi'yi Mısır'a
yolladı. Bu arada düşman saydığı Hüsrev Paşa'nın sadârete gelmesinden korkan Kaptanıderyâ Ahmed Fevzi Paşa,
donanmayı Mısır'a götürüp, Mehmed Ali Paşa'ya teslim etti (3 Temmuz 1839).
Nizip yenilgisinin haberi İstanbul'a ulaştı. İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya, verdikleri ortak bir notayla Mısır sorununun kendilerine
danışılmadan çözülmemesini istediler (27 Temmuz 1839). Bu nota kabul edildi.
Böylece Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerinin bir tür
güdümü altına girmiş oldu.
Londra ve Paris'te, Osmanlı Devleti’ndeki ıslahat hazırlıkları konusunda görüşmelerde bulunan Hâriciye Nâzırı Mustafa Reşid Paşa, bir ıslahat programının gerekliliğine pâdişâhı inandırdı. Hazırlanan Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu (Tanzîmat Fermânı da denir) Mustafa Reşid Paşa tarafından 3 Kasım'da Gülhâne'de okundu. Tanzîmat Dönemi’ni açan bu belgeyle, yargılamasız kimsenin cezâlandırılamayacağı,
mal ve mülkünün zorla alımına gidilemeyeceği ilkesi getiriliyor, devletle birey
arasındaki ilişkileri düzenleyecek yasaların çıkarılacağı açıklanıyordu.
Tanzîmat Fermânı'nın uyandırdığı olumlu hava Mısır sorununun çözümünü
kolaylaştırdı. İngiltere'nin önerisiyle, beş büyük devlet Londra'da bir araya geldiler. Mısır Beylerbeyi’ni destekleyen Fransa dışlanarak, 15 Temmuz 1840'ta İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya arasında Londra Antlaşması imzâlandı. Mısır Beylerbeyliği verâset yoluyla Mehmed Ali Paşa'ya bırakılarak, ele
geçirdiği topraklar ve Osmanlı Donanması geri alındı. Aynı
devletler, aralarına Osmanlı Devleti’yle Fransa'yı da alarak imzâladıkları
Boğazlar Sözleşmesi ile (13 Temmuz 1841) Osmanlı Devleti'nin boğazlar
üzerindeki egemenliği tanındı ve boğazlar yabancı savaş gemilerine kapatıldı.
Tanzîmât’ın öngördüğü ilkeleri
uygulamak için Meclis-i Âlî-i Tanzîmat kuruldu (1853). Her eyâletten, yörelerinin gereksinmelerini bildirmek üzere ikişer
temsilci İstanbul'da toplantıya çağrıldı. Merkezden her bölgeye gönderilen îmar
meclisleri çalışmaya başladı. Mâliye, Fransa'daki örgütlenme temel alınarak düzenlendi. Mâlî yetkililer,
idâre âmirlerinden alınarak defterdarlara verildi. Vergilerin saptanması vilâyet meclislerine, toplanması da
muhassıl adı verilen vergi mêmurlarına bırakıldı. İltizam yöntemi kaldırıldı. Âşâr, her yerde eşit olarak alınmaya başladı. Hıristiyanlardan alınan vergilerin toplanmasında patrikhânelerin aracılığı kabul edildi. Ticâret meclisleri kuruldu.
Fransız cezâ kânûnu çevrilerek uygulamaya konuldu. Meclis-i Maârif-i Umûmiye toplandı (1845). İlk idâdîler açıldı. 1847'de Mekâtib-i Umûmiye Nezâreti kuruldu. 1848'de ilk muallim mektebi, aynı yıl Harbiye'de kurmay sınıfı, 1850'de Dârülmaârif adı verilen lise, 1851'de ilk bilim akademisi sayılan
Encümen-i Dâniş
açıldı. 1846'da Dârülfünun binâsının temeli atıldı. Askerlik yasası çıkarılarak (6
Eylül 1843) kur’a yöntemi benimsendi, askerlik süresi 4-5 yıl olarak
sınırlandı.
Devletin bütün kurumlarında başlatılan
yenileşme çabaları, karşılaşılan tepkiler dolayısıyla istenilen sonucu vermedi.
Abdülmecit zaman zaman tutucuları görevlendirmek zorunda kaldı. Olanaksızlıklar
nedeniyle yeniden iltizam yöntemine dönüldü. 1840'ta Kâime-i Mûtebere adıyla ilk kâğıt para çıkarıldı. Devlet ıslahat işleriyle uğraştığı sırada İngiltere ve Fransa'nın çıkar çatışmaları ve kışkırtmalarıyla Suriye ve Lübnan'da Dürzîler ile Mârûnîler arasında olaylar çıktı (1845). 1848 ihtilalaleri sırasında Avusturya'ya karşı bağımsızlık savaşı veren Macar yurtseverleri Türkiye'ye sığındı. Bâb-ı Âlî'nin, Avusturya ve Rusya'nın baskı ve tehditlerine karşın sığınanları geri vermemesi Avrupa'da
Osmanlı Devleti'nin saygınlığını yükseltti. Eflak ve Boğdan'a da yansıyan ayaklanma, İngilizlerle yapılan Baltalimanı Antlaşması ile (1 Mayıs 1849) geçici olarak sonuca bağlandı. Bir süre
sonra ortaya çıkan kutsal yerler sorunu, Osmanlı Devleti ile Rusya'yı savaşa
sürükledi. Kudüs'teki Katolikleri korumak için başvuran Fransa'ya karşı, Rusya da Ortodoksların haklarını korumak için harekete geçti. Bâb-ı Âlî'ye verdiği bir nota ile Ortodokslara geniş haklar tanınmasını, bunların koruyuculuk hakkının da kendisine verilmesini istedi.
Osmanlı Hükûmeti bunu kabul etmeyince de Eflak ve Boğdan'ı işgal etti. Bunun üzerine
Abdülmecit, Rusya'ya savaş açtı (4 Ekim 1853). Osmanlı Devleti, müttefikleri İngiltere, Fransa, Piyemonte ile birlikte Kırım Savaşı'nı kazandı. Yalnız, Paris'te imzâlanacak barış antlaşmasından önce pâdişah, Tanzîmat Fermânı'nı tamamlayan Islahat Fermânı'nı îlan etmek zorunda bırakıldı (18 Şubat 1856). Azınlıklara, savaştan önce Rusların istediğinden daha fazla haklar veren bu
belge, Paris Antlaşması'nı (30 Mart 1856)'da imzâlayan İngiltere, Fransa, Rusya,
Avusturya ve Piyemonte tarafından senet kabul
edildi. Böylece, bir iç sorun olan ıslahat konusunda yabancılara
müdâhale hakkı tanınmış oldu. Buna karşılık Osmanlı Devleti imzâcı devletlerin
güvencesi altında bütünlüğünü koruyor ve Avrupa devletleriyle eşit
haklara sâhip sayılıyordu.
Siyâsî buhranları bu şekilde
atlatan Abdülmecit, yeniden ıslahat işlerine döndü. 1856'da askerlik teşkîlâtı yedi ordu esâsı üzerine kuruldu
ve Hıristiyanlar da askere alınmaya başlandı. Maârif-i Umûmiye Nezâreti kuruldu (28 Nisan 1857). Avrupa'ya öğrenci gönderildi
(1857). Mülkiye Mahreç Mektebi (1859), Telgraf Mektebi (1860) gibi bâzı meslek okulları açıldı. Yeni toprak kânûnu
(Arâzi Kânunnâmesi) yayınlandı (1857). Devletin gelir ve giderleri bir bütçeye
bağlandı. Tersâne yeniden düzenlendi.
Abdülmecit, çeşitli toplulukları
eşitlik ilkesi içinde ve Osmanlılık düşüncesi çevresinde
birleştirmeye çalıştı. Fakat özellikle gayrimüslimlerde uyanan ve Batılı devletlerce desteklenen milliyetçilik duyguları böyle bir
birliğin kurulmasını olanaksızlaştırıyordu. 1856 Islahat Fermânı'yla gayrimüslimlere verilen geniş ayrıcalıklar, Müslümanların tepkisine yol açtığı gibi, gayrimüslimler de askere
alınma kararına karşı çıktılar. Osmanlı toplumu yeniden huzursuz bir ortama
sürüklendi. Cidde'de (1857), Karadağ'da (1858) olaylar çıktı. Avrupa devletleri olayların bir
Avrupa kurulunca denetlenmesini istediler.
Avrupa devletlerinin devletin
içişlerine karışmasından hoşlanmayanlar, pâdişâhı ve hükûmet erkânını öldürüp Abdülaziz'i tahta çıkarmak için örgütlendiler. Kuleli Vakâsı olarak bilinen bu örgütlenme, bir ihbar üzerine dağıtıldı
(14 Eylül 1859), önderleri cezâlandırıldı. Bu sırada mâlî durum da çıkmaza
girmişti. Savaş giderlerini karşılamak üzere ağır koşullarla
alınan dış borçların hazîneye büyük yükü yanında pâdişâhın ve sarayın sorumsuz harcamaları da durumu gittikçe ağırlaştırıyordu.
Devlet, Kırım Savaşı sırasında ilk kez dışarıdan borç almak zorunda kalmıştı (24 Ağustos 1854). Bunu
ikinci (1855), üçüncü (1858), dördüncü (1860), borçlanmaları izledi. Beyoğlu sarraflarından alınan borçlar da 80 milyon altın Lira'yı
aştı. Bunlar için rehin verilen mücevherlerle borç senetlerinin bir bölümü
yabancı tüccar ve bankerlerin eline geçti. Durumu sert biçimde eleştiren Sadrâzam Mehmed Emin Âlî Paşa azledildi (18 Ekim 1859). İngiltere, Fransa, Avusturya, Prusya ve Rusya Bâb-ı Âlî'ye bir nota vererek, Islahat Fermânı'nda söz konusu edilen ıslahatların gerçekleştirilmesini
istediler (Ekim 1859). Bunların sağlanması için ayrı ayrı müdâhalede
bulunacaklarını da belirttiler. Nitekim Rusya ilk adımı atarak, Bosna-Hersek, ve Bulgaristan'daki Hıristiyanların durumunu uluslararası bir kurulun incelemesini istedi.
Bu sorun çözülmeden, Lübnan olayları yeniden alevlendi (1860). Ardından Şam olayı patlak verdi. Hollanda ve Amerika konsolosları bu karışıklıklar sırasında öldürüldü (1860). Hâriciye Nâzırı Fuat Paşa *, olağanüstü yetkili olarak Lübnan'a yollandı.
Fransa,
Beyrut'a asker çıkardı. Sonunda Lübnan ayrıcalıklı sancak durumuna getirildi (9
Haziran 1998).
Mîmârî Çalışmalar
Sultan Abdülmecit, dışarıdan aldığı
borçların bir kısmıyla saray ve köşkler yaptırdı. Dolmabahçe Sarayı (1853), Beykoz Kasrı (1855), Küçüksu Kasrı (1857), Mecidiye Câmii (1849), Teşvîkiye Câmii (1854), döneminin
başlıca yapıtlarıdır. Bezmiâlem Vâlide Sultan Gurebâ Hastânesi'ni yaptırdı (1845-1846). Yeni Galata Köprüsü de aynı târihte hizmete girdi.
Eşleri ve Çocukları
Gülcemal Kadınefendi'den: Fatma Sultan, Refia Sultan, V. Mehmet Reşat
Tirimüjgan Sultan'dan: II. Abdülhamit
Düzdidil Kadınefendi'den: Cemile Sultan
Verdicenan Kadın Efendi'den: Münire
Sultan, Şehzâde Ahmed Kemâleddîn Efendi
Nesrin Hanımefendi'den: Behice Sultan
Nükhetseza Hanımefendi'den: Şehzâde Mehmed
Burhâneddîn Efendi
Nalanıdil Hanımefendi'den: Seniha
Sultan
Mehtab Kadınefendi'den: Şehzâde Ahmed Nûreddîn
Efendi
Gülüstü Kadınefendi'den: Mediha Sultan,
VI. Mehmet Vahdeddin
Şayeste Hanımefendi'den: Nâile Sultan
Ayşe Serfiraz Hanımefendi'den: Şehzâde
Süleyman Selim Efendi
Diğer Eşleri
Servetseza Başkadınefendi, Hoşyâr Kadınefendi, Şâyân Kadınefendi, Zerrinmelek Hanımefendi (ö. 1842),
Ceylanyâr Hanımefendi (ö. 1855), Navekmisal Hanımefendi (ö. 1854), Nergis
Hanımefendi (ö. 1848), Neveser Hanımefendi (ö. 1889), Bezmârâ Hanımefendi,
Piristû Kadınefendi
Dönemin Sadrâzamları
Koca Mehmed Hüsrev Paşa: * (1839-1840)
Abaza asıllıdır. Kölelikten yetişme ve köle olarak eğittiği kişileri Osmanlı bürokrasisinde önemli
mevkilere yerleştirmesiyle de ünlüdür. Bendelerinden Reşid Mehmed Paşa *'yı kendisinden 10 sene önce sadrâzam tâyin ettirmiştir.
İki defâ Trabzon Beylerbeyliği yapmış, II. Mahmut saltanâtında da, Yeniçeri Ocağı'nın
imhâ edilerek yeni düzenli orduya (Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye) geçiş sürecinde kilit rol oynamıştır.
II. Mahmut ölüm döşeğindeyken başucuna
kendi adamını dikmiş, vefât gerçekleştiği an durumdan velîaht şehzâdeyi haberdar edip cülus günü şiddetli yağan
yağmurdan korunmak için Köprülü Kütüphânesi'ne sığınan Sadrâzam Rauf Paşa'yı orada kıstırıp hayli ağır hakâretlerle
elinden Sadâret Mührü’nü
zorla almıştır. Bu hareketi yaparken Hüsrev Paşa'nın sadrâzamlığına ilişkin bir
ferman yoktur. Duruma meşrûiyet kazandırmak için ferman
ertesi gün çıkmıştır.
Dikkate değer bir özelliği, aralarında
sonradan sadrâzam olacak İbrâhim Edhem Paşa *'nın da bulunduğu yüz kadar çocuğu
küçük yaşta (kimi zaman köle pazarından) evlatlık alarak yetiştirmiş olmasıdır.
Çocukların çoğu ilerleyen yıllarda devlet içinde önemli mevkilere gelmişlerdir.
Nitekim 1827 yılında 27.000 asker sayısına ulaşan yeni Osmanlı Ordusu’nun (kısaca Mansûre Ordusu denilir) subay kadrosu içinde Koca
Mehmed Hüsrev Paşa'nın 70-80 kadar evlatlığı çekirdek bir grup oluşturmaktaydı.
Bu arada, Silistre ve İstanbul'da iki süvârî alayı oluşturmuş, himâyesindekilerden
Topal İzzet Paşa *'nın kaptanıderyâ olmasını sağlamıştır.
Aynı zamanda, bir Tunus-Cezâyir yolculuğu esnâsında ahâlide gördüğü fes giyme âdetini Osmanlı Devleti'ne tanıtan ve fesin kabûlünü
sağlayan kişidir.
Firârîzâde Saîd Efendi’nin kölesi iken Enderûn’a verilmiş ve orada yetişmiştir. Kaptanıderyâ Küçük Hüseyin Paşa’nın mühürdar ve kethüdâsı olmuş, 1800’de mîrimîran olarak çeşitli beylerbeyiliklerde bulunmuştur. 1811 ve 1822 yıllarında iki defâ kaptanıderyâ
olmuştur. Daha sonra seraskerliğe getirilmiş ve 1839’da sadrâzam olmuştur.
Sarayın en nüfuzlu kişisiydi. Tâyin işlerinden vergi tahsildârı tâyinine
kadar her alana uzanan bir rüşvet ağı kurmuş, Osmanlı Devleti’yle ticâret yapmak isteyen
yabancı tüccarları, limanları haraca bağlamıştı.
Bir ara oyuna geldi ve 60.000 Kuruş maaşla emekliye sevk
edildi. Emirgân’daki sâhilsarayına kapandı ve Abdülmecit'in tahta çıkışını değerlendirip
ona tuzak kuranlardan intikam aldı. Devletin iplerini bir kere daha ele
geçirmişti. Ama bu da uzun sürmedi. Reşid Paşa'yla ihtilâfı onun sonunu
getirdi. Sadrâzamlığının daha birinci yılı dolmadan görevden alındı ayrıca yalısında ikâmete mecbur edildi. Hakkında soruşturma yapıldı.
Ayyuka çıkan iddiâların hepsini araştıracak vakit olmadığı için belli başlılarından
yargılandı ve suçlu bulundu.
Karar bundan böyle devlet hizmetinde
bulunmamasını, vezirlik rütbesinin
geri alınmasını ve iki yıl süreyle Tekirdağ'da sürgün olarak kalmasını
içeriyordu. Mahkeme yargılama sırasında ahâliye bir duyuru yapma kararı da
aldı. Buna göre her kim paşaya rüşvet vermişse onun hazîneye intikal eden büyük servetini idâre eden komisyona mürâcaat
ederek parasını
geri alabilecekti. Ama bilinen o ki tek bir başvuru dahi olmadı.
Paşa sürgünün birinci
senesi dolduğunda pâdişah onun yaşının ileri olmasını göz önüne alarak İstanbul'a dönmesine izin verdi. Onun, pâdişâhın huzûrunda yapılan
yılbaşı merâsimine katıldığı ve yaşına hürmeten protokolde sadrâzamlara ayrılan yerde durduğu hattâ özel bir nişanla onurlandırıldığı biliniyor. 1855'te vefât ettiğinde
ardında, pek çok maaşlı mêmuru bulunan zengin bir vakıf bırakmış hâldeydi.
Mehmed Emin Rauf Paşa: * ** (1815-1818), (1833-1839), (1840-1841), (1842-1846), (1852-1852)
Dârendeli Topal İzzet Mehmed Paşa: * ** (1828-1829), (1841-1842)
Koca Mustafa Reşid Paşa: * (1846-1848), (1848-1852), (1852-1852), (1854-1855), (1856-1857), (1857-1858)
İstanbul'da doğdu. Babasından ders alarak medreseye başladı. Eniştesi (amcası?) Seyyid Ali Paşa *'nın yanında büyüdü ve mühürdar olarak Mora Seferi’ne çıktı. 1828-1829 yıllarındaki Osmanlı - Rus Savaşı’nda kâtiplik yaptı.
Savaşlar sırasında yazdığı telhisleriyle II. Mahmut'un ilgisini çekmiş, bunun üzerine âmedî odası
halîfeliğine tâyin edilmişti. Edirne Barışı’nda kâtip olarak görev aldı.
1834'te ortaelçi olarak Paris'e gönderildi. Cezâyir-i Garp Eyâleti’nin Osmanlılara geri verilmesi ile görevlendirilen Mustafa
Reşid Paşa Cezâyir sorununu çözemedi. 1835'te İstanbul'a döndü ve aynı ay içerisinde Paris'e büyükelçi olarak gönderildi. Fransızca öğrendi. Londra'da İngilizlerle iyi ilişkiler kurarak Hâriciye Nâzırlığına atandı. İngilizlerle bir ticâret antlaşması imzâlayarak Osmanlı
İmparatorluğunun İngiltere'nin açık pazarı olmasını sağladı (16 Ağustos 1838).
Islahat hareketleri
için girişimlerde bulunarak bu konuda II. Mahmut'u iknâ etti. Rüşvet ve angaryanın yasak edildiği bir teklifte bulundu. Bunun üzerine Londra büyükelçiliğine tâyin edildi. Bu sırada II. Mahmut ölmüş,
yerine Abdülmecit geçmişti. İmparatorluğun buhranlı bir dönem geçirmesi
Mustafa Reşid Paşa'nın pâdişâhı ıslahat hareketlerinin gerekliliği konusunda iknâ etmesine neden
oldu.
3 Kasım 1839'da Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu îlan edildi. Bu sıralarda 15 Temmuz 1840'ta Londra Antlaşması'nın imzâlanmasıyla Mısır meselesi Osmanlıların
lehine döndü. Ertesi gün Paris büyükelçiliğine atandı.
28 Eylül 1846'da sadrâzam oldu. Bu
sırada Yunanistan ile sorunlar çözümlendi. Esir ticâretini
yasakladı. 28 Şubat 1856'da Islahat Fermânı’nın aksak olan yönlerini eleştirdiği bir lâyiha yayınladı.
Altıncı kez sadrâzam oldu (22 Ekim 1857) ve bir yıl sonra
öldü.
İsmi Tanzîmat Fermânı ve Tanzîmat Dönemi ile özdeşleşmiştir. Osmanlı reformlarının babası sayılan Mustafa Reşid Paşa, kimi karşıtları
tarafından "cumhûriyet îlan etmeyi istemek" ile suçlanmıştı. Onlara göre
Mustafa Reşid Paşa, sultânın yetkilerini büyük oranda azaltacak anayasal bir yönetim kurmak istiyordu.
1800’de İstanbul’da doğdu. Babası, II.
Bayezit Evkâfı Ruznâmecisi Mustafa Efendi’dir. Okuma yazmayı babasından öğrendi.
Sonra medrese tahsîline başladı. Babasının 1810 yılında
vefât etmesi üzerine tahsîlini tamamlayamadığı gibi, devrin ilim dili olan
Arapça ve Farsçayı da tam olarak öğrenemedi. Eniştesi Ispartalı Seyyid Ali Paşa *'nın himâyesinde büyüdü ve bir müddet sonra onun mühürdarlığına tâyin edilerek, ilk mêmuriyetine
başladı. 1821 Ekim ayında Rum İsyânı’nı bastırmak için, Mora Seraskerliğine tâyin edilen eniştesiyle birlikte, sefere gitti. Seyyid Ali Paşa, Mora Seraskerliğinden azledilince, İstanbul’a
geldi. Bu sırada Mısır’ın
dîvan efendisi İbrâhim Efendi’nin
kızı Emine Şerîfe Hanım’la evlendi ve kayınpederinin konağına yerleşti. Bu
evliliğinden ilk oğlu Mehmed Cemil doğdu. Bir-iki yıl sonra eniştesi ölünce,
Emine Şerîfe Hanım’ı boşayarak, zenginliğine kapıldığı, eniştesinin câriyelerinden olan Âdile Hanım’la evlendi ve onun Kabataş’taki konağında yaşamaya başladı. İkinci evliliğinden Ali
Gâlib, Ahmed Celal, Mazhar ve Sâlih adında dört oğlu dünyâya geldi.
1826’da Bâb-ı Âlî Mektubî Kalemi’ne mêmur oldu. 1827’de Osmanlı - Rus Harbi esnâsında, sefere mêmur edilen Sadrâzam Selim Mehmed Paşa *,
onu ordu kâtipliğine getirerek, berâberinde götürdü. Sefer dönüşü, Pertev
Efendi’nin tavsiyesiyle, Sultan II. Mahmut Hân’ın iltifâtına kavuştu ve Fransızca öğrenmesi tavsiye olundu. Maaşı 1.500 Kuruş’a çıkarıldığı gibi, âmedî odası halîfeliğine tâyin edildi. 1829’da Girit iânesine teşvik
mêmuriyetiyle Mısır Beylerbeyi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya gönderilen Pertev Paşa’yla birlikte Mısır’a gitti. Mısır dönüşünü müteâkip, 1831’de âmedî vekîli, 1832’de asâleten âmedî tâyin olundu ve
yabancı sefirlerle
irtibâtını artırdı. 1832’de Mısır Beylerbeyi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın isyânı
sonunda, Mısır kuvvetlerinin Kütahya’ya kadar ilerlemesi üzerine, Mart 1833’te Mehmed Ali Paşa’nın
oğlu İbrâhim Paşa’yla görüşmek üzere gönderildi.
Varılan antlaşma netîcesinde, Reşid Bey’in, Şam ve Halep eyâletlerinden başka, Fransız maslahatgüzarının têsirinde kalarak, Adana Muhassıllığı’nı da İbrâhim Paşa’ya vermesi Sultan II. Mahmut Hân’ın
hiddetine sebep oldu. Fakat bâzı dostlarının teşebbüsleri netîcesinde
affedildi.
Reşid Bey, dâimî sefâretlerin kurulmasından sonra 1834 senesi Temmuz ayında,
fevkalâde ortaelçilikle Paris’e gönderildi. Reşid Bey, iyi bir tahsil görmediği, İslam
bilgilerinden ve millî meziyetlerden mahrum olduğu için kısa zamanda Avrupaî fikirlerin têsirinde kaldı. 1835 yılı Mart ayı sonlarında, elçilik tercümanı Ruheddîn Efendi’yi Paris’te maslahatgüzar bırakarak, İstanbul’a
döndü.
İstanbul’a gelişinden üç ay kadar
sonra, büyükelçilikle tekrar Paris’e, sonra Eylül 1836’da, Londra büyükelçiliğine
nakledildi ve Hâriciye Müsteşarlığı pâyesi verildi. Londra’da sefirliği sırasında Lord Stratford
Redcliff Rading ile dostluk kurup, Mason locasına girdi.
Mustafa Reşid Bey, 1837’de müşir rütbesi verilerek Hâriciye Nâzırlığına tâyin edildi. Hâriciye Nâzırlığı
sırasında, Sultan II. Mahmut Hân’a, Avrupaî tarzda ıslahatlar yapılması teklifinde bulundu. Batılıların, Osmanlı Devleti’ne, bilhassa Müslüman ve Hıristiyan tebaa arasında
eşitlik gözetilmediği için düşman olduğunu, Müslim ve gayrimüslim ayrılığının
kaldırılması gerektiğini, bu hususlarla ilgili yapılacak ıslahâtı, bir hatt-ı hümâyunla îlan etmesini teklif etti. Hazırladığı lâyihada bu ıslahâtın
esaslarını pâdişâha arz etti. Ancak, Reşid Bey’in anlattıklarının İngiliz isteklerinin aynısı
olduğunu bilen II. Mahmut Han, bunu reddetti.
Mustafa Reşid Paşa, Hâriciye Nâzırlığını bilfiil idâre ettiği bu dönemde, İngilizlerle, Osmanlı Devleti’ni iktisâdî bakımdan çökertecek Baltalimanı Antlaşması’nı imzâladı (1838). Baltalimanı Antlaşması’nın imzâlanmasıyla,
Osmanlı Devleti’yle İngiltere arasında anlaşmazlığa
yol açan hususlar, İngiltere’nin lehine çözülmüş oldu. Antlaşma yürürlüğe
girdikten sonra; öteden beri Osmanlı Devleti’nde uygulanmakta olan tekeller
kaldırılınca, Osmanlı hazînesi, önemli bir gelir kaynağından mahrum edildi. Ayrıca, iç
ticâret, Osmanlı vatandaşlarına münhasır olmaktan çıkarılarak istisnâsız bir
şekilde İngiliz tüccarlarına verildi. Bir de bu antlaşmaya, antlaşma şartlarını
isteyen bütün devletlere de istisnâsız uygulanacağı hükmü eklendi. Avusturya başbakanının; “İşte Osmanlı
şimdi bitti” diye ifâde ettiği Baltalimanı Antlaşması, esnaf ve
tüccarlarımızı uşaklığa; devletimizi de borç bataklığına sürükledi.
Mustafa Reşid Paşa, 1838 Ağustos’unda Hâriciye Nâzırlığı uhdesinde kalmak üzere Londra büyükelçiliğine tâyin olunarak, İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Reşid Paşa; “...Türkiye için en büyük iş, reâyâ meselesidir. Eğer reâyâya verilmesi gereken
hak ve hürriyetlerden bahsetsem, ülkemde bana kötü bir Müslüman gözüyle bakılır. Hâlbuki İslamlığın kurtuluşu reâyânın
hür ve mesut olmasına bağlıdır. Bu konuda yüksek sesle konuşmak, Avrupa devletlerine düşer. İmparatorlukta (Osmanlı
Devleti’nde), Hıristiyanlar üzerindeki baskı
için sesinizi çıkaramaz mısınız? Ödeyemedikleri haraç için zavallılar horlanmakta ve ezilmektedir.
Bu uygulamalar, sizin âdil bir vergi dağılımı istemenizi gerektiriyor. Reâyâ, haraç
yüzünden isyan etmekte ve düzenli vergi istemektedir. Vergi
sistemi, Hıristiyanlar için yerleşirse, Müslümanlara da bunu kabul
ettirmek için önemli bir adım atılmış olacaktır. Böylece imparatorluğun yenileşmesi
için ilk mesâfe alınmış olacaktır...” diyerek Batılı devletleri Osmanlı Devleti’ne müdâhaleye çağırıyordu.
Reşid Paşa, ayrıca, kendisinin ve reformlarının,
Osmanlı Devleti’ndeki başarısının Mehmed Ali Paşa’nın başarısızlığı nispetinde
olacağını biliyordu. Zîrâ Mehmed Ali Paşa, Mısır’da başarılı reformlar yapmış, Batı’ya
yanaşmadan da güçlü bir idârenin kurulabileceğini göstermişti. Reşid Paşa ise, imparatorluktaki Batılılaşmanın sembolü durumundaydı. Mehmed Ali Paşa, mağlup
edilmediği takdirde, Suriye’ye de hâkim olacak, devlet içindeki têsir ve nüfûzu
artacaktı. Bu durumun ise kendi siyâsî hayâtının sonunu
getireceğini düşünen Reşid Paşa, büyük tâvizler verme pahasına da olsa Mısır
meselesine Avrupa devletlerinin müdâhalesini istedi. Onun bu tutumu, Sultan II. Mahmut Hân’ın, onu İstanbul’a çağırtmasına ve îdamına irâde çıkarmasına sebep
oldu. Fakat İstanbul’daki dostları vâsıtasıyla, Paris’e geldiğinde îdâmı haberini öğrenip gelmekten vazgeçti.
Sultan II. Mahmut Hân’ın vefâtı üzerine tahta çıkan yeni pâdişah Abdülmecit Hân’ın cülûsunu tebrik etmek üzere, Ağustos 1839 başında İstanbul’a
geldi. Osmanlı Devleti o sırada en buhranlı dönemlerinden birini yaşıyordu.
Bu durumu fırsat bilen Reşid Paşa, İngiltere’de esaslarını tespit ettiği reformları Avrupalıların ve bilhassa İngilizlerin yardımını sağlamak gibi bir bahâneyle, 16 yaşındaki genç pâdişah Sultan Abdülmecit’e kabul ettirerek Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu adıyla meşhur olan Tanzîmat Fermânı’nı
yayınlattı.
Gülhâne meydanında Reşid Paşa’nın îlan
ettiği bu ferman,
yozlaşma ve mânevî değerlerden uzaklaşmaya yol açtı. Böylece, Koca Osmanlı
Devleti’nin içerden yıkılması, parçalanması plânlarının birinci ve en têsirli
adımı atıldı.
Bundan sonra Osmanlı İmparatorluğunu yıkmak için anlaşanların oyununun ikinci perdesi açıldı. 15 Temmuz 1840’ta İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya arasında Londra Antlaşması imzâ edildi. Buna
göre, Mehmed Ali Paşa, Girit, Adana, Suriye,
Hicaz ve Lübnan bölgesini derhâl
boşaltacak, ordusunu
ve donanmasını dağıtacak ve yalnız Mısır Beylerbeyliğiyle iktifâ edecekti. Şâyet on gün içerisinde bu şartları kabul
etmezse, adı geçen devletler müdâhalede bulunacaktı. Reşid Paşa, Londra
Antlaşması’nın ültimatomlarını tebliğ etmek üzere müsteşarı Sâdık Beyi, Kâhire’ye yolladı. Mehmed Ali Paşa ise, Sâdık Beye; pâdişâhın herhangi bir fermânına karşı boynunun kıldan ince olduğunu söyleyerek, yabancı
devletlerin bu gibi tehditlerinin Osmanlı Devleti’nin işlerine müdâhale
olacağını, kendisinin bizzat pâdişahla görüşmeye hazır olduğunu belirtip
ültimatomları reddetti. Reşid Paşa, Mehmed Ali Paşa’nın antlaşma tekliflerini
dikkate bile almadan dört devletten Londra Antlaşması’nın hükümlerine
uymalarını istedi. Nitekim harekete geçen müttefik kuvvetler, 13 Kasım’da Halep’e
ve 29 Aralık’ta Şam’a
girdiler. Mısır kuvvetleri, bozularak geri çekildi. Bu andan îtibâren, târihî İngiliz siyâseti
bir defâ daha tekerrür etti. Londra Antlaşması’na göre, Mısır ve Suriye’nin de
Osmanlılara bırakılması îcap ederken, bu bölgede güçsüz ve merkezden uzak bir
yönetimin bulunması İngiliz menfaatine daha uygun görüldü ve bu eyâletler Mehmed Ali Paşa’ya verildi. Ciddî bir ordu ve donanmadan mahrum bulunan Osmanlı Devleti, bu emrivâkîyi kabul etmek
zorunda kaldı ve 24 Mayıs 1841’de Mısır’ın statüsüyle ilgili ferman yayınlandı.
Bu arada Mustafa Reşid Paşa ile Mehmed Ali Paşa arasında yeni ihtilafların ortaya çıkması üzerine tekrar yabancı devletlerin müdâhalesine meydan vermek istemeyen pâdişâh, Reşid Paşa’yı Hâriciye Nâzırlığından azletti ve Temmuz 1841’de Paris elçiliğine gönderdi.
Paris’te bulunduğu sırada sağlık
durumunun iyi olmadığından şikâyet eden Mustafa Reşid Paşa, İstanbul’a dönmek
istedi, fakat bu isteği kabul edilmedi. Aşırı ısrârı üzerine İstanbul’a
dönmesine müsâade edildi. Paris’ten İstanbul’a döndüğü sırada, Edirne Beylerbeyliğine tâyin edildiyse de gitmedi.
İki yıl kadar mêmuriyetten uzak kaldı. Nihâyet 1843 yılı sonlarında tekrar Paris elçiliğine gönderildi. 1844 senesi sonlarında ikinci defâ Hâriciye Nâzırlığına getirildi.
Bir müddet bu görevde kalan Reşid Paşa,
bilhassa İngilizlerin yoğun baskı ve faaliyeti sonucu 28 Eylül 1846’da sadrâzamlığa getirildi. İş başına gelir gelmez İskoç Mason Teşkîlâtı üyesi Lord Rading ile
büyük eyâletlerde
Mason locaları açtırmaya devam etti. Böylece, Osmanlı Devleti’nin parçalanması,
yıkılması için açılan câsusluk ve hıyânet ocakları çalışmaya başladı.
Bu senelerde Avrupa’da fizik, kimyâ üzerinde dev adımlar atılıyor, yeni
buluşlar, ilerlemeler oluyor, büyük fabrikalar, teknik üniversiteler
kuruluyordu. Osmanlılarda ise bunların hiçbiri yapılmadı. Hattâ Mustafa Reşid
Paşa, Fâtih devrinden beri medreselerde okutulmakta olan fen, matematik
derslerini, büsbütün kaldırdı. “Din
adamlarına fen bilgisi lâzım değildir” diyerek, kültürlü, bilgili âlimlerin yetişmesini engelledi. Mustafa Reşid Paşa, bir yıl
yedi ay devam eden bu vazîfeden, 27 Nisan 1848’de Sultan Abdülmecit Han
tarafından azledildi. Fakat üç buçuk ay sonra tekrar sadrâzamlığa getirildi. Üç
buçuk yıl süren bu sadâreti sırasında Fransız akademisi örnek
alınarak kurulan Encümen-i Dâniş açıldı. Bu sadâretten de 26 Ocak 1852’de azledilerek, Meclis-i Vâlâ reisliğine getirildi.
Mustafa Reşid Paşa, sadâretten uzaklaştırılmasının üzerinden kırk gün geçtikten
sonra üçüncü defâ sadrâzamlığa getirildi. Beş ay kadar süren bu sadâretten de Dâmad
Fethi Paşa ile aralarında meydana gelen ihtilaf üzerine azledildi. Yerine, Âlî Paşa getirildi.
Reşid Paşa ile Âlî Paşa şahsî hırslar
yüzünden birbirleriyle çekişirken, bu durumdan faydalanan İngiltere, Hindistan’daki büyük İslam devleti Gürgâniye’yi parçalamak ve Asya’daki Müslümanları başsız bırakmak istiyordu. Bu arada
kendisine engel olacağından çekindiği Osmanlı Devletini başka meselelerle meşgul
etmek için, Rusya’yı devamlı tahrik ederek bir Osmanlı - Rus Harbi çıkarmaya
çalışıyordu. Sadrâzam Mustafa Reşid Paşa’yı kandıran İngilizler, onun Rusya’ya
karşı düşmanca tavır takınmasını sağladılar. Netîcede İngiltere’nin tahrikleri
sonucu Rusya, Eflak ve Boğdan’ı işgal etti. 4 Ekim 1853’te
Rusya’ya harp îlan edildi. 23 Ekim 1853’te Kırım Savaşı olarak bilinen harp
fiilen başlamış oldu.
Yaklaşık üç yıl devam eden ve 30 Mart
1856’da Paris Antlaşması’yla sona eren Kırım Savaşı, Osmanlı Devleti’nin toprak
kaybına sebep olmamasına rağmen, siyâsî olarak
aleyhine oldu. Devlet, iktisâden çöktü. Osmanlı Devleti’ni Rusya ile meşgul
eden İngiltere, az bir kuvvetle Osmanlı Devleti yanında savaşa girip asıl maksadını gizledi ve büyük devletlerin
dikkatini o yöne çekerek Gürgâniye Devleti’ni yıktı.
Topraklarını işgal ederek, Hindistan hazînelerine sâhip oldu ve ticâretini geliştirdi. Ayrıca, Osmanlı’yı
kullanarak, Rusların sıcak denizlere inmesini de önledi.
Öte yandan sıkıntı içerisine düşen
Osmanlı Devleti, yine Mustafa Reşid Paşa’nın dördüncü sadâreti zamânında ilk defâ
borçlandı.
Mustafa Reşid Paşa, 4 Mayıs 1855’te sadrâzamlıktan azledilerek yerine, tekrar Âlî Paşa getirildi. Âlî Paşa’nın yaptığı her icraâtı
şiddetle tenkit etmeye başladı. Sâdece iktidar hırsı sebebiyle, Âlî Paşa’nın
hazırladığı Hıristiyanlara daha fazla imtiyazlar tanıyan Islahat Fermânı’na, şiddetle karşı çıktı.
Sultan Abdülmecit Han, kaht-ı ricâl
(adam kıtlığı) yüzünden, İngiliz elçisinin de tavassut ve teşvîkiyle 1 Kasım
1856’da Mustafa Reşid Paşa’yı beşinci defâ sadrâzamlığa getirdi. Âlî Paşa’nın sadâretten ayrılmasını hazmedemeyen Fransa hükûmeti, Boğdan seçimlerine fesat karıştırıldığını iddiâ
ederek iptâlini istedi. Osmanlı Devleti’yle siyâsî münâsebetlerini
kesmeye kalkıştı. Fransa ve İngiltere hâriciyelerinin birbirleriyle temas
ederek seçimin feshini kararlaştırmaları üzerine, Sultan Abdülmecit Han, sadrâzamı azlederek işin önünü almak istedi. Beşinci sadâretten 6 Ağustos 1857’de azledilen Mustafa Reşid Paşa, Meclis-i Tanzîmat reisliğine
naklolunduysa da bir ay içinde oradan da alındı. 22 Ekim 1857’de altıncı ve son
defâ sadârete getirildi ise de, iki ay kadar sonra hastalandı. Bir müddet Bâb-ı Âlî’ye
gidemedi. 7 Ocak 1858 Perşembe günü, hamamda geçirdiği kalp krizinden öldü. Beyazıt'ta Okçular Caddesi’ndeki türbeye defnedildi.
Hepsi Sultan Abdülmecit Han zamânında,
aralıklarla toplam 6 sene 8 ay 19 gün sadrâzamlık yapan Reşid Paşa, Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu’nu hazırlayıp îlan ettirmekle; Osmanlı Devleti’nin temeline dinamit koydu ve kaht-ı ricâl devrinin açılmasına,
Osmanlı Devleti’nin boynuna “Hasta Adam” yaftasının takılmasına sebep oldu.
Netîce îtibâriyle, Reşid Paşa, iyi bir
eğitim görmemiş, millî ve mânevî değerlerden yoksun yetişmiştir. Osmanlı
Devleti’nin idârecilerinin en önemli özelliklerinden biri, önce devlete sadâkat
vasfıdır. Reşid Paşa, bu vasıftan mahrumdu. Masonlukta yüksek derece sâhibi olması, bu mahrûmiyetine
eklenince, devlet için zararı telâfî edilemeyecek sonuçlar meydana getirdi.
Nitekim Reşid Paşa’dan sonra, onun yetiştirmeleri ve ardından da İttihat ve Terakkî
mensupları, devletin kısa zamanda yıkılmasını sağladılar. Bugünkü sosyal
hastalıkların çoğunda, onun açtığı yıkım hareketinin payı büyüktür.
Batılıların Reşid Paşa hakkında düşünceleri şu şekildeydi.
Fransız elçisi Pontois, paşayı; “Reşid
Paşa’da kendini gösterme ve yükselme merâkı aşırıdır. Bu yönü biraz övülür ve
pohpohlanırsa, büyük tâviz elde etmek için küçük şeyler üzerine tâvizler
verilirse, ondan her şey elde edilebilir” diye târif etmektedir. Avusturyalı Goizot ise; “Mustafa Reşid
Paşa’da, ülkesinde yapmak istediği işlerin başarısı için, çok lüzumlu olan
vasıflardan biri eksiktir. Türkiye’de güçlü bir ıslahatçı olmak için Türklük
vasfı lâzımdır. Onda ise bu vasıf çok azdı. Gençliğinden îtibâren, Türkiye’nin Avrupa ile münâsebetleri konusuyla ilgilenmiştir. O daha çok Avrupalı bir
diplomata benziyordu” diye vasıflandırıyordu.
İbrâhim Sârim Paşa: * (1848-1848)
Dîvân-ı Hümâyun kaleminden mühimme odasına geçti. 1822’de hâcegân rütbesini kazandı. Bir süre Mustafa Reşid Paşa’nın yerine âmedî-i Dîvân-ı Hümâyun’da görev yaptıktan sonra 1837’de beylikçi oldu. Aynı yıl Kraliçe Victoria’nın tahta çıkışı dolayısıyla Londra’ya gönderildi ve müsteşar rütbesiyle
1838’de kraliçe için yapılan törenlere katıldı.
12 Ağustos 1838’de Dâhiliye Müsteşarlığına, 1 Temmuz 1839’da da Tahran büyükelçiliğine atandı. Bir yıl sonra Sayda Defterdârı, 1841’de Meclis-i Vâlâ üyesi, sonra Ticâret ve Hâriciye Nâzırı oldu. 1844’te Londra büyükelçiliğine gönderildi. 1846’da İstanbul Gümrüğü Nâzırı, ikinci kez Ticâret ve arkasından Ziraat Nâzırı oldu.
1848’de Meclis-i Vâlâ başkanı, aynı yıl
29 Nisan’da sadrâzam oldu. Bu görevde üç ay on üç gün kaldı ve 1849’da
Bursa,
1853’te de Trabzon beylerbeyiliklerine atandı.
Aynı yıl görevinden alınmış olarak öldü.
Mehmed Emin Âlî Paşa: * (1852-1852), (1855-1856), (1858-1859), (1861-1861), (1867-1871)
Tanzîmat Dönemi’nin önde gelen devlet adamlarından biridir. Islahat Fermânı'nı hazırlayarak yürürlüğe koymuştur.
Asıl adı Mehmed Emin olan Âlî Paşa, İstanbul’da doğdu. Devlet görevine daha 15 yaşındayken Dîvân-ı Hümâyun kâtibi olarak başladı. Daha sonra, Tanzîmat Dönemi’nde Dışişlerine kamu görevlisi yetiştirmek amacıyla
kurulmuş olan Tercüme Odası’nda çalıştı. Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde çeşitli
devlet görevlerinde bulundu; beş kez sadrâzamlık, sekiz kez de Hâriciye Nâzırlığı yaptı.
Kırım Savaşı sürerken 1855’te Mustafa Reşid Paşa’nın yerine ikinci kez sadrâzamlığa
getirildi. Bu görevi sırasında, büyük büyük Avrupa devletlerinin
istekleri doğrultusunda Şubat 1856’da Islahat Fermânı'nı hazırlayarak yayımladı. Bu fermanla Osmanlı uyruğundaki Müslüman olmayan halkın durumu
iyileştiriliyordu.
30 Mart
1856’da Kırım Savaşı'nı
sona erdiren Paris Antlaşması’nı imzâladı. Aynı yıl sadrâzamlıktan alındı. 1858’de Mustafa Reşid Paşa sadrâzamken ölünce üçüncü kez bu göreve getirildi.
1861’de dördüncü kez, 1867'de de
beşinci kez sadrâzam oldu. Sadrâzamlıktan uzak kaldığı dönemlerde Hâriciye Nâzırlığı gibi başka devlet görevlerinde bulundu.
Beşinci sadrâzamlığı sırasında Sırbistan ve Girit sorunlarını çözdü. Ama Sırbistan'daki bâzı yerleri Sırp yönetimine bırakması ve Girit'e özerklik tanıması sert
tepkilere yol açtı.
Âlî Paşa, 1869’da Fuat Paşa *'nın ölümü
üzerine Hâriciye Nâzırlığını da üstlendi. Bu arada Mısır Hıdivi İsmâil Paşa'nın
bağımsız davranma girişimlerine karşı koydu.
1871'de ölümünden birkaç ay önce Londra Konferansı’na katıldı ve Rusya’yla çıkabilecek bir savaşı önledi.
Âlî Paşa, Mustafa Reşid Paşa ve Fuat Paşa * ile birlikte Tanzîmat Dönemi’nin üç büyük devlet adamından biriydi. Devlet yönetiminde yenilikçi
bir politika izledi ve devlet kurumlarını Avrupa’daki örneklerine uygun olarak yeniden düzenledi. İngiltere ve Fransa yanlısı olarak tanınan Âlî Paşa, Osmanlı Devleti'nin Batılı devletler karşısında varlığını sürdürmesi temelinde bir
dış politika izlemiştir.
Dâmad Mehmed Ali Paşa: * (1852-1853)
1813 yılında Rize'nin Çayeli İlçesi Hemşin Kaptanpaşa Köyü’nde
doğdu. Çocuk yaşında İstanbul'a giderek Enderûn'a girdi. Devlet kademelerinde yükseldi.
1845 yılında II. Mahmut'un kızı Âdile Sultan'la evlenerek Osmanlı Hânedânı’na dâmat oldu. 1848 yılında kaptanıderyâlık görevine getirildi. 1852 yılında ise sadrâzam oldu.
Mehmed Ali Paşa'nın sadrâzam olduğu
yıllarda Fransa’da imparatorluğunu îlan eden ve uluslararası ilişkilerdeki konumunu
güçlendirmek isteyen III. Napolyon, Osmanlı Devleti’nde yaşayan Katoliklerin himâyelerini Fransa’ya veren 1740 târihli antlaşmanın yeniden yürürlüğe
girmesini istedi. Bunun üzerine Rusya da Osmanlı Ortodoksları için aynı hakları istedi ve katı bir asker ve koyu bir
Ortodoks olan Prens Menşikov'u İstanbul’a olağanüstü yetkilerle elçi olarak yolladı. Bu
sorunu kendi çıkarları için tehlike olarak gören İngiltere, Fransa ve Avusturya Osmanlı Devleti'ne giderek artan destek verdiği Kırım Savaşı'na
gidecek süreç başladı.
Prens Menşikov'un taleplerinin kabul
edilmemesi hâlinde İstanbul’dan ayrılacağı ültimatomunu vermesi ile muhtemel taktik mülâhazalarıyla, Prens'e
sürekli direnen Sadrâzam Dâmad Mehmed Ali Paşa ve Hâriciye Nâzırı Sâdık Rıfat Paşa görevlerinden alındılar. Sadrâzamlığa
Giritli Mustafa Nâilî Paşa, Hâriciye Nâzırlığına da Koca Mustafa Reşid Paşa atandı. Ancak bu isim değişikliklerine rağmen Prens Menşikov yine
de 27 Mayıs 1853’te İstanbul’dan elleri boş olarak ayrılmış ve Kırım Savaşı başlamıştır.
Mehmed Âlî Paşa'nın Âdile Sultan'dan
olan 3 çocuğu peş peşe öldü. 1868 yılında ise Mehmed Âlî Paşa'nın kendisi vefât
etti.
Giritli Mustafa Nâilî Paşa: * (1853-1854), (1857-1857)
Küçük yaşlarda âilesiyle birlikte
gittiği Mısır'da
dayısı Tâhir Paşa'nın yanında silahşör olarak yetiştirildi. Tâhir Paşa'nın
ölümünden sonra diğer dayısı Hasan Paşa ile birlikte Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın hizmetine girdi. Dayısı ile birlikte katıldığı -Vehhâbî İsyânı’na karşı girişilen- harekâtta gösterdiği yararlıkla dikkati
çekti.
Yine dayısıyla birlikte Girit İsyânı’nı bastırmak üzere Kandiye'ye gitti (1821). Kavalalı Mehmed Ali Paşa, vefât eden dayısı Hasan Paşa'nın 4500 kese maaşıyla diğer
gelirlerini mülkünü Mustafa Nâilî Paşa'ya terk etti ve kendisine mîrimîranlık rütbesi verilmesini sağladı.
Pek genç olduğundan başlangıçta
Kavalalı Hüseyin Bey ile birlikte Girit'in idâresiyle görevlendirildi. Hüseyin Bey İnebahtı'da görevlendirilince Mustafa Nâilî Paşa Girit'teki Mısır askerlerine kumandan tâyin edildi. Bir müddet sonra Kandiye Muhâfızlığına getirildi (1826). Girit'in idâresi Mısır Beylerbeyliğine bırakılınca Mustafa Nâilî Paşa muhâfız sıfatıyla hem mülkî
hem de askerî işlerde tek yetkili hâle geldi.
Dürzîler ve Mârûnîler 1837'de isyan edip Şam civârına taarruz edince isyânı bastırmak üzere Cebel-i Lübnan'a gönderildi. Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbrâhim Paşa ile birlikte isyânı altı ay içinde yatıştırdı. Buradaki başarısı üzerine vezirlik rütbesiyle ve kayd-ı hayat şartıyla Girit Beylerbeyliğinde bırakıldı (1840). İstanbul'a çağırılarak Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye üyeliğine (Ağustos 1851), daha sonra da başkanlığa
getirildi (6 Mart 1852).
Dâmad Mehmed Ali Paşa'nın yerine sadrâzamlığa tâyin edildi (15 Mayıs 1853). Hâriciye Nâzırı Mustafa Reşid Paşa ile anlaşmazlığa düşünce azledildi (8
Temmuz 1853). Ancak iki gün sonra görevine iâde edildi ve 30 Mayıs 1854'te
azledilinceye kadar bu görevde kaldı. Reşid Paşa'nın azledilmesi üzerine 7
Ağustos 1857'de üçüncü defâ sadrâzamlığa getirildi. 21 Ekim 1857'de görevine
son verilerek Meclis-i Âliye'ye mêmur edildi (Mart 1858).
Eski tecrübelerine güvenilerek Girit'te baş gösteren ayaklanmayı bastırmak göreviyle Kandiye'ye gönderildi (1866). İhtilalin Yunanistan Krallığı’na baskı yapılmak sûretiyle önlenebileceğine dâir kanaatini
raporla Bâb-ı Âlî'ye
bildirdi. Fakat bu teklif hükûmet tarafından uygun görülmeyerek İstanbul'a geri çağırıldı. Meclis-i Âliye'deki mêmuriyetine devam
etti. Fâtih Türbesi hazîresinde medfundur.
Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa: * (1854-1854), (1859-1859), (1860-1861)
Hazîne-i hümâyun kethüdâsı Kıbrıslı Mehmed Emin Efendi’nin kardeşi Hüseyin
Efendi’nin oğlu olup, 1813’te Kıbrıs’ta doğmuştur. Çocukluğunu Kıbrıs’ta geçirdikten sonra İstanbul’a gelip, Enderûn’a girdi. 1828’de Hassa İkinci Taburu’na yüzbaşı oldu. Nâmık Paşa ile
birlikte 1833’te Londra’ya
gitti. Buradan Paris’e
geçerek bir müddet lisan öğrenimi gördü. İstanbul’a döndüğünde kolağası oldu. İstanbul’da bir
süre bu görevi yürüten Mehmed Emin Paşa, Osmanlı talebelerine nezâret etmek ve
yarım kalan tahsîlini tamamlamak üzere tekrar Paris’e gönderildi. Sultan Abdülmecit’in cülûsunda
İstanbul’a geldi ve 1840’ta Dâr-ı Şûrâ-yı Bâb-ı Âlî’ye üye oldu. Daha sonra, Akka Muhâfızlığı (1844), Kudüs Mutasarrıflığı (1845), Tırnova
Kaymakamlığı (1846) ve Belgrad Muhâfızlığı (1846) görevlerinde bulundu. Tırhala Mutasarrıflığına tâyin edilip oraya gitmek
üzere iken, 25 Eylül 1848’de Londra elçiliğine atandı.
Mehmed Emin Paşa, yaklaşık iki sene Londra elçiliği görevinde bulundu. Onun yerine daha önce Viyana elçiliği görevinde bulunan
Kostaki Musurus Paşa tâyin olundu. Mehmed Emin
Paşa, İstanbul’a döndükten sonra Halep’te çıkan isyânı bastırmak amacıyla Ekim 1850’de buraya beylerbeyi tâyin olundu. Halep İsyânı’nı başarılı bir şekilde bastıran paşa, Ekim 1851’de
Arabistan Ordusu müşirliğine getirildi. Daha sonra Edirne Beylerbeyi olarak atanan Mehmed Emin
Paşa, Ocak 1854’te kaptanıderyâ, aynı yılın mayıs ayında sadrâzam oldu. Sadrâzamlık görevinde
yaklaşık altı ay kaldıktan sonra azledildi ve Meclis-i Tanzîmat reisliğine getirildi.
Eylül 1856’da Petersburg fevkalâde elçisi oldu. Daha sonraki târihlerde devletin çeşitli üst
kademelerinde görev alan paşa, Ekim 1859’da ikinci defâ sadrâzam oldu.
Ancak ikinci sadrâzamlık dönemi
birinciye göre daha da kısa sürdü ve iki ay sonra azledildi. Mayıs 1860’ta üçüncü defâ sadrâzamlığa getirilen Mehmed Emin Paşa, bir yılı aşkın bir süre bu
görevde kaldıktan sonra Ağustos 1861’de tekrar azledildi. Bu târihten sonra Edirne Beylerbeyliği ve Meclis-i Âlî üyeliği görevinde
bulunan paşa, 1871’de vefat etti ve Sultan II. Mahmut Türbesi bahçesine defnedildi.
Mütercim Mehmed Rüşdi Paşa: * (1859-1860), (1866-1867), (1872-1873), (1876-1876), (1878-1878)
Sinop'un Âyâncık İlçesi’nde doğdu. Çocuk
yaşta ailesi ile birlikte İstanbul’a yerleşti. Mahalle mektebinde okudu. Asâkir-i Muntazama’ya girdikten bir süre sonra mülâzım oldu. Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. Bâb-ı Seraskerî Tercüme Odası’nda askerî nizamnâmeleri Fransızcadan Türkçeye çevirmekle görevlendirildi. O yüzden "Mütercim" (tercüman) lâkabını
aldı.
Kolağası olarak Anadolu, Rumeli ve Suriye’de bulundu. 1839’da miralay, 1843’te mirlivâ, ardından Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî üyesi, 1845’te ferik, 1847’de Hassa Ordusu müşîri (İstanbul’da bulunan Birinci Ordu Komutanı) oldu.
1848’de Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî Başkanlığına, 1857’de
de seraskerliğe atandı.
1853’te seraskerlikten alınarak yeniden Hassa Ordusu müşirliğine getirildi.
Aynı yıl görevinden ayrıldı. 1854’te Meclis-i Âlî-i Tanzîmat üyeliğine atandı.
1855’te ikinci kez serasker oldu. Ertesi yıl bu görevinden alındıysa da
1857-58’de yeniden seraskerlik yaptı. 1858’de Tophâne Müşîri ve Meclis-i Âlî-i Tanzîmat
Başkanı oldu.
1859 târihinde Pâdişâh Abdülmecit tarafından sadrâzamlık görevine getirildi. 1860’ta görevinden alındı. 1861-63 arası dördüncü kez seraskerlik yaptı. 1866’da Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye başkanlığına getirildi. Aynı yıl Fuat Paşa *’nın yerine ikinci
kez sadrâzam oldu. Ama dış politika alanında karşı
karşıya kaldığı sorunlar nedeniyle 1867’de sadrâzamlıktan istifâ etti. 1867-68
yıllarında beşinci kez seraskerlikte bulundu. 1871’de Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliye Nâzırı oldu. Ekim 1872’de üçüncü kez sadrâzamlığa
getirildi ve yaklaşık dört ay bu görevde kaldı. Mayıs 1876’da başlayan dördüncü
sadrâzamlık döneminde Abdülaziz’in tahttan indirilmesinde önemli rol oynadı.
Ama II. Abdülhamit’in tahta çıkmasından sonra onunla anlaşmazlığa düştü ve
görevinden ayrıldı (Aralık 1876). 28 Mayısta beşinci kez getirildiği sadrâzamlık
görevinde yalnızca bir hafta kaldı.
Bu târihten sonra Manisa'ya yerleşti. Yaşamının son aylarında Abdülaziz'in
öldürülmesiyle suçlanan kişilerin yargılandığı Yıldız Mahkemesi dâvâsında adı geçti. Ancak duruşmaya çıkartılmadı. 1882
yılında Manisa'daki çiftliğinde öldü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapabilirsiniz.